Ezgi BAŞARAN
Oluşturulma Tarihi: Mart 01, 2008 00:00
Kocasıyla gittiği bir partide ağzına kanepeleri tıkarken, sadece çok güzel olduğu için keşfedilmişti. O sırada Rolling Stones’un menajerliğini yapan Andrew Loog Oldham yanına yaklaşıp ismini ve şarkı söyleyip söylemediğini sordu. Kanepeleri yutup "Şarkı mı? Söylerim herhalde" diye cevap verdi. 60’ların pop rock kraliçesi için, işte müzik hayatı böyle başladı.
Tabii Rolling Stones’un solisti Mick Jagger’la yaşadığı 6 yıllık karmaşık aşk da. Marianne Faithfull (61), Habsburg Hanedanı’ndan bir baronesin kızı olarak doğdu, Jagger’ın sevgilisi olarak, Jagger’ın onun için yazdığı şarkılarla tanındı. 70’lerde uyuşturucu yüzünden az daha bitiyordu. İki yıl sokaklarda yaşadı, intiharı denedi. Ama hepsi geçti. Yarım yüzyıllık kariyerinde birkaç tiyatro oyunu, çokça
film ve albümler dolusu harika şarkılar yaptı. Yakın zamanda bir de meme kanserini yendi. Şimdi keyfine göre yaşıyor, istediği şehirlerde, canının istediği şarkıları söylüyor. İkinci kez İstanbul’a geliyor. 2-3-4 Mart’ta Babylon’da olacak. Faithfull’la Paris’teki evinden telefonla konuştuk. Yeni çıkardığı kitabından, eskilerden, Beat kuşağı’ndan, Stones’dan, yaşlanmaktan, kanserden...
1969’da Hamlet’in Ofelya’sını oynamıştınız. Oyuncu arkadaşlarınızdan biri Anthony Hopkins’ti ama sizin ne kadar başarılı olduğunuz konuşulmuştu. O yıllardaki Marianne Faithfull ile Ofelya aslında birbirine benziyor muydu?-Ofelya’yı oynadığım dönemde intihara meyilli hale geldiğimi itiraf edebilirim. Ondan önce gayet normaldim fakat oyun sırasında gerçekten delirdim. Çünkü oyunculuk metodum bu. Dibine kadar yaşarım o karakteri, perde kapanır, evimize gideriz. Ben hálá Ofelya’yımdır. Bir oyunculuk eğitimim olmadığı için o karaktere bürünmekle filan yapamazdım işi, o karakter olmalıydım.
Herkesin hayatının bir döneminde kendisine fiziksel ya da duygusal zarar verdiği, içten içe çökerttiği zamanlar olmuştur. Siz nasıl aştınız o günleri?-Ooo hálá aşmaya, kendimle baş etmeye çalışıyorum. Düzenli olarak psikiyatrıma ve akupunkturcuma giderim. Ama o his, kendine yüklenme, aşırı eleştirme hali hep bir yerlerdedir. Onu aşamazsın, sadece başetmeyi öğrenirsin. Ben hálá deniyorum.
"Ben okula gitmedim ama hayatıma giren erkekleri eğitim malzemesi gibi kullandım" demiştiniz. Oğlunuzun babası olan ilk eşiniz John Dunbar’dan ve Mick Jagger’den ne öğrendiniz?
-Plastik sanatlarla, sanat eserleriyle ilgili ne biliyorsam John’dan öğrendim. Beni o kadar çok sergiye götürmüştür ki... Hálá birlikte gideriz. Bir de sosyal olmayı çok iyi becerir. Ben aksine içine kapalı, kalabalık ortamlarda gerilen biriyimdir. Mick’e gelince ondan neyi öğrendiğim çok açık: Müzik. Sadece onun ve Keith’in şarkılarını yaptıkları ana tanık olmak bile başka hiçbir yerinde bulamayacağım bilgilere ulaşmamı sağladı. Onlardan muhteşem bir müzik eğitimi aldım. Şimdi şunu görüyorum, onlardan öğrendiğim birçok şeyi kendi müziğimde kullanmak çok vaktimi almış. Yanlış anlamayın aptal değilimdir, çabuk öğrenirim. Ama sanırım hayata geçirmek biraz zamanımı alıyor.
Sesiniz çok özel bir kontralto. Siz de sesimde içtiğim her sigaranın, her viskinin izi var dersiniz. Peki son albümünüz için PJ Harvey’nin size ses dersi aldırmasına bozulmadınız mı?-Hem de hiç. Böyle şeylere bozulmak ne kadar aptalca. Sesim benim şarkılarım için mükemmel bir sestir. Ama her şarkıya uygun değildir. Hayatta sınırlarınızı zorlamak istersiniz bazen. Son albüm için Pauline (PJ Harvey) öyle şarkılar yaptı, beni öyle zorladı ki yetişemiyordum. Özellikle yapıyorum, dedi, sesinin sınırlarını keşfetmen için. Sonra da New York’taki bir ses koçunun adresini verdi. Müthiş bir adam. Bono, David Bowie, Mick Jagger ona gidiyor. Ondan çok şey öğrendim. Sesim değişti.
Kendimle ilgili şarkılar yazmanın yaşını geçtim dediniz bir röportajda. Bunun yaş sınırı mı var? Philip Roth’un romanlarındaki karakterlerin çoğu hálá kendisidir ve o sizden yaşlı!-Ama ben çok sıkıldım. Geçen gün, Broken English, Vagabond Ways gibi dünya meseleleriyle ilgili eski şarkılarıma dönüp baktım ve aslında onların bile bir biçimde benimle ilgili olduğunu gördüm. İzlediğim bir film, gazeteden kestiğim bir
haber, bir kitap bana kendi sorunlarımdan daha çok ilham veriyor. Artık kendimle baş başa kalmak beni sıkıyor.
Şarkılarınızdan Bored By Dreams’de "Belli bir yaştan sonra bütün sanatçılar sakatlıklarıyla yaratır" diye bir cümle var. Bu sizin için de geçerli mi?-Bu cümleyi yazarken Nureyev’i düşünüyordum, yani dansçıları. Ama sanırım sanatın her dalı için geçerli. Benim için sakatlık bir güç gösterisi biliyor musunuz. Bir sakatlığınız, ya da fiziksel ya da duygusal bir yara iziniz varsa, güçlüsünüzdür demektir çünkü o iz ya da görünen sakatlık, aslında aştığınız sorunların, alt ettiğiniz darbelerin kanıtıdır. Sanatçılara gelince; hayattaki darbeleri karşılayabilmek için sanatçı olduklarını düşünürüm.
HANGİ GÜZEL KADIN YAŞLANMAYI DERT ETMEZ
Hangi güzel kadının yaşlanmakla ilgili derdi olmaz ki? Gençken fazla güzeldim biliyorsunuz. Ama yapacak bir şey yok. Üzülüyorsunuz ilk başlarda ama bir süre sonra yılları onurunuzu kaybetmeden geçirmek daha önemli hale geliyor. Anlıyorsunuz ki inişe geçtiniz. Ama hayatta yaşlanmayı kabullenilebilir hale getiren güzel gelişmeler de oluyor. Örneğin son albümüm çok sevildi. Yeni bir albüm üstüne çalışıyoruz. Yeni kitabım çıktı. Son filmim Irina Palm çok iyi eleştiriler aldı. Eskiden fiziğimin kariyerime çok katkısı olduğunu düşünürdüm. Ama şimdi öyle güzel olmadığım halde işlerim çok iyi gidiyor. Mesela her yaptığımı takip eden bir genç kitle var. Göğüslerim hiç umurlarında değil! Müziğimi dinlemeye geliyorlar. Bu da bana gurur veriyor.
KANSER ARKADAŞLARIMIN DEĞERİNİ ANLAMAMA YARADI
Meme kanseri olduğumda bana o kadar iyi davrandı ki herkes. Bir sürü şeye dalıyorsunuz ve ne kadar çok sevildiğinizi, ne kadar mükemmel arkadaşlarınızın olduğunu unutuyorsunuz. Ancak böyle sarsıcı bir olayla farkına varıyorsunuz. Artık yaşam tempomu değiştiriyorum. Yavaşlıyorum. Mesela iki haftalık turnelere çıkıyorum, sonra evime dönüp dinleniyorum. Eskiden aralıksız aylarca dolaşırdım. Ne yazık ki sigarayı bırakamadım ama içkiyi çok azalttım. Uyuşturucuyu bırakalı zaten yıllar oluyor.
İSTANBUL’DA MUHTEŞEM BİR KAÇ GÜN GEÇİRECEĞİZYeni albümüm sonbahardan önce çıkmayacak, yani bir albüm turnesinde değilim. Sizlere bir şeyi tanıtmak ya da beğendirmek derdinde de değilim. Dolayısıyla muhteşem birkaç gün geçireceğiz. Hepimizin sevdiği parçaları, Strange Ways gibi klasiklerimi söyleyeceğim. Biraz oluruna bırakacağım, öyle seviyorum.
BEN TORUNLARIM İÇİN KENDİMİ FEDA EDEMEM
Torunlarım benim ünlü biri olduğumu bilmiyorlar ve bu bence çok iyi. Çünkü o zaman beni çok zengin zannederler ve inanın öyle çok param yok. Son olarak Irina Palm adlı filmde torununun iyileşmesi için gereken parayı fahişelik yaparak kazanan bir anneanneyi canlandırdım. Ama gerçek hayatta torunlarım için böyle bir şey yapamam. Ben öyle biri değilim. Irina benim standartlarıma göre tam bir köleydi ve kendini torunları için feda ediyordu. Ben asla böyle bir şey yapmam.
Beat kuşağından dostlarımla hayat hem zor hem eğlenceliydi
Yeni bir anı kitabı çıkardınız: Memories, Dreams and Reflections (Anılar, Hayaller ve Yansımalar). Yıllar önce yayınlanan otobiyografinizden ne farkı var? Ne eksik kalmıştı? -Bu çok daha ılımlı, şefkatli bir kitap. İyimser bir Marianne göstermek istedim. Hayat şu anda gözüme daha güzel gözüküyor. Bunu söyleyeceğim aklıma gelmezdi ama doğru! Bir de bazı dostlarımla yaşadıklarımı uzun uzun anlatmak istedim.
Beat kuşağından arkadaşlarınızdan mı söz ediyorsunuz?
-Evet. Allen (Ginsberg), William (Burroughs) ve Gregory (Corso) ile güzel zamanlarımız oldu. 3 yaz Naropa Enstitüsü olarak da bilinen Jack Kerouac Şiir Okulu’nda dersler verdim. William ve Allen’la çok hikayem vardır o günlerden. Onlarla olmak hem çok eğlenceli hem de çok zordu. Birçok insan onların deliliklerine katlanamazdı ama ben çok sevmiştim. Çünkü onlar beni çok seviyordu. Sizi seven insanlara karşı gardınız düşer.