Güncelleme Tarihi:
O araziyi, sonsuzluğu, dağları görünce; o kuru ve sert iklimi hissedince anlıyorsunuz. “Bu köpek bu kadar büyük, bu denli güçlü olmalı, yoksa buralarda barınamaz, kurtlarla savaşamaz, koyunları koruyamaz”; bir anda doğanın dengesini kavrayıp, izleyici olarak yerinizi alıyorsunuz.
KÖŞEDEKİ SÜRPRİZ
Kangal, çok eski bir ilçe. Türkiye’nin bilinen en eski, en geniş ilçelerinden. 109 köyü var, Sivas merkezine 86 kilometre uzakta. Gözünüz korkmasın, yol fena değil, yaklaşık bir saat sürüyor.
İlçe merkezinde bir kocaman kangal köpeği heykeli karşılıyor. İlçedeki tek görülecek şey bu heykel. Bir ana cadde, kaotik bir mimari, tabela kirliliği, zevksizlik... Düzen, kural, kanun, estetik hak getire...
Gezerken sürprizin ne zaman karşınıza çıkacağını kestiremezsiniz. Zaten kestirsek, bir anlamı kalmıyor… “Gelişmişlik buralara ne zaman gelecek, Marmaray’ın yankıları Kangal’da ne zaman hissedilecek” diye sokaklarda yürürken bir köşe başını dönüyorum... Solumda kocaman, çok iyi yapılmış bir okul. Tabelasında ‘Anadolu Lisesi’ yazıyor. Harika, tertemiz bir bahçe. Bahçede bir tenis kortu ve tenis oynayan öğrenciler görüyorum. İşte, günümü aydınlatan manzarayı, içimdeki umudu yeşerten kıvılcımı buluyorum…
Kangal, adıyla bütünleşen köpeğin ana vatanı. İlçe sınırlarında valiliğe bağlı bir Kangal Araştırma Merkezi, 6 özel üretim çiftliği var. Yavruları sevmek, dev bir köpekle küçük bir gezintiye çıkmak, çok büyük keyif.
1545 rakımı olan Kangal’da, içgüdüsel olarak çobanlara yarenlik eden, koyunların sağ salim otlayıp, ahırlarına geri dönmelerini sağlayan kangal köpeklerinin bazıları 85, hatta 90 kilogram ağırlığına kadar çıkıyor. Güçlü bir kurtla savaşacak kadar cesur ve güçlü bir cins. Aynı zamanda da munis, sevecen ve güçlü. Çok zeki ve önsezilerinin çok kuvvetli oldukları biliniyor. Sarhoşlara, akli dengesi yerinde olmayanlara, çocuklara ve kadınlara karşı her zaman nazik davranıyorlar. Aslında özellikle kötü niyeti yoksa, insana zarar vermeyi genellikle tercih etmiyor. Bir hırsız yakalamışsa, gerekirse 24 saat göğsünün üzerine oturarak sahibinin gelmesini bekliyor, ‘suçlu’yu ona teslim ederek kenara geçiyor.
Valiliğin düzenlediği ‘Halk Elinde Islah’ projesi kapsamında, Kangal ve köylerindeki 100’den fazla köpek kontrol altına alınmış. Her birine çip takılmış; aşıları ve kontrolleri düzenli hale getirilmiş. Ayrıca yiyecek yardımı da ulaştırılmış. Doğal hayatlarından kopartılmamış köpekler, hayatlarından oldukça memnunlar.
Benim ziyaret ettiğim Kangal Araştırma Merkezi’nde, şu sıralarda 20 köpek var. Baharda daha çok olacak, şu anda yedi yavru koşturuyor. Bir de safkan bir damızlık var: Şahin. Kocaman bir köpek, dünya tatlısı. İşte onun yavruları alınacak yine. Onunla yürüdüm, sevdim, onu buralarda dışarı götürmemek gerektiğini hissettim…
Ancak, meraklıları onları dünyanın her köşesine taşıyor. Örneğin Kenya’daki doğal hayatı koruma dernekleri, çoktan kangalı keşfetmiş. Korkutup öldürmeme özelliklerini görüp, çok özel bir görev vermişler: Çiftliklere saldıran çitaları uzaklaştırmak. Soyu hızla eriyen çitalar geçmişte çifliklere saldırdığında vuruluyormuş...
Kangallar doğumdan üç ay sonra çift olarak satılıyor. Fiyatları 1500 TL. Daha büyüklerden de edinmek mümkün. Tabii büyük bir bahçe, rahatlıkla koşturacağı araziyi sağlayamıyorsanız, bence düşünmeyin bile…
Selenyumu yararlı
Cilt hastalıkları bulaşıcı değil, bu kaplıcada hastalık kapma riski yok. Kan yoluyla geçebilecek hastalıklar için de risk sayılamayacak kadar küçük bir değerde. Bazı doktorlara göre hiç yok. Uzmanlar, tedavinin genellikle iyi sonuç verdiğini söylüyor. Suyun selenyum zenginliği de, cilt için önemli. Zaten üç hafta “iyileşeceğim” düşüncesiyle suyun içinde yaşayan, temiz hava soluyan, yürüyüş yapanlar, mutlaka daha ‘iyi’ hale geliyor. Hastalanmak da onlardan kurtulmak da daha çok irademiz dahilinde değil mi zaten; balıklar ve temiz hava, bol mineralli su, insanı dertlerinden arındırıyor belki de...
Asırlık kaplıcanın doktor balıkları
İlçe merkezinden karayoluyla 20 dakika uzakta inanılmaz fotoğraf kareleri sizi bekliyor: Uçsuz bucaksız verimli tarlalar, uzaklarda dağlar, sonsuzmuş gibi görünen manzaralar... Ve tabelalarla, ‘Balıklı Kaplıca’ya varacaksınız.
Kocaman bir arazi; yemyeşil. Dereleri köprülerle geçiyorsunuz. Kızarmış yapraklarla da aklınızı oynatıyorsunuz…
12 ay açık olan devasa kaplıcada, açık ve kapalı havuzlar var. Ayrıca sırf ayaklarını sokmak isteyenler için de dereyi kullanmak mümkün. Burada, binlerce minik sazan balığı, gelip sizi ısırmaya başlıyor. Özellikle de cilt hastalıkları olanlar; sedef ve egzama sorunu yaşayanlar, bu tedaviden çok faydalanıyorlar. Eklem ağrılarına da iyi geldiği biliniyor. Önerilen tedavi süresi 21 gün. Ve her gün 6 saati balıklarla havuzda geçirmek gerekiyor.
MİNİK ISIRIŞLAR
Çok küçücük sazan balıklarının sedef hastalığının tedavisinde faydalı olduklarını köylüler keşfetmişler. Balıklar doğal ortamda ürüyor, kimse yem falan vermiyor. Kaplıca, 100 yıldır orada. Şimdi yapılan tesisle daha modern bir konaklama imkânı sağlanmış. Ayrıca yemekler, dinlenme ve yürüyüş alanları da gayet iyi durumda.
Mineralli su, aynı zamanda da içiliyor, ki o da ayrı bir fayda sağlıyor. Tüm vücutlarını egzama kaplamış hastalarla konuştum, hepsi de ilk günden itibaren balıkların faydasını görmeye başladıklarını söyledi. Deneme maksatlı üç dört gün kalanlar da bir günlüğüne gelenler de üç haftayı dolduranlar da bir kez daha gelmek niyetindeler.
Kişisel tecrübem, ilk anda balıkların saldırısına uğramak çok kötü bir his. Vücudunuzun her yerine yapışan ve sizi minik minik ısıran küçük yaratıklar… Iıııh! Durmadan da ısıyorlar, “teker teker gelin” diye bağırsanız da nafile! Ama onların o ısırma anında bıraktıkları enzim ve temizledikleri cilt, gerçekten güzelleşiyor. Bu yüzden yöre halkı ‘doktor balıklar’ adını takmışlar. Yüzlerini, boyunlarını suya sokanlara rastladım. “Birkaç gün sonra gülerek yapacaksın” dediler. İlk seans hep en zor olanıymış, sonra sonra insan alışır hale geliyormuş…
KIYMETİNİ BİLMİYORUZ
Aslında düşündüm de böyle bir zenginlik iyice gelişmiş bir ülkede olsaydı ne olurdu diye. Herhalde Kangal’ın özel bir havaalanı olurdu. Köpeklerle geziler düzenlenir, bakım kursları organize edilirdi. Doğum anını seyretmek için sabaha karşı da olsa uyandırılır, özel bir alandan “Kangal doğumu” izlenirdi. İsteyen iki ay yavruyla kalır, onu her gün okşar, travma yaşamadığından emin olarak alıp, ülkesine gideri…
Ya da Balıklı Kaplıca’da çalışan inanılmaz bir doktor kadrosu, düzenlenen kongreler, dünyanın her yerinden gelen uzmanlar, her güne bir seminer falan…
İşte ülkemdeki en büyük eksik: Turizm sektöründe anı yaratmak, güvenli ortamda tecrübe yaşatmak, olayı konuşturmak lazım. Aldatmadan, soymadan...
Belki bir gün…
Kangal’daki lisede tenis oynayan çocukları gördüm ya, o çocukların estetik ve mimari duyguları gelişecek ya, biraz tarih ve coğrafya okuyacak ve dünyayı görecekler ya, ‘sistem düşüncesi’ni kavrayacak, empati yetilerini geliştirecekler ya, sonra vatanlarına dönüp sıfırdan başlayacaklar ya… İşte o gün, ben de size bambaşka bir yazı yazacağım. Bekleyin, olur mu?