OluÅŸturulma Tarihi: Nisan 28, 2000 00:00
KAR LAPA LAPA DÜŞERSE... Bir kış gecesiydi... Seneler evvel... Günlerden cumartesiydi galiba. Bütün gün evle çok uÄŸraÅŸmış, alışveriÅŸimi yapmıştım. En önemlisi, on gün önce tam yedi bebek doÄŸuran, güzelim GARÄ°P'ime bir torba dolusu kemik alıp tencerede kaynatmıştım. EmzirdiÄŸi için, çiÄŸ kemik yemesi doÄŸru deÄŸildi.Ne olduysa, elim deÄŸmedi, akÅŸamüstü tencereyi aÅŸağı indiremedim. Gece oldu. Ben de, mutad okuma yazma faaliyetlerime gömüldüm. Sobanın önüne uzanmış keyif çatarken, içim geçmiÅŸ... Külkedisi misali, sabahın sıcaklığında derhal mest olurum. Bir ara, ÅŸeytan mı dürttü nedir, uyanacağım tuttu. Vakit gece yarısını aÅŸmış, sabaha az kalmış."Eh, yataÄŸa gitmek lazım kızım..." derken, şööööyle bir pencereden dışarı göz atacak oldum. Lapa lapa kar yağıyor!Normal zamanda beni romantik hülyalara salacak bu manzara, bu kez iliklerime kadar dondurdu. Kaskatı kesilmiÅŸim. Zihnimde tek cümle:"Yavrular donacak!.."GARÄ°P'in ilk doÄŸumuydu. Sonradan "mucize köpek"liÄŸe terfi edecek GARÄ°P'in. (Niçin "mucize köpek" olduÄŸu ayrı bir öykü konusu.) O sıralar sadece, mahallenin gülü, tüm komÅŸu çocukların sevgilisiydi. Nereden geldiÄŸini bilmiyoruz. Bizim arka bahçeye bırakılmıştı; vicdansızın biri tarafından besbelli...Cins deÄŸildi. Açık kahverengi postlu, kırma bir hatundu. Ä°ri kıyımdı, ama çok munisti. Tüm uysallığı da gözlerine yansımıştı sanki...Ä°flaH olmaz bir kediciyim. Ama, köpekleri de çok sever, hep kucaklamak isterim. Yine de, ömrümde, GARÄ°P gibi bakan bir köpek görmedim. Bir duygular manzumesi yansır gözlerinden. Koyu, kopkoyu kara, deren ışıltılı, beÅŸ dakika önce aÄŸlamış gibi nemli gözler. Sevecenlik dolu, ÅŸefkat, okÅŸayış arayan, hüzün, melâl yüklü nazarlar. Bebekken bir felaket mi geçirdi acaba diye çok düşünmüştüm. Anasını da hep merak ettim, ama göremedik, tanışmadık iÅŸte. Tanışabilsek, "Sen ne güzel bir hatun doÄŸurmuÅŸsun öyle?" demek isterdim. TeÅŸekkür için...DonmuÅŸ nazarlarla lapa lapa düşen kara bakıyordum. Tüm bostan beyaza kesmiÅŸ, ortalık bembeyaz, sokak bile görünmüyor. Kar, en az iki saattir yağıyor olmalı."Derhal fırlamalıyım!" dedim.Dedim de... YüreÄŸimde bıçak gibi saplanmış vicdan azabı. Hay mankafa! Niçin indirmedim tencereyi zamanında, GARÄ°P'e nasıl yaparım bunu? Fırlayayım fırlamasına da, kılığım kelek. Pijamalar içinde, paçoz bir hal. Ãœst baÅŸ deÄŸiÅŸtirecek vakit yok. Hemen tencereyi kapının önüne çıkardım. Ağır mı ağır... Sonra, pelerenime büründüm. Pijamanın paçaları çizmenin içine tIkıldı. Sıska kollarımla tencereyi kavradım. Yine de, Tanrı kritik anlarda insana olaÄŸanüstü kuvvet bahÅŸediyor.KomÅŸuların hepsi uykuda. Ortalıkta tıs yok. Benimse, telaÅŸtan elim ayağım titriyor. Nasıl olduysa, pelerinin eteklerine dolaÅŸmadan, tencereyi de döküp saçmadan, tam dört kat merdiveni inmeyi baÅŸardım.GARÄ°P bizim odunluklarda üslenmiÅŸti. Henüz gözleri kapalı yavrular boÅŸ odunluklardan birinde, üst üste yatıyorlardı. Anaları da, üstlerine kapanıp hepsini ısıtıyor. OdunluÄŸun kapısını, alttan, GARÄ°P'in sürünerek girip çıkabilmesi için, dar bir aralık bırakarak sımsıkı örtmüştük. Yabancı köpekler bebeklere saldırmasın diye.OdunluÄŸun önünde hafif bir çukurluk eÅŸeleyip tencereyi yerleÅŸtirmeme kalmadı, GARÄ°P hemen yerinden çıktı. Acıkmış... Tencereye bir yumuldu, yani beÅŸ dakika sürmedi, kemiÄŸin kırıntısı kalmadı. Kolay mı, yedi enciÄŸi emzirmek?Dünya güzeli, tatlı anacağım benim. GARÄ°P'in karlı başını okÅŸadım. Bir yandan da, karanlıkta, yaÄŸan karın altında kendimi düşünüyorum. Kıs kıs gülüyorum halime. Aslında, millet uykuda diye kendimi zor tutuyorum. Kahkahalarla boÄŸulacağım, hiç ötesi yok. Åžu pasaklı kılığımla, sabaha karşı, yanında bir köpekle, kar altında bir hatun... "Günler torbaya mı girdi?" derler adama. Lahzada karga tulumba Bakırköy'e sevkedilmem iÅŸten deÄŸil. Ondan sonra, derdini anlat anlatabilirsen. "Bu hatun okumuÅŸ yazmıştır, ama yalnız yaşıyor. Tanrı bilir, aklını köpeklerle bozmuÅŸ" deyiverirler.Tamam... Papazı bulmadan eve çıksam iyi olacak. EÄŸildim, GARÄ°P'i son kez okÅŸadım. Tencereyi yerden alırken, karların arasında bir kımıltı oldu. Önce bir ÅŸey anlamadım, sonra yabancı bir köpek mi diye korktum.Karların arasından, sarılı beyazlı dev bir Kangal doÄŸruldu. Bizim damat!.. DehÅŸetli yakışıklıydı. Zaten, yavrular da büyüyünce babalarına benzediler -dört patilerinin, tıpkı anaları gibi, beyaz eldivenli olması dışında. GARÄ°P'in dört patisi de beyazdır; ön patilerinin elldivenleri daha uzun. O yüzden, adını "Beyaz Eldivenli Kontes" koymuÅŸtum.MeÄŸersem, damadımız odunluÄŸun önünde nöbet tutuyormuÅŸ! Hatunu koca tencereyi silip süpürürken "gık" demedi. Orada olduÄŸunu hiç farketmedim, kendisi doÄŸrulana kadar. Ve, ikinci ÅŸok!.. Babaya ne mama vereceÄŸiz? Bir tek kemik bile kalmadı. Evde de uygun bir ÅŸey yok. O an, GARÄ°P'i doyurduÄŸum için duyduÄŸum saadet hepten uçtu gitti. Adalet mi ÅŸimdi bu?Çaresiz, yukarı çıktım. Dünyaya ve de kara küsüp yattım. Ertesi sabah, ilk iÅŸ aÅŸağı koÅŸuldu. Bebekler ve GARÄ°P sevildi. Damadımız için yiyecek bulundu. Kangal çok sadık bir eÅŸti. Yakışıklım, haftalarca odunluÄŸun önünden ayrılmadı; hatununu ve yavrularını korudu. Bebekler ayaklanıp da, dört bir yanda badi badi koÅŸuÅŸmaya baÅŸladığında da, hiç istifini bozmadı. Daima GARÄ°P'in yanıbaşında idi. Bizim erkeklerimize pek benzemiyordu. Ona hep saygı duydum.Jülide ERGÃœDER - 28 Nisan 2000, Cuma Â
button