Trabzon’un meydanındaki salaş ve meşhur Murat
Balık Salonu’nda hamsi yiyorum. Balıktan, Karadeniz’den, havadan sudan bahsederken, nedense aklıma lokantanın genç sahibi Erkan’a hamsilerin göç yollarını sormak geliyor. Erkan’ın, kaşlarını çatmasıyla cevap vermesi bir oluyor: ‘’Ben hamsilerle mi gezirum ki, nerden geldikleruni pileyum?’’ Lokantadan çıkıp, doğa malzemeleri satan bir dükkana giriyorum. Yaylalarda yürümek için bir çift sağlam bota ihtiyacım var. Satıcı, ayakkabıları denetmeden önce soruyor. ‘’Hangi ayağınla topa vuriysun?’’...Yollarımı şenlendirdiler, şaşırttılar, öğrettiler, paylaştılar, mahcup ettiler... Seyahatimin en büyük zenginliği, yollarda rastladığım ‘’yabancılar’’ oldu. Aslında yabancı bendim... Hiç kimse bu ülkede ‘’Tanrı misafiri’’ deyiminin bir klişe olduğunu iddia etmesin. İster bir gün gezin, ister bir yıl, Anadolu’da aç ve açık kalmayacağınızı bilirsiniz...‘’Memleketimin insanları’’nı tanımak için, yeterli zamanım vardı. Denizlerden yaylalara, derin kanyonlardan çorak topraklara, az gittim uz gittim, karşıma çıkan her karakteri, her sözü, her mücadeleyi kendime ders edindim, kimisini seyir defterime kaydettim, kimisini aklıma... Şimdi, yolculuğumun sayfalarını çevirirken, bir taraftan da merak ediyorum... Yaşamlarında bir çıkış yapmak isteyen, ilkokul mezunu, Vanlı, bekár üç genç kızın açtığı ve kendi elleriyle yöresel yemekler pişirdiği Asmin Lokantası hálá yadırganıyor mu? Halikarnas Balıkçısı’nın deniz yoldaşı, 91 yaşındaki Recep Amca’nın sağlığı nasıl ve Bodrum’da gün, Cevat Şakir’in dediği gibi, ‘’avucunu göğe açacak ve elini yanaştırıp bakınca, avucunun mavileşmediğine şaşacak’’ kadar güzel mi? Buzlar erimiştir, Çıldır Gölü’nün üzerinde yürünemiyordur artık. Karslı Aşıklar, hálá Çobanoğlu Kahvesi’nde toplanıp, çalıp söylüyor mudur acaba? 60’lı yıllarda, ay’a tur düzenleyen ve Ay’ın Dünya’ya bakan kıyısından arsa satan, Kapadokya’nın şair antikacısı Crazy (Çılgın) Ali’nin işleri, gerçekten söylediği gibi, Amerikalılar Ay’a çıkınca mı bozuldu, yoksa insanlar hayal kurmayı bırakınca mı? Adıyaman’ın Salik köyünde, Dedo Kavak’ın evinde, kızlar, ne zaman yeniden kazanlarda pekmez kaynatıp damda pestil kurutacaklar acaba? Olimpos’un tepelerindeki Yanartaş’ta, 14 yıldır kayaların arasından çıkan ateşin üzerinde çay demleyen çaycı Hasan, köpeği Chimaera ile birlikte, her gece hamağında uykuya dalmadan önce, burnuna değecekmişçesine yakın yıldızlara hálá bakıyor mudur? SEYAHATİ TÜKETMEK...Gaziantep’in Bakırcılar Çarşısı’ndaki küçük antikacı dükkanının önünde, kıymalı biber tavasını benimle paylaşan, iştahlı Şahap Bey, bir kilo baklavayı alıp dondurmayla birlikte yiyebilmek için, bir saat mesafedeki Maraş’a gitmekten artık vazgeçmiş olabilir mi? Seyahati tüketmek...‘’O da seyahat ediyor! Ve ben, insanın kendisi dışında başka bir şeyin farkına varmadan, nasıl seyahat edebildiğini hayretle izliyorum’’ demiş Goethe, İtalya seyahati sırasında, ülkeyi üstünkörü ve son sürat gezen bir Fransız için. ‘’Seyahatin Kültür Tarihi’’nde, Winfried Löschburg, ‘’görmüş olmak için’’ seyahat edenlerden, daha doğrusu seyahati tüketenlerden böyle bahsediyor. Gerçekten de ilginç bir seyahat anlayışı var bazılarımızın. Çamlıhemşin’in tepelerinde, 19. yüzyılın sonlarına doğru, Hemşinliler’in Rusya’da pastacılıktan kazandıkları büyük paralarla yaptırdıkları, vadiye hakim görkemli konakları görmek istiyordum. Yerli bir grup genç turisti hatırlıyorum. Gruptan birkaç kişi, oraya varalı daha beş dakika olmamıştı ki yaklaşmakta olan arkadaşlarına bağırarak
haber verdiler; ‘’Burada hiçbir ÅŸey yok!’’ Güzelim konaÄŸa baktım ve televizyon dizilerine konu olan konakları, otobüslere doluÅŸarak gezmeye gidenler aklıma geldi. Kapadokya’ya gidip sadece Asmalı Konak’ı görenler, Paris’te Louvre’da, Mona Lisa’nın önünde fotoÄŸraf çektirip müzeyi terk edenler, devasa gemilerden inip sadece KuÅŸadası ve Efes’i gezen, Türk insanı olarak sadece rehberleriyle tanışan, yabancı turistler de bu kategoriye dahil edilebilirler. Bazıları içinse seyahat bir ‘’in- out’’ meselesidir. Bu grup turistler, bütün gün plajda yatıp, akÅŸam da Bodrum’un çılgın kalabalığında, tek tek her barı zorlar, ancak Bodrum Kalesi’ni ve müzedeki dünyanın bilinen en eski batığını görmek için herhangi bir çaba sarfetmezler. Bir de, ‘’bir kez gördün mü, hepsini gördün demektir’’ciler vardır. Bu sınıfa giren seyahatçiler, özellikle antik kentleri ve harabeleri gezerken bu hisse kapılırlar. Aralarından, ‘’yine mi antik tiyatro!’’ nidasını duymanız muhtemeldir. ‘’Her ÅŸey dahil’’cileri tanır mısınız? Boncuklu yaÅŸamın hüküm sürdüğü, adeta karantinaya alınmış tatil köyleri vardır. Bunu tercih eden yerli ya da yabancı turistler, gittikleri yörenin insanlarıyla iki laf etmeden ya da sofralarına konuk olmadan buradan ayrılırlar.DOÄžRU ZAMAN, DOÄžRU YEROysa, doÄŸru seyahat etmek, ÅŸaraptan, yemekten, sanattan, gerçek dostluktan, kısacası hayattan anlamaya benzer. Tüketmekten çok, ruhuna girerek, derinlemesine yaÅŸamak gerekir. Yoksa ‘’bütün dünyayı görmek’’ öyle zor bir ÅŸey deÄŸildir. Önemli olan, nasıl gezdiÄŸinizdir. Yolculuk, duyarlılık, incelik ister, insan sevgisi ister ve kendi ülkende bile, misafir olduÄŸunu bilmeyi gerektirir...Karadeniz’in uzak yaylalarından birinde, Çaymakçur’da yaÅŸayan Melek Hanım, yaylalarına dalıp, izin almadan fotoÄŸraflarını çekenlere kızgın. ‘’Bi sor be! Ayıp, eskiden kimse bi ÅŸey bilmezdi. Åžimdi herkes kent gördü, uyandı, burada erkekler kıskanç. Bi fotoÄŸraf için niye aileler yıkılsın!’’ Bu yakınma tek deÄŸil. Pazar’da ÅŸar ÅŸifonunu takmış, HemÅŸinli, alımlı bir kadının fotoÄŸrafını çekmek için izin almaya yanına gittiÄŸimde, bana sarılıp hikayesini anlatıyor; ‘’Kusura bakma, başıma gelmedik kalmadı. ‘Bu kadın nereli?’, diye televizyonda bir yarışma programında sormuÅŸlar. Bizim adam gördü, çok kızdı. ‘Haberim yok!’ dedim, ‘Eee, bakıyorsun ama!’ dedi. Biliyorum, en nihayet bir fotoÄŸraf ama, hoÅŸgör beni...’’ En kötü hava, en güzel anı...Yolculukların en can alıcı cümlesidir: ‘’DoÄŸru zamanda, doÄŸru yerde olmak...’’ Oysa benim en çok aklımda kalan görüntüler, ‘’yanlış zamanda, doÄŸru yerde’’ olduÄŸum zamana ait. Bir kış günü, lacivert- mor bir gökyüzünün önünde yükselen Efes’in beyaz mermer kütüphanesi, sabah uyandığımda kar altında bulduÄŸum Kapadokya, günbatımında yanan Alahan Manastırı, Herakleia’da sis altındaki Athena Tapınağı, donmuÅŸ Çıldır Gölü ve pembe zirveli AÄŸrı Dağı, karlar erirken Aras Nehri, yaÄŸmurda gezilen ıssız bir antik kent, sığınılan bir prehistorik maÄŸara ya da gerçek laz fıkralarının anlatıldığı bir çay ocağı...Bundan bir yıl önce yola çıktığımda, ‘’İnsanlar neden seyahat eder?’’ sorusuna, kendi adıma bir cevap bulurum sanmıştım. Antalya- Olimpos karayolunda, David’e rastladım. Ãœlkesinde bahçıvanlık yapan David, gitarını, Ä°spanyol katırı Pepe’ye yüklemiÅŸ, 10 aydır yürüyordu. ‘’Neden seyahat ediyorsun?’’ diye sorduÄŸumda, ‘’Tanrı’nın yarattıklarını, yollarda daha iyi takdir edebilmek için...’’ diye cevap vermiÅŸti. ‘’Yolculuk nereye doÄŸru?’’ deyince de şöyle cevap vermiÅŸti:‘’Dua edebileceÄŸim, gitar çalabileceÄŸim, insanlara anlatabileceÄŸim, insanlardan öğrenebileceÄŸim güzel yerlere...’’ Yolda rastladığım bir yabancıydı, umarım yolu açık olur... DoÄŸru seyahat etmek, ÅŸaraptan, yemekten, sanattan, gerçek dostluktan, kısacası hayattan anlamaya benzer. Tüketmekten çok, ruhuna girerek, derinlemesine yaÅŸamak gerekir. Yolculuk, incelik, insan sevgisi ister, kendi ülkende bile misafir olduÄŸunu bilmeyi gerektirir...Åžimdi, yolculuÄŸumun sayfalarını çevirirken merak ediyorum... YaÅŸamlarında bir çıkış yapmak isteyen Vanlı üç genç kızın açtığı Asmin Lokantası hálá yadırganıyor mu? Bodrum’da gün, Cevat Åžakir’in dediÄŸi gibi, ‘’avucunu göğe açacak ve elini yanaÅŸtırıp bakınca, avucunun mavileÅŸmediÄŸine ÅŸaÅŸacak’’ kadar güzel mi?Â
button