Ne yazık ki, baba, oğlunu ünlü bir yazar olarak göremiyor. Birinci romanı ‘Git Kendini Çok Sevdirmeden’ henüz ilk baskılarındayken, baba, bu dünyadan göçüp gidiyor. Bir sene sonra, bu defa anne. Kanserden. Bir bütünün 2 parçasını, birer yıl arayla kaybediyor. Ve bütün bunlar olurken, eşi hamile kalıyor. 2 yıl önce Tuna Kiremitçi diye bir adam yoktu. Ne çevremizde ne hafızamızda. Şimdi kolay kolay unutamayacağınız ve yok sayamayacağınız bir isim... De... Öykünün beni ilgilendiren tarafı Tuna Kiremitçi’nin Hamileler Cumhuriyeti’nin erkek tarafı olmasıydı...
Bu bebek fikri ne zaman doğdu? Nasıl realize oldu?
- Aslında her zaman gündemdeydi. Gizli gizli. Satır aralarında, hep bebeğe dair imalar vardı. Ama işin adını koymamız bundan 1 yıl önce oldu. Sonra da çalışmalara başladık...
Kendiliğinden oluşan bir sevginin ürünü mü, tasarlanmış bir sevgi projesi mi?
- Her şey kendi doğalı içinde oldu...
Hiç tereddütsüz Can bir aşk çocuğu mu?
- Evet, öyle...
Baba olacağınızı öğrendiniz... Hakim duygu neydi? İlk ne hissettiniz?
- Tek başına sivrilen bir şey yok. Belki şu üç duygunun karışımıydı hissettiğim. Öncelikle gurur. Nedense, önemli bir iş becerdiğini düşünüyor insan! Sanki yeryüzünde bir tek sen becerebiliyorsun! Sonra, panik: ‘Neee? Nasıl yani? Ne halt edeceğim ben şimdi?’ Ve tabii salakça bir sevinç. Hakikaten, 11 yaşındaki bir çocuğun bir şeye sevineceği gibi seviniyor insan...
Eşinizle ilişkinizde bir değişiklik olur diye bir korkunuz oldu mu: ‘Sevgili olan biz, şimdi yoksa başka bir şeye mi dönüşeceğiz?’
- Hayır. Böyle şeyler hiç aklımdan geçmedi. Can’ın gelişi biraz sıkıntılı bir zamana denk geldi, belki ondan. Annem hastaydı...
Nesi vardı?
- Karaciğer kanseri. Üç ay önce kaybettik kendisini. Yani hamilelik sürecinin içerisine, ‘insert’ olarak bu süreç de girdi.
Haberim yoktu, başınız sağolsun...
- İşte o dönemde -adı Can ya- gerçekten de hepimize can simidi oldu! Özellikle de anneme. Yoğun bakım ünitesindeyken bile, çok acı çektiği halde, yüzünde bir gülümseme sürekli Yasemin’in karnına bakıyordu...
Ya babanız?
- Onu zaten annemden bir yıl önce kaybetmiştik. Kalpten... Süperiz canım!
Kısa zamanda çok büyük travmalar atlatmışsınız...
- Henüz atlattığımı söyleyemem! Hayatımın şu son 2 yılı, iyi ve kötü anlamda olabilecek bütün dalgalanmaları yaşadığım dönem oldu. Babam öldü, 2 ay sonra romanım fenomen oldu, oysa babamın bütün hayali oğlunu başarılı bir edebiyatçı olarak görmekti, bir yıl geçmedi annem bizi terk etti, aynı anda karım hamileydi... Bu kadar şeyi bir senaryonun içine sokuştursalar ‘Yok artık daha neler!’ derim.
İnsanın annesini kaybetmesiyle babasını kaybetmesi arasında bir fark oluyor mu? Hangisi insana daha çok koyuyor?
- Benim için bir fark olmadı... İkisinde de bedenini yoğun bir üşüme hissi kaplıyor...
BEN ÇOCUĞUMLA HIYAR GİBİ BİR İLİŞKİ KURMAK İSTİYORUM Can’ın varlığını öğrendikten sonra hangisi daha ağır bastı: ‘Yaşlanıyorum’ duygusu mu, yoksa ‘Artık benim bir ailem var, güç sahibiyim’ duygusu mu?
- Çok güçlü hissediyor insan kendini. Herhalde yaşam denilen şeyin gücü. Beni güçlü kılan bir şeye sahipmişim gibi. Ve çevremle daha barışıkmışım gibi. Yazımda da onu söylemeye çalıştım. Eskiden beni sinirlendiren şeyler, sinirlendirmemeye başlıyor. Daha farklı şeylere kafayı takmaya başlıyorum....
Karınızla aranızdaki ilişkinin aşk olduğunu biliyoruz. Oğlunuzla aranızdaki ilişkiyi nasıl adlandıracaksınız?
- Adlandırmamaya çalışacağım. İki erkek arkadaş arasındaki güçlü sevgi ilişkileri de bir tür aşktır. Ben bunun olmasına uğraşacağım. Ama oğlumla kanka olmak istiyorum diye bir iddiam da yok. Kendini güvenlikte ve iyi hissetmesini sağlayabileyim yeter. O ilişkimizi istediği şekilde adlandırabilir, ya da adlandırmayabilir. Bu konularda biraz bilinçsiz olmam gerektiğini düşünüyorum...
Çocuğunuza tanımayı düşündüğünüz haklar, özgürlükler var mı? Sıralayın...
- Cinsellikle ilgili sorunlarını bir an önce halletmesinden yanayım. Erkeklerin kendileri için en uygun kadını buldukları zaman bile huzur bulmamaları bence bundan kaynaklanıyor. Zamanında yaşaman gereken şeyleri bu ülkede bir şekilde yaşamıyorsun. Bu meselelerin üzerine çıkabilmesini isterim. Komplekssiz olmasını isterim. Ben 16, 17 yaşlarındaydım, huysuzluk yaptığım bir dönemdi. Babam karşısına alıp benimle konuşmaya karar verdi. Çünkü agresifliğimin nedeninin cinsellikle ilgili olduğunu düşünüyordu. Babamın benimle cinsellik konuşması hiç hoşuma gitmedi. Çünkü ‘Dünya bir gaz ve toz bulutuydu’ diye anlatmaya başladı. Bizim annelerimiz babalarımız çok sıkıldılar, böyle şeyleri konuşmaktan. Babam sonuçta üniversite mezunu, okuyan yazan bir adamdı. Buna rağmen çok fark etmiyor demek ki...
Sizin tepkiniz ne oldu?
- Sıkılarak dinledim, çok iyi niyetliydi çünkü. Nasıl olsa kadın ve erkeğin cinselliğine gelecekti. Tabii üzüyor insanı bunlar. Babamla yaşadığım en hüzünlü gecelerden biriydi. Hiçbir zaman da bir daha sözünü etmedim. Ben ona ‘Arkadaş arayacaksam yatakhanede bir sürü var. Muhabbetleri de senden daha iyi. Ama senin bana verebileceğin ve başkasının veremeyeceği bir şey var, o da babalık. Bir zahmet onu yap...’ diyemedim, belki de bunu demek istiyordum ama ifade edemiyordum. Babayla oğulun iletişim kurması zor bir şey. Herhalde baba-kızdan daha zor. Sorun şu değil: ‘Bak, Marcel Proust ne kadar güzel bir kitap yazmış. Oku evladım, sonra ana fikrini tartışalım.’ Ben böyle bir iletişimden söz etmiyorum. Bence gerçek olan, bir su bardağı üzerine, kuşun uçuşu üzerine, televizyondaki bir filmin konusu üzerine iletişim kurmak...
‘Babamla biz birbirimizi tam tanıyamadan yolumuz ayrıldı’ gibi hissediyor musunuz?
- Babamla birbirimizi yeterince tanımadığımızı da çok geç fark ettim. ‘Babam kral bir herif, bir sürü kitap okumuş, bana da okutuyor. Biz hep edebiyat konuşuyoruz, felsefe konuşuyoruz. Entelektüel mevzularda iletişimimiz var. Demek ki, ben babamı çok iyi tanıyorum....’ Zannederek geldim bir yaşıma. Bir gün anladım ki iki insanın birbirini tanımasının bunlarla hiç alakası yok. Böyle olmaz. Ama ben bunu anladıktan çok kısa bir süre sonra babamı kaybettim...
Annenizi daha çok tanıyordunuz öyle mi?
- Evet. Çünkü annemle olan ilişkimiz tamamen gerçek ve gündelik hayat üzerine olan bir ilişkiydi.
Peki sizin oğlunuzla kurmak istediğiniz ilişki...
- Annemle aramda olan ilişki...
Sizi entelektüel olarak ciddiye almasını, ‘Babam şöyle bir romancı’ demesini istemiyorsunuz yani...
- Diyebilir de ama esas olarak bunlarla ilgilenmiyorum. Ben çocuğumla hıyar gibi bir ilişki kurmak istiyorum! Maça gidip bağıralım, sokakta kızlara laf atalım, televizyonda
film izleyip bira içelim. Çünkü şuna inanıyorum: Bir insan hayatta felsefe konuşacaksa ya da Marcel Proust’tan bahsedecekse bunu Fener-
Galatasaray maçını seyrederken gördükleri üzerinden de yapabilir. Asıl iletişim de böyle kurulur. ‘Ne düşünüyorsunuz Swan’ın aşkı konusunda?’ diye başlayan bir sohbette kurulamaz. Tabii ben bunu anladığımda çok geç olmuştu. Babamı kaybettiğim zaman maalesef onu çok da fazla tanımadığımın farkındaydım artık...
HAMİŞ: Yoksa bu bir işaret mi? Tuna Kiremetçi’nin eşi Yasemin’le aynı tarihlerde doğuruyoruz!
HAMİŞ 2: 3 yıldır birlikte olan Kiremitçi çifti 2.5 yıldır evli.
HAMİŞ 3: 47 kilo iken hamile kalan şanslı minyon kadınlardan Yasemin Kiremitçi. Bizi kırmadı, olayın kaynağını fotoğraflamamıza izin verdi. Ve eşiyle ilgili şunları söyledi: ‘Babalık konusunda bu kadar heyecanlı olacağını tahmin etmezdim! Aşırı hevesli. Her gece sohbet ediyor Can’la. Bu durum da çok hoşuma gidiyor!’
HAMİŞ 4: Bu röportaj yarın da devam edecektir...
TÜRK ERKEĞİNİN YAŞADIĞI EN BÜYÜK ÇARESİZLİK
Baba olacağınızı öğrendiğinizde kendinizde ne tür değişiklikler yakaladınız?
- Biz Türk erkekleri hep şuna koşullandırılmışız: Eğer bir kadın bize bir sorun ya da bir yenilikle gelirse, mutlaka çözüm bulmamız gerekir. Yani sadece dinlememiz, kulak vermemiz, dert ortağı olmamız yetmez. Müdahale edeceksin, sorunu çözeceksin! Ama işte bir kadın sana hamile olduğunu söyleyince, ne yapacağını şaşırıyorsun. Hele ilk 3 ayın kendine göre bir gerilimi var, çocuk tutundu, tutunmadı, oldu, olmadı; bir şey yapman gerektiğini hissediyorsun ama ne? Bilmiyorsun! Tamamıyla senin dışında ve başka birinin içinde gelişen bir olay. Meğer bu, Türk erkeğinin yaşayabileceği en büyük çaresizlik duygusuymuş! Haliyle depresyona giriyorsun. Ama bunu yansıtmaya korkuyorsun çünkü depresyona girme hakkı olan karşındaki insan! Hamile olan sen değilsin!
Kadınların depresyonlarını bizzat yaşıyorum ama erkeklerinkinden haberim yoktu!
- Valla, bende oldu. Daha fena bir şey anlatayım: Bir Arko reklamı var televizyonda. Çocuk, oyuncağını yere atıyor, babası gelip öpsün diye. Ben bunu görünce ağlamaya başlamışım, Yasemin’in de hamileliğin ilk zamanları, beni öyle kanapede gözlü yaşlı görünce kahkaha attı. İnsanın zeka düzeyi bu kadar düşebilir ama oluyor işte!
Seks mİ dedİnİz?
Seks hayatınız bir kesintiye uğradı mı? ‘Eski erkekler’ hamileliklerinden itibaren eşleriyle ilişki kurmayı keserlerdi. ‘İçinde zaten biri var, seninle sevişemem’ derlerdi. Yeni bir baba olarak sizin tutumunuz...
- Bizim seks hayatımızda değişen bir şey yok! Zaten bu konuda benim ahlaki ve felsefi bir sorunum da yok. Hamile kadınları çok çekici buluyorum. Yasemin’i özellikle çekici buluyorum. Zaten son zamanlarda çok güzelleşti. Ben sadece sakarlık yapmaktan korkuyorum. Kolum yanlışlıkla çarpar da çocuğun kafası acır diye. Akrobasi yapmamaya özen gösteriyoruz. O kadar. Onun dışında her şey eskisi gibi..
HAYATIMDA KENDİMİ HİÇBİR ŞEYE HAZIR HİSSETMEDİM
Hayatımın bir yönü hep öyledir. Bisiklete binmeye hazır hissetmedim. Yatılı okula gitmeye hazır hissetmedim. İstanbul’a gelmeye hazır hissetmedim. Roman yazmaya hazır hissetmedim. Evlenmeye de hissetmedim. Hele baba olmaya... Hiç! Kendimle barışık tarafım, bütün bunları kabul etmem. Zaten roman yazmaya da, kendimi hiçbir zaman hazır hissetmeyeceğimi anladığım an başladım. 5000 yıl da geçse kimse kendini hiçbir şeye hazır hissetmiyor ki. Bir şeyler başımıza geliyor ve bizler başımıza gelen o şeylerle bir boyutta uzlaşmaya çalışıyoruz...