Güncelleme Tarihi:
Anadolu Ajansı ile ilgili çok söylentiler çıktı, kulis yaptım diye. İşin doğrusu şöyle: Şubat ayında Sayın Başbakanımızdan müsaade isteyip ayrıldık. Ve İstanbul’a taşınmak, uzun soluklu çalışmalar yapmak istiyorum artık diye basın açıklaması yazdım. Hayatımın en güzel altı ayıydı: Kitaplar okuyor, entelektüel insanlarla görüşüyorum. Dalgıçlık ve trekking merakım var. Meşhur Likya Yolu’nda yürürken telefon geldi, “Bülent Arınç sizinle İstanbul’da görüşmek istiyor” diye. Bülent Bey, “Sayın Başbakan ile AA’da bir değişiklik düşünüyoruz. Senin isminde karar verdik” dedi. Ne diyebilirim? Büyük bir onurla görevi kabul ettik. Selefim Hilmi Bengi’nin emekliye ayrılmasında TRT ile yaşanan sorununun etkisi yok. Kendisi de ifade etti, hükümetle ilişkileri son derece iyiydi. Devletin resmi ajansıyız. Kimse başka bir ülkenin ajansı gibi davranmamızı beklemesin. Ama bu kimliği, bir siyasi partiyle veya siyasi organizasyonla ilişkilendiren bir mantıkta değiliz. Anadolu Ajansı 2010’da 65 milyon lira zarar etti. 2011’de 71 milyon liraya yükselecek bu zarar. Harcamaların yüzde 85’i personel gideri. Böyle bir kurum gelişemez. Emekliliği hak etmiş 115 arkadaşımızın kuruma yıllık maliyeti 20 milyon 450 bin lira. Bu arkadaşlarımızla konuştuk. 115 kişiden 85’i emeklilik dilekçesi verdi. İş tanımlarında değişiklikler yaptık. Sendikanın açıklamasında baskı yaptığımdan söz ediyorlar. Halbuki 85 arkadaşımız emekli oldu, haber sayımız yüzde 140 arttı. Yeni ürünler çıkarıyoruz. Şirket haberleri bülteni, özel haber bülteni gibi... 16 bölgemizi bağımsız birer ajansa dönüştüreceğiz, bölgedeki haberi orası okuyup yayınlayacak. En büyük hedefimiz yurtdışına açılmak, İngilizce ve Arapça bülten çıkarmak. AA, büyük değişim geçirecek, çok büyüyecek. Bir hayalimiz var: Dünyanın en etkin beş ajansından biri olmak.
DÜZELTMELERİN HESABINI SORDUM
İran İslami Şûra Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Siyaset Komisyon Başkanı Alaeddin Burucerdi bir açıklama yaptı, “İkinci adam yakalandı” diye. Bu haberin tercümesini gönderdi oradaki
temsilcimiz. Haberi birkaç yerden kontrol ettik. Gerçekten yayınlamış mı İRNA?
Yayınlamış. Gazetecilik olarak tek hatamız şu: Burucerdi, Karayılan dememiş, tırnak içindeki ifade ‘İkinci adam’. Hatamız, ‘İkinci adam’ lafının yanına Karayılan kelimesini eklemek. Ama Farsça olduğu için çifte kontrol yapamadık. Bunu fark edince düzeltmeyi hemen yayınladık. Kabul ediyoruz o hatayı. Karayılan’ın adını neden tırnak içinde yazıyorsun? Ya bu bir manipülasyon ise, ya bir sabotajla karşı karşıyaysa Türkiye? Şimdi bununla ilgili soruşturma açmayayım mı? Tahran temsilcimiz ve redaktörüne kınama cezası verilmesi disiplin kurulunda. Soruşturma açılan öbür konu Genelkurmay Başkanı (Koşaner)
meselesi. O da bizim hatamız. Haberi önce istifa etti diye geçtik, sonra emekliye ayrıldı oldu. Muhabir öyle yazıyor, redaktör geçiyor, müdür müdahale
etmiyor. O silsilenin hepsi savunma veriyor. Yılda 600 düzeltme yayınlıyoruz. Şunu sordum idareci arkadaşlara, neden düzeltme yapıyoruz, hiç sordunuz mu muhabire? Hiç sorulmamış. Ben sordum.
ASIM AKINCI
Oğluma onun ismini verdim
Babam Azeri göçmeni, annem Kürt. Babam erken yaşta vefat ettiğinde Sevim Ablam, yedi kardeşini alarak aileyi Taşlıçay’dan Ağrı’ya taşıyor; oradan da Sakarya’ya.Dokuz yaşındaydım. Sakarya Üniversitesi’nde okuyan Asım Akıncı, abimin arkadaşıydı. Okuma, soru sorma alışkanlığımı ona borçluyum. Onunla Weber’i, Marx’ın felsefesini ama aynı zamanda Abdullah Cevdet’i tartışırdık. Maalesef Asım Abi, 32 yaşında bir trafik kazasında vefat etti. Şimdi Asım Abi’nin bana yaptığını ben oğluna yapmaya çalışıyorum. Bursa’da tıp okuyor. Oğluma ismini verdim.
DÖNÜM NOKTAM
Çaycılık yaptım
Ortaokuldan sonra Meslek Lisesi elektrik bölümüne gittim. Atölye şefimiz dayak attı bana. Beni nefret ettirdi elektrikten. İngilizce hocam da beni İngilizceden uzaklaştırdı. Kurşun kalemlerin üzerinde John Faber yazardı. Orta 1’de ilk defa İngilizce ile tanışıyorum. Çok meraklıyım. Hemen zıpladım “Hocam, bu John Faber ne demek?” dedim. “Bu da soru mu?” şudur budur. 1990’da liseyi bitirdikten sonra üniversiteye gitmedim. Çaycılık, pazarcılık yaptım. Hayatımın dönüm noktalarından biri, Sakarya’da abimin eskici dükkânında işe başlamam oldu. Bir gün “Buraya ait değilim” dedim kendi kendime. Yalvar yakar abimden yarım dershane parası aldım. Üniversite imtihanına girdim, kazanamadım. Ertesi yıl bir daha girip Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni kazandım.
BELGESEL
Yayınını RTÜK durdurdu
Kanal 7 haber merkezinde editördüm. Doğrusu çok keyifli habercilik yaptık. Sonra büyük bir belgesel tutkusu başladı. 1997’de Sarıkamış dramını anlatan bir belgesel yaptım. ‘İlk Meclis’ belgeselinin üç bölümü yayınladıktan sonra Kanal 7’ye RTÜK’ten bir yazı geldi; “Halide Edip ve İsmet İnönü’nün anılarından yapılan alıntılar resmi tarih tezine uygun görülmemiştir. Dördüncü bölümü yayınlamayın.” Onlar da yayınlamadı tabii. 1998’di. 2001 krizinde ilk belgeselcileri işten çıkardılar. Ama o sıkıntılı günde ödül aldım Yazarlar Birliği’nden. Sonra İtalyan RAI kanalına, El Cezire’ye bağımsız belgeseller yaptım.
BÜLENT ARINÇ
Hatalarını yüzüne söylememi isterdi
İktidar değişince Ankara’da danışman arayan çoğaldı. Bir aracı “Düşünür müsün” diye sordu. Bülent Arınç aradı, “Gelin konuşalım” dedi. Bir konuşma metni istedi. 23 Nisan’da ilk mecliste konuşma yapacaktı. ‘İlk Meclis’ belgeselim olmasaydı o konuşmayı yazamazdım. Bülent Bey beni üç ay denedi azizim. Konuşma metni yazdırıyor, politik sorular soruyordu. Danışman olduğumda her hafta rapor verirdim: Bu hafta yaptığınız iletişim hataları... Muhteşem bir zekası vardır. Bir hatayı ikinci kere yapmadı. Böyle birbirimize çarpa çarpa ben danışmanlığı öğrendim.
KİTAP
Laikleri şişe geçireceğiz demedim
Girişim’de ‘Mir Mahmut Rıza’ mahlasıyla mizah yazıları yazıyorum. Kitap yapalım diye kendimi zorluyorum. Yayıncı aradı, dedi ki “Savcılık el koydu”. ‘Rahmetli: Bir Garip Oğlanın Hikâyesi’ diye internette var kapağı. Kitap yayınlanamadı. Cumhurbaşkanı Demirel’e hakaretten bir yıl hapse mahkûm oldum, ceza ertelendi. Hikâyelerin hayali kahramanlarının kavga ederken sarf ettiği sözler bana aitmiş gibi her yeni işimde karşıma çıkarıldı. Hiçbir zaman ‘laikleri şişe geçirmek’ gibi saçma fikirlere sahip olmadım.
GAZETECİLİK
Editör, yazımı suratıma fırlattı
Çok istekliydim. Yeni Şafak’ın yayın yönetmeni, şimdi milletvekili olan Nabi Avcı’ydı. Gittim dedim ki, “Gazeteci olmam için bir fırsat verin.” Beni bir özel haber editörüne gönderdi. O editör bir haber yazdırdı bana. Filmlerdeki gibi suratıma fırlattı kağıdı. “Git haber yap, sana köşe yazısı yaz demedim.” Bir ay sonra Nabi Bey’in karşısına çıkana kadar iki manşet çıkardım. “Senden özel haber istiyorum” dedi. Gazeteciliğe böyle başladım 1995’te. Başladıktan dört ay sonra Bosna’da savaş muhabirliği yaptım. ‘Bir Göç Felsefesi’ kitabını yazdım.
DEVRİM RUHU
Parka giydik Filistin poşusu taktık
1990’da Mehmet Metiner’in yayın yönetmenliğini yaptığı Girişim’e yazdım. Muhafazakâr camianın önemli dergisiydi. Selam, Meydan, İmza, Nehir ve Yeni Zemin dergilerinde yazdım. Keza Kitap dergisinin yayın kurulundaki isimler bugün siyasetin aktif isimleri: Yalçın Akdoğan, İhsan Arslan, Zeynep Karahan Uslu, Ömer Çelik... Bağımsız, muhafazakâr, dini duyguları yüksek insanlardık. Kendimizi devrimci hissediyorduk. Yeşil parkalar giymeler, Filistin poşusu takmalar.
BAŞBAKAN DANIŞMANLIĞI
Gazetecilerden ricada bulunduk
Başbakanımızın cezaevine girmeden önceki hayatını belgesel yapmıştım. Danışmanı olduğumda o belgeseli izlettim. Tanıyamadı beni. Sakallıydım o zaman. Akif Beki’den sonra uçakta seyahat eden ekibe dahil oldum. Son üç yılı Başbakan ile geçirdik. Gazeteciyi sınırlandırmaktan ziyade kaynağı kontrol etmekten yanayım. Müdahale etmemiz gereken bir devlet politikası ise ricalarda bulunduk. Bu ricayı genel yayın yönetmeni isterse karşılar istemezse karşılamaz. Ama iddia ediyorum minimum düzeydedir. Belki önceki danışman arkadaşlar bu sıkıntıları daha çok yaşamıştır. Benim dönemimde tüm taraflar gerekli tecrübeyi kazanmıştı.