OluÅŸturulma Tarihi: Haziran 25, 2005 00:00
1915’ten geçen haftaya kadar yaÅŸanmış, içinden en çok resmin geçtiÄŸi bir hayat. Kartvizitinde sadece ‘ressam’ yazan, yani hayatında resim yapmak dışında hiçbir meslek edinmemiÅŸ; üstelik Paris bohemini yaÅŸamamış, Avrupa müzelerini görmemiÅŸ, kendi tarzını Türkiye’de oluÅŸturup geliÅŸtirmiÅŸ ender ressamlardan biri.Bir zamanlar ona ‘çok resim yapıyorsun, deÄŸerini düşüreceksin’ diyenler, ürettiÄŸi 3500 esere raÄŸmen Burhan DoÄŸançay’la birlikte, yaÅŸayan en pahalı iki Türk ressamından biri seçileceÄŸini tahmin edebilir miydi? Çok sevdiÄŸi hocası Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre, ‘Nuri adıyla tanıdığımız yaradılış mucizesi’ Nuri Ä°yem, geçtiÄŸimiz cumartesi günü, 90 yaşında hayata veda etti. Åžanslıydı; daha yaÅŸarken 1504 eserinden oluÅŸan bir retrospektif sergiyle sanatseveri selamlamış, 2250 eseri sertifikalı bir ÅŸekilde dijital arÅŸive alınarak gelecek kuÅŸaklara aktarılmıştı. Geride yüzlerce ‘anıt yüz’ünü, hüzünden isyana, teslimiyetten dirence, insanlığın bütün hallerini gösteren kocaman gözlerini bıraktı.Doktor Hüseyin Hüsnü Bey ve Melek Hanım’ın yaÅŸayabilen ikinci çocuÄŸu olarak Ä°stanbul Aksaray’da, 1915 yılında doÄŸar. SöylediÄŸine göre doÄŸduÄŸundan itibaren de resme tutkuyla baÄŸlanır. Çok sevdiÄŸi ve erken yaÅŸta doÄŸum yaparken ölecek ablası Aliye ondan birkaç yaÅŸ büyüktür. Üç yaşındayken Cizre’de tropikal sıtmaya yakalanan Nuri Ä°yem’in, günaşırı gelen nöbetler sırasında, gözünü her açtığında gördüğü yüz onunkidir. Çok güzel bir yüzdür bu. Hayatı boyunca yüzlerce yüz içinde gözler resmedecek, belki her birinde o nöbetler sırasında karşılaÅŸtığı gözleri arayacak, ama hiçbirini ablasının güzel ve anlamlı gözlerine benzetemeyecektir.Babasının peÅŸinde Cizre, Diyarbakır, Sivas, Samsun, Ä°stanbul, Mardin dolaşırlar; ilkokula Ä°stanbul’da baÅŸlar, bir ara annesiyle gittiÄŸi Arnavutluk’ta Ä°talyan ilkokuluna gider, Mardin’de mezun olur. Bu arada her ÅŸeye bakar, bir ressam gibi. Ablasının gözlerine, evlere, sokaklara, aÄŸaçlara, bir çift gözün görebildiÄŸi her ÅŸeye... Ve tutkuyla çizer. Bu yüzden çok dayak yer: 1920’li yılların başı, Mardin. Evde resim yapmakta. O zamanın renkli kalemleri çabuk kırılır, külüstür bir çakıyla açmaya çalışır, ama zordur. Aklına babasının dolapta duran usturaları gelir, korkarak alır ve kalemlerini kolayca açar. Ama o zamanın usturaları da kolay kırılır! Babasının ilk tokadında anlatmaya baÅŸlar ama nafile... RESÄ°M HEM TUTKUSU HEM SUÇLULUK DUYGUSUÄ°stanbul Fatih’te Gelenbevi Ortaokulu’ndan sonra Pertevniyal ve Vefa liselerine devam eder. Bitiremez. Çünkü aklı akademidedir, akademiye girmesi için de ortaokul diploması gerekir. Diplomayı idareden aşırıp, kaydolur. Resim uÄŸruna çok yalan söyler Cizre’deki babasına: Liseyi bitirdiÄŸini, onun çok istediÄŸi tıbbiyeye girmek üzere olduÄŸunu mesela... Ä°stanbul’a izne gelen babası, gerçeÄŸi öğrenince yıkılır. Ancak aile büyükleri ikna eder, ‘bırak sevdiÄŸi iÅŸi yapsın’ derler. Giderken şöyle diyecektir HaydarpaÅŸa Garı’nda: ‘Bu mesleÄŸi seçmekle çok sıkıntı çekeceksin. Türkiye’de ancak bir resim öğretmeni olabilirsin, bu da neye deÄŸer bilmem ki...’ Yanılır.Annesi ise onun ‘cehennemde yanacağını’ söyler durur. Sonraları onu cehennemlik olmadığına, padiÅŸahların bile tek tek resimlerini yaptırdığını anlatarak ikna eder ama namaza dururken ‘melaikeler gelmez’ diye resimlerin üzerini örtülerle kapatmasını engelleyemez. Fatih Sultan Mehmed’in fetihten sonra söktürmediÄŸi kiliselerdeki mozaiklerin sıvayla kaplaması gibi. Ailesinin bakışı yüzünden, çok severek yaptığı resim, bir yandan da onu ‘hayırsız evlat’ yaptığı için suçluluk duygusu olarak kalır içinde.1933 yılında girdiÄŸi, Nazmi Ziya, Hikmet Onat, Ä°brahim Çallı ve Leopold Levy atölyelerinde çalışıp, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan teorik dersler alıp, birincilikle bitirdiÄŸi Akademi’nin resim bölümü, çoÄŸu onun gibi, ailesinin rızasını almadan gelmiÅŸ gencecik insanlarla doludur. Ortaokuldan bu yana müdavimi olduÄŸu, Aksaray’dan köprüyü yürüyerek gelip, giriÅŸin 10 kuruÅŸ olmasına da söylenerek gezdiÄŸi sergilerin sahibi Nazmi Ziya ve Çallı’dır. Dolayısıyla ressam olarak bir onları bilir. Ancak Akademi’de bakar ki, D grubu var, bağımsızlar var... Sergiyi hazırlayıp, ‘halktan korktukları için’ altı ay açamayan ressamlar kuÅŸağı! Ä°yem’e göre o yıllarda ‘resim sanatı Akademi’nin bahçe kapısından dışarı çıkmaz.’ Önce sanat ortamını yaratmak lazımdır. Görsel anlatımdan uzak yaÅŸamış bir toplumun resimle, heykelle hemen kaynaÅŸması kolay deÄŸildir.Ancak ailelerini atlatarak, parasızlığa göğüs gererek akademiye gelmiÅŸ haylazların dayanışması, bilgi alışveriÅŸi de farklı olur. Okulun orta bölümünü bitirip askerliÄŸini yaptıktan sonra, 1940’ta yeniden Yüksek Resim Bölümü’ne yazıldığında, Kemal Sönmezler, Selim Turan ve Avni Arbaş’la birlikte balıkçıları ve liman işçilerini anlatan resimlerden ilk sergilerini açmaya karar verirler. Turgut Atalay Güneri, HaÅŸmet Akal, Agop Arad, Fethi KarakaÅŸ, Ferruh BaÅŸaÄŸa ve Mümtaz Yener’in de katılımıyla, ‘Liman Åžehri Ä°stanbul’ sergisi, 1941’de BeyoÄŸlu Matbuat Müdürlüğü salonunda açılır. Sergi, Türk resminde ilk kez toplumsal gerçekçiliÄŸi savunan Yeniler grubunun doÄŸuÅŸudur.CÄ°CÄ° PORTRE VE ÖLÃœ DOÄžADAN UZAKTAResimden baÅŸka hiçbir iÅŸ yapmayacağı ve ‘yeni’yi savunacağı için hiç de kolay olmayacaktır hayat. Bir yandan dışarıdaki Ä°kinci Dünya Savaşı koÅŸulları, bir yandan içerideki koÅŸullar vardır: Yeniler’in resmi mercilerle ve okuldaki ‘eski’lerle savaşı... ‘Yarı yitik kuÅŸak’ der onlara Erhan Karaesmen. Aşırı batı hayranı olmadıkları, Paris sokaklarını arşınlayamadıkları için küçümsenirler. ‘Yüz yıla yakın geçmiÅŸinde sadece peyzaj, cici portre ve ölüdoÄŸayla ilgilenmiÅŸ Türk resmine gerçek Türk insanı unsurlu canlı doÄŸayı getirmek’ gibi bir arayışa girdikleri için etrafı ürkütürler.Solculukla suçlanır, sürekli ihbar edilirler. Ä°yem, hapse girer çıkar, toplam bir buçuk yılını içerde geçirir.Ä°lk mahpuslukta henüz acemidir. ‘Ziyanı yok’ der, ‘azıcık kağıt, birkaç renkli kalem nasıl olsa tedarik edilir, böylece bir başıma sabah akÅŸam resim yaparım. Sonra punduna getirir, bir iki fırça ve birkaç tüp yaÄŸlı boya da bulurum.’ Ancak solculuk suçu ağırdır; çizik bile attırmazlar. Dayak umurunda deÄŸildir; bu resimsiz haftalar hayatının en mutsuz dönemleri olur. Gardiyanlar, ‘Gördün mü, burası eziyetli bir yer, aklını başına topla!’ diye uÄŸurlar onu.1946’da Fethi KarakaÅŸ ve Ferruh BaÅŸaÄŸa ile birlikte BeyoÄŸlu Asmalımescit’te Önay Apartmanı’nın çatı katını tutarlar. Türkiye’nin ilk özel resim dersanesidir burası. Popüler, entelektüel bir ortam yaratırlar. Mekan öyle popüler olur ki, kimi öğrencileri daha sonra polisin ihbarcısı çıkar.DUVAR RESMÄ°NDEN ESER KALMADIYine aynı yıl BeyoÄŸlu’nda bir maÄŸazanın üçüncü katında ilk kiÅŸisel sergisini açan Ä°yem, Yeniler’in 1947’den, dağıldıkları 1951’e kadar Fransız Kültür Merkezi’nde düzenlediÄŸi sergilere katılır. 1948’de soyut resme yönelir. 1952’de nü’ler ve portrelerden oluÅŸan ikinci kiÅŸisel sergisini Maya Sanat Galerisi’nde açar. Bu tarihten itibaren her yıl düzenli kiÅŸisel sergi açar, 1956’da Venedik, 1957’de Sao Paulo bienallerine katılır, 1959-70 arasında -biri Ä°stanbul Belediye Sarayı toplantı salonunun duvarında olmak üzere bugüne hiçbiri kalmayan- duvar resimleri yapar, yazılar yazar.Abdülkadir Günyaz’a göre, kartvizitinde ‘sadece’ ressam yazan ilk Türk ressamıdır Nuri Ä°yem. Giresun’da bir ders yılı bile sürmeyen öğretmenliÄŸi dışında ressamlıktan baÅŸka iÅŸ yapmaz. Yolu Paris’e de düşmemiÅŸ, daha doÄŸrusu ne pasaport, ne fırsat verilip düşürülmemiÅŸ, bunu da çok önemsememiÅŸ bir ressamdır aynı zamanda. Tanpınar, ‘onu ilk defa Deraine ile konuÅŸturun, üç ay Matisse ve Bonnard’la kalsın, Louvre ve Uffici müzesini gezsin, doya doya Cezanne’ı, Rembrandt’ı görsün... Elbette ki peyzajları, o sükut musikisi, bize bu temaslardan bir fecri ÅŸimali gibi zengin, ÅŸaşırtıcı ve sadece tabiat üstü infilak halinde dönecektir’ diye yazar.Ama o Türkiye’de, kendi resimlerini yapar, zenginlik açısından bir sıkıntı da yaÅŸamaz, kendini tekrar etmez. Figüratiften soyuta özgün tarzını yaratır. En çok kadın portreleri, o yüzlerdeki gözlerle tanınır; Erhan Karaesmen’e göre bu gözler, sanıldığı gibi sadece Anadolu kadınının deÄŸil, Meksika, Vietnam, Kamboçya, dünyanın bütün kadınlarının gözlerinin birlikteliÄŸidir. ‘Yarım kalmış bir çığlık, tam umutsuzluk deÄŸilse bile dörtte bire indirgenmiÅŸ bir umut çırpınışı, irkiltici bir protesto vardır o bakışlarda.’GIPTAYLA BAKILAN 61 YILLIK EVLÄ°LÄ°KEtrafındaki genç ressamları sürekli eÄŸitir ve özendirir Nuri Ä°yem. Anlatımı coÅŸkulu, kendisi yakışıklıdır. Genç öğrencilere göre ‘aÄŸabey deÄŸil, yarı ilah gibi bir ÅŸey.’ O öğrencilerden biridir seramik sanatçısı Nasip Hanım. O yüzden ‘Nasip, karım olur musun?’ diye sorduÄŸunda, gökyüzünde uçar gibi olur. ‘Peki Nuri Abi!’ der. Annesi ve ablasından sonra farklı duygularla baÄŸlandığı üçüncü kadındır Nasip Hanım. 1944’te evlenirler ve tam 61 yıl sürecek bir hayat ve sanat arkadaÅŸlığına doÄŸru yola çıkarlar. Kolay olmaz tabii; Nuri Bey’in arka, Nasip Hanım’ın ön balkonu kapatıp atölye diye kullandığı, iki çocuÄŸun salonda, kendilerinin küçük bir yatak odasında yattığı, kedileri Piçiko’nun ortalarda dolandığı günler öyle hemen geçmez. Yine de gıptayla bakılan bir 61 yıl geçirirler; duygusal birliktelikle sanatsal yaratıcılığı birbirine karıştırmadan hayatlarını sanata adayarak, onun için her türlü fedakarlığa katlanmaktan yüksünmeyerek ve hep üreterek...Â
button