Oluşturulma Tarihi: Aralık 19, 2004 00:00
Türk Resim Sanatı’nın en önemli ressamlarından biri olan Osman Hamdi Bey’in babası, 1800’lerin başlarında Sakız Adası’nda çıkan bir isyanda ele geçip İstanbul’da köle olarak satılan biriydi. Ama sonra, Osmanlı devrinde eğitim için Avrupa’ya gönderilen ilk dört gençten biri oldu ve sadrazamlığa kadar yükseldi.Kaderin cilvesine bakın ki Osman Hamdi’nin en değerli eserlerinden biri sayılan Kaplumbağa Terbiyecisi de ‘en pahalı’ olma rekorunu başkasına kaptırmadı ama yıllardır elden ele geçti. 221 x 120 ebadındaki bu dev tablonun her satılışında bir olay vardı. Bir sahibi cinayetten hüküm giyecekken kanserden ölmüş, diğeri bankasını kaybetmişti. Bütün bu acılı geçiş dönemlerinde ona düşen; depolarda yıllarca süren davaların bitmesini, yeniden hak ettiği köşeye, hayranlık dolu bakışların karşısına geçmeyi beklemek oldu hep... Son olarak tam yeni sahibini bulacakken, bu kez Kültür Bakanlığı’nın ‘Hayır, bu tüm Türkiye’nin kültür varlığıdır’ demesiyle yeniden ambalajlanıp depoya indirilmiş ama istenen olmamıştı. Sonunda geçtiğimiz hafta yine rekor bir fiyata, beş trilyon liraya, Suna-İnan Kıraç Vakfı’na ait Pera Müzesi’ne satıldı. Ve umarız, Kaplumbağa Terbiyecisi’nin bu sayfada anlatılan yorucu macerası artık son buldu. Çünkü eğer öyleyse, bu ‘mutlu son’ onun için; bir yandan Osman Hamdi’nin dünyada satılmış en pahalı eseri unvanına da sahip oldu, öte yandan sahiden de ‘herkesin’ istediğinde görebileceği köşesine kavuşacak. 3 Haziran 2005’te, Müze Pera’nın açılışında...Osman Hamdi Bey, 30 Aralık 1842’de, Sadrazam İbrahim Edhem Paşa’nın en büyük oğlu olarak İstanbul’da doğar. Çocuklarının da kendi gibi Avrupa’da okumasını arzu eden Edhem Paşa, onu 1860’da Paris’e gönderirken, iyi bir hukukçu olarak döneceğini düşünmüştür; ancak daha 16 yaşındayken karakalem resimleriyle dikkat çeken Osman Hamdi, babasını kırmayıp hukuk eğitimini tamamlasa da resim dersleri de alır, hatta dünyaca ünlü ressamlar Gerome ve Boulanger’in öğrencisi olur, bir ressam olarak döner ülkesine. 1869’da Bağdat’ta Umumi Ecnebiye Müdürlüğü, İstanbul’da Saray’ın Protokol Müdürlüğü, Beyoğlu Altıncı Daire Belediye Müdürlüğü yapan Osman Hamdi, daha sonra Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) Müdürlüğü’ne getirilir. O güne kadar kendi müzelerini zenginleştirmekle meşgul yabancı müdürlerin elinde olan müze, onun yönetiminde kısa zamanda çok yol kateder. Osman Hamdi, eski eserleri devlet malı sayan ve yurtdışına çıkarılmasını yasaklayan Ásár-ı Atika Nizamnamesi’nin (Eski Eserler Yönetmeliği) çıkarılmasından arkeolojik kazılara katılmaya kadar, kendini müzeciliğe adar. O aynı zamanda adı Avrupa’da duyulan ilk arkeologdur. Arkeoloji Müzesi’nin bugünkü hali onun eseridir. Osman Hamdi’nin önemli görevlerinden biri de Sanayi-i Nefise Mektebi’nin (Güzel Sanatlar Akademisi) kurucusu olmasıdır. Resim yapmaktan hiç uzaklaşmadan, tam 28 yıl okulun müdürlüğünü sürdürür. Batı literatürüne girmiş ilk Türk oryantalist ressamı olarak anılır. Birer belge niteliği taşıyan figüratif resimleri, Osmanlı İstanbulu’ndaki hayatı yansıtır. 1906’da Paris’te yaptığı, 1907’de Berlin’de sergilenen 221 x 120 ebadındaki dev tablosu Kaplumbağa Terbiyecisi de bunlardan biridir. 1910’daki ölümünden sonra, kimi tabloları müzede kalır, kimi yakınlarında...Ancak sağken değeri anlaşılan, yurtdışında sık sık ödüllendirilen Osman Hamdi’nin bıraktığı değerli miras, o öldükten sonra hakettiği ilgiyi pek göremez. Öğrencilerini eğittiği ve son 26 yılını geçirdiği Eskihisar’daki köşkü, bir türlü müzeye dönüştürülemez; bizzat kurduğu okula da her ne hikmetse Mimar Sinan’ın adı verilir. Hatta bu sonradan şu anekdotla hicvedilir: Mimar Sinan ve Osman Hamdi, konuşa konuşa Güzel Sanatlar Akademisi’ne kadar gelirler. Osman Hamdi Sinan’a dönüp, ‘Bak bu da benim kurduğum okul. Ama üstünde senin adın yazıyor!’ der.CİNAYETTEN MÜHÜRLÜ EVDE BULUNDU1960’ların başında, onun kurduğu okulda profesör olan Mustafa Cezar, Türk resim tarihinin ilk Osman Hamdi araştırmasına imza atar. Sanatta Batıya Açılış ve Osman Hamdi Bey adıyla iki ciltlik kitap olarak yayınlanan dokuz yıllık araştırması sırasında, Şişli’de mühürlenmiş bir evde beş Osman Hamdi tablosu olduğunu öğrenir. Tabloların fotoğrafını çekmek için mahkeme hakimine gider. Hakim ona önce köşkün ve tabloların
sahibinden izin alması gerektiğini söyler.Köşkün sahibi Süleyman Saim Birkök, sanatsever bir armatör ve ‘kader kurbanı’dır. Hiç evlenmemiş, bir askerlik arkadaşının kendi adını verdiği oğlunu evlat edinmiş, yetiştirmeye çalışmıştır. Ancak okuması için İsviçre’ye bile gönderdiği küçük Saim, vefalı bir evlat olmaz, onu sık sık üzer. Ve ne yazık ki 1969 yılında, Balat’taki tersanede çıkan bir tartışma sırasında, Birkök manevi oğlunu tek kurşunla öldürür. Cezar onu Sultanahmet Cezaevi’nde ziyaret ettiğinde, kanserle boğuşmaktadır, profesörün istediği izni hemen verir. Bir bahar günü Prof. Cezar, tabloların fotoğraflarını çekecek gazeteci Hamit Kınaytürk, mahkeme hakimi, zabıt katibi, avukat ve köşkün bekçisiyle birlikte, balmumu mühürü sökerek içeri girer. Kapı aralanıp ışıklar yanınca, toz toprak arasında inanılmaz bir hazine çıkar ortaya: Biri Kaplumbağa Terbiyecisi olmak üzere beşi Osman Hamdi’ye ait, 200’den fazla Türk resmi vardır içeride. Fotoğraflar çekilir, zabıtlar tutulur, kapı tekrar mühürlenir. Mustafa Cezar’ın basılan kitabını götürmesi, cezaevindeki Saim Birkök’ü çok memnun eder. Ancak çok hastadır, kısa bir süre sonra, hakkında bir hüküm verilemeden tahliye edilir ve 1971’de ölür. Kaplumbağa Terbiyecisi’nin elden ele geçmekle geçecek uzun serüveni de böylece başlar. Birkök, daha 1962’de bir vasiyet yazarak mal varlığını kurulacak vakfa bırakmıştır. Ancak ölümünden sonra yaklaşık 40-50 varisi çıkar ortaya; vasiyetin iptali için açılan davalar uzadıkça uzar. Vakıf, ancak 20 yıl sonra kurulabilir. Bu arada tablolar yeddi emin sayılan Resim Heykel Müzesi’ne teslim edilir. Bilirkişi heyeti köşkteki tabloların envanterini çıkardığında, sadece 38 tablo vardır! Kalan 200 küsur tablonun nereye gittiği bugüne kadar bulunamaz. Kaplumbağa Terbiyecisi, Birkök’ün diğer tablolarıyla birlikte uzunca bir süre, eser koruma konusunda hayli şaibeli olan Resim Heykel Müzesi’nin deposunda kaderinin belirlenmesini bekler ve 1990’da yapılan müzayedede, l milyar 750 milyon liraya, Erol Aksoy’un İktisat Bankası’na satılır. Ancak yeni yerindeki huzuru da on yıldan fazla sürmez, hayatına bu kez BDDK girer! Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu, İktisat Bankası’yla birlikte ona da el koyar, iki yılı daha belirsizlik içinde beklemekle geçer. 27 Ocak 2002’de 1,5 milyon dolar başlangıç fiyatıyla satışa çıkacağı açıklanır.Ancak çıkamaz; dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay, aralarında Kamplumbağa Terbiyecisi’nin de bulunduğu, İktisat Bankası’na ait 322 tabloluk koleksiyonun satışını iptal eder. Amaç, koleksiyonun dağılmaması, bir koleksiyoncunun tekelinde kalmaması, herkesin görebilmesidir. Ama herkes nerede görecektir bu eserleri? İstanbul henüz bir modern sanat müzesine sahip değildir; varolan Resim Heykel Müzesi ise akan damları, kırık pencerelerinden giren tozlarıyla anılmaktadır. Zaten geçen iki yıl içinde, tablolar Topkapı Sarayı’nda beklemekten başka bir şey yapamaz. Çünkü Kültür Bakanlığı, kararına karşın tabloları alacak ödeneği bulamaz; Beyoğlu’ndaki Atlas Sineması’nın üst katına kurulacağı açıklanan Devlet Güzel Sanatlar Müzesi de açılamaz. Tekrar başa dönülür. Bakanlık tabloların satışına yeniden izin verir. Tablolar yeniden Antik Palace’a taşınır; daha önce orada sergilenirken iki ayda sekiz binin üzerinde kişinin gördüğü Kaplumbağa Terbiyecisi bu kez izdihama neden olur. Çoğu sanatsever tablonun yanında hatıra fotoğrafı çektirir.İKİ MÜZE ONUN İÇİN KIRAN KIRANA ÇEKİŞTİAntik Palace’ın Swissotel’de gerçekleştirdiği müzayede ise çok çekişmeli geçer; 1 trilyon 950 milyar lira başlangıç fiyatıyla satışa sunulan Kaplumbağa Terbiyecisi için, Suna-İnan Kıraç Vakfı’nın Pera Müzesi ile Eczacıbaşı’nın henüz açtığı İstanbul Modern Sanatlar Müzesi kıran kırana yarışır. Fiyatlar o kadar beklenenin üstüne çıkar ki elektrikli göstergeye sığmaz, kağıtlara yazılarak eklenir. Sonunda Kaplumbağa Terbiyecisi, beş trilyon liraya Pera Müzesi’nin olur. İnan Kıraç, tabloyu Türkiye ile paylaşmak için aldıklarını açıklar. Yani sonunda, iki yıl önceki iptal kararıyla işin bu kadar uzamasına neden olan Kültür Bakanlığı’nın istediği olur; Kaplumbağa Terbiyecisi ‘herkesin’ görebileceği bir yere kavuşur. Bundan sonra Pera Müzesi’nin adı, tıpkı Paris’teki Louvre’un Mona Lisa’yla anılması gibi, Kaplumbağa Terbiyecisi’yle anılacak. Ve umarız, Kaplumbağa Terbiyecisi de sonsuza kadar hak ettiği yerde huzur içinde yaşayacak... MÜZELER KURUCUSUNUN HÁLÁ BİR MÜZESİ YOKEskihisar’daki bu köşkün, resimhanesinin ve kayıkhanesinin planlarını bizzat kendi çizmişti. Pek çok ünlü tablosunu burada yaptı. Gerçi Kuruçeşme’deki yalısında öldü ama son 26 yılını burada geçirdi ve atölyesini öğrencilerine açtı. Ama şimdi hiçbir şey sergilenemiyor bir zamanlar müze olan bu köşkte. Çünkü 1999 depreminde zarar gördü ve o günden bu yana bir türlü onarılıp yeniden müzeye dönüştürülemedi.BENZERİ SİMAVİ’DEKaplumbağa Terbiyecisi’nin 1 m x 65 cm. ebadındaki kardeşi, Erol Simavi’de. Osman Hamdi büyük olanı 1906’da, bunu 1907’de yapmış. Dünyada bir ressamın aynı resmi birden fazla çizmesi yaygın ve bu diğerlerinin sahte ya da daha az değerli olduğu anlamına gelmiyor. Ressam bazen en iyiyi elde etmek için denemeler yapıyor. Belki de böyle bir çalışmanın ürünü bu kardeş.FRANSIZLAR LOUVRE’A ALMAYA GELDİİki yıl önceki iptalden sonra nihayet Kaplumbağa Terbiyecisi’ni satmayı başaran Antik A.Ş.’nin sahibi Turgay Artam, ‘Çok zor ama tatlı bir mücadele oldu. Açılışı Erdoğan Demirören yaptı, Cem Kalyoncu arttırdı, müzeler devreye girince, şahıslar müzeler yararına çekildiler. Bir de Fransa’dan tahminim Louvre’a almak üzere uzmanlar geldiler, kafalarındaki fiyat 2 milyon dolar civarındaydı, Kültür Bakanlığı yurtdışına çıkmaması koşuluyla satışına izin verdi, deyince, bu tam Türk işi, katalogda yazmıyor, diyerek bozulup gittiler’ diye anlatıyor müzayedeyi.
button