Güncelleme Tarihi:
Hrant Dink’in Türk ulusuna hakaret ettiğine kadar veriyorlar ve Türk ulusu adına kalem kırıp cezasını infaz ediyorlar.
Tanrı’nın fahişeleri işkenceyle öldürme misyonu verdiğine inanan seri cinayet faili psikopat; ailenin yahut mahallenin namusundan sorumlu cahil töreci; kendi gibi düşünmeyenleri Madımak oteliyle birlikte ateşe vermeyi cihat zanneden dinci yobaz; kendini Türk milletinin namusundan ve şerefinden sorumlu sanan sözde milliyetçi... megalo-fanatizmin farklı tezahürleri de olsa, neticesi aynı: Şiddet!
Hrant Dinç cinayetinde rolü olan iti köpeği (hayvanlardan ve hayvanseverlerden özür diliyorum, ağız alışkanlığı) sosyolojik bir boyuta yükseltmeden, müsaadenizle, eski bir yazımı bir kere daha okumanızı isteyeceğim sizden:
Fanatizmin kökenleri
Eski bir Le Monde des Livres’den (Le Monde’un haftalık kitap eki) kesip sakladığım bir kitap eleştirisi, Christian Delacampagne imzalı. Bugün alıntılar yapacağım yazı bu.
İnsanoğlu binlerce yıl dünyanın sonsuza kadar değişmeyecek bir düzeni olduğuna inandı. Sıkıntılı bir dünyaydı bu, sorunlarla dolu, savaşlar, salgın hastalıklar, iklim döngüsüne paralel peş peşe kuraklık ve seller... Her biri farklı bir ‘kötü Tanrı’nın eseriydi, karşı durulamazdı. Ama neyse ki bütün Tanrılar böyle gaddar değildi, ‘iyi Tanrılar’ da vardı insanoğlunu koruyan, kötülük güçleriyle savaşan. Onlar sayesindedir ki her sabah güneş doğuyor, her kuraklığın ardından yağmur geliyor, hastalar iyileşiyordu...
Mesela, Altın Hilal denilen bölgede, bizden 5 bin yıl kadar önce yaşayan insanlar, işte ‘böyle’ bir tabii düzene inanıyorlardı. Ve bu kaderci, insanın etkileyemeyeceği, değişmez düzen inancı da, sosyal ve siyasal alanda durağancı (immobilisme’e durağancılık diyor sözlükler) tutucu bir ideolojiyi besliyordu. Bu düzen böyledir, sonsuza kadar da böyle kalacaktır. Yani isyan etmenin anlamı yok.
O çağlarda ‘medenî dünya’ denilebilecek bütün coğrafyada, aynı ‘çevrimsel zaman’ kavramı, aynı ‘sonsuza kadar değişmez tabiî düzen’ inancı ve ümitsizlik hâkimdi. Bütün dinler, siyasî ve sosyal düzen bu ‘değişmezlik’ sayesinde ayakta duruyordu.
Derken, diyor İngiliz araştırmacı Norman Cohn, İran’da bir sapkınlık ortaya çıktı. Peygamberinin adı Zerdüşt idi. İsa’dan Önce 13’üncü yüzyılda yaşayan Zerdüşt, yeni bir din kurma iddiasında değildi, ecdadının dinini reforme etmek istiyordu, o kadar. Ancak Zerdüşt’ün inancı bir reform değil, bir devrimdi o çağ için.
OYUN BOZAN ZERDÜŞT
“Kötülük’e karşı ezelî savaşı, eninde sonunda, İyilik Güçleri kazanacaktır. Ancak, herkesin, hemen, şimdi, bu savaşa atılması, İyilik Güçleri’nin yanında yer alması şartıyla. Zaten sadece ibadet kurallarına uyan, çilelere katlanan insanlardır ki, dünyanın sonu geldiğinde, sonsuza kadar mutlu yaşayacaktır.”
Zerdüşt’ün bu kehaneti büyük bir ilgi görmedi, kitleleri harekete geçiremedi. Bugün de, Parsî yahut Zerdüştî denilen, yani İyilik Tanrısı Ahura Mazda’nın tecessümü (şekil alıp görünmesi) olan Ateş kültünü sürdürenlerin sayısı çok azdır. Ancak...
Ancak, ‘İyilik’in Kötülük ile mücadelesi bir gün zaferle sonuçlanacak’ şeklindeki görünüşte basit ve önemsiz kehanet, aslında, bir ‘saatli bomba’ gibi, yüzyıllar sonra bir kültürel devrim yaratacaktı. Halkın pek itibar etmediği bu inanç, Pers ülkesinde yaşayan Yahudi azınlığı etkileyecek ve Filistin’de yaşayan küçük bir Yahudi tarikatinin, Essenliler’in sonunu getirecekti. Hatta, dinde yarattığı devrim bununla da kalmayacak, iki yüz yıl kadar sonra - bu kez parlak bir geleceğe sahip olan - bir başka küçük Yahudi tarikatinin, İsa ve Havarileri’nin amentüsünü oluşturacaktı.
Ölüdeniz Tomarları, Essenliler’in Zerdüşt inancından ne kadar etkilendiğini açıkça ortaya koyuyor. Hıristiyanlığın ilk çağında, İncil’in son bölümü Kıyamet’te de aynı etkiyi görüyoruz. Hıristiyanlar, Essenliler’den ya daha şanslı, ya daha dirençli olduklarından, İsa Mesihçiliği önce Akdeniz’e, sonra da dünyaya yayılacaktı.
İngiliz araştırmacı Norman Cohn, Kıyamet Fanatikleri ve Ortaçağ’da Büyücülük ve Şeytanataparlık adlı kitaplarında Ortaçağ Avrupası’nın ve Hıristiyanlığın ‘Kötülüğün bedenselleşmesi’ olmakla, Şeytan’a tapmakla suçlanan ‘bazı grupları’ (Yahudiler, sapkınlar, büyücüler) yok ederek dünyayı ‘arıtmaya’ çalıştığını anlatıyordu. (...diyor eleştirmen - sanki ben bu kitapları okumuşum zannedilmesin.) Ancak, Ortaçağ toplumlarının neden böyle bir ‘arıtma’ (purification) ihtiyacı duyduğuna değinmiyordu. Cohn’un son kitabı Kosmos, Kaos ve Gelecek Dünya işte bu ihtiyacın ‘kültürel kökenini’ irdeliyor: Dünya’yı, Evrensel İyilik Güçleri’nin son bir çatışmayla Kötülük Güçleri’ni yok etmesi gereken bir ‘Savaş meydanı’ olarak gören, ama bu zaferin öyle kolay kazanılmayacağına olan inanç...
Bu inanç Ortaçağ’da ortaya çıkmadı, diyor araştırmacı, bu ilk Hıristiyanlar’ın Kıyamet inancının bir sonucu, yani Zürdüşt’ün uzak mirasıdır...
Bu, sadece bir tez ve ihaliyatçılar, tarihçiler uzmanlar henüz eyvallah demiş değil bu görüşe.
Ama Cohn’un bu savı bizi yakından ilgilendiriyor. Acaba Zerdüşt’ün bu kehanetinden etkilenerek ‘ötekini’ ortadan kaldırmayı, dini ve dünyayı ‘arıtmayı’, ruhun ve Evren’in tek kurtuluşu olarak görenler sadece Ortaçağ’da yaşayan Avrupalılar mıydı? Bugün, İran’da, Afganistan’da, ne bileyim Sırbistan’da, Kafkasya’da soykırıma kadar giden fanatizmin derin kökleri bu inanca uzanabilir mi acaba?
Yani insanlık tarihinin tesadüfî değil ilahî bir mecrada aktığına, ‘mutlu’bir sonu olacağına, iyiliğin kesin zaferiyle kötülerin yok edileceğine olan determinist (icabî desem daha mı anlaşılır olurdu yani?) inanç?
Bu, diyor Cohn, insanlık için korkunç bir tehdit. Birileri, Kıyamet’in kaçınılmaz olduğuna, o gün İyilik’in kazanması için, Cennet’e gidebilmek için, her inananın şimdiden savaşa girmesi ve Kötülük ile işbirliği yaptığına inandığı ‘ötekini’ ortadan kaldırması gerektiğine inanıyorsa... yandık!
Hürriyet-internet, 30 haziran 2004