Güncelleme Tarihi:
Levent Kırca-Oya Başar fotoğrafları için tıklayın
Kadir Has Üniversitesi’nde bir yıldır komedi oyunculuğu dersleri veriyorsunuz. Hocalığı seviyorsunuz galiba...
- Çok... Pek havalı bir durum. Ayrıca pırıl pırıl gençlerle birlikte olmak beni mutlu ediyor, enerji veriyor.
n Siz konservatuvar eğitimi aldınız mı?
- Ankara Devlet Konservatuarı’nda bir süre okudum ama yarıda bıraktım. Konservatuvar şart mıdır? Şarttır ama şimdi konservatuvara bin kişi müracaat ediyor, sadece 10 kişi alınıyor. Bu adalet midir? Değildir. Okula giremeyen yetenekli gençler ne olacak? Bu açıdan değerlendirirsek konservatuvar şart değildir. Yetenekli arkadaşlarımız kendi kendilerini dışarıdan yetiştirebilirler.
n O zaman mankenden de oyuncu olabilir, öyle değil mi?
- Şimdi "Mankenden oyuncu olmaz" demek, hem cahillik hem de tabiata aykırı olur. Çünkü dünyada pek çok iyi oyuncu mankenlikten, güzellik yarışmalarından gelmiştir. Herkesten oyuncu olur kardeşim! Yeter ki yetenekli olsun, kendini yetiştirsin. Ben Jane Fonda’ya, Michael Pfeiffer’e hastayım. Onlar da mankenlikten geldiler.
n Çok da güzel kadınlar. Posterleri duvarlarınızı süsler miydi?
- Yok. Ben daha çok Deniz Gezmiş ve Charlie Chaplin’in posterlerini asardım. Benim yetiştiğim dönem, devrimcilik yıllarıydı. Ankara Birlik Sahnesi’nde yetişmiş bir tiyatrocuyum ben. Dolayısıyla o devrimci kültürle büyüdüm. Ağabeylerimiz bizi imtihan ederdi. Onların karşısında mahçup olmamak için sabahlara kadar devrim kitapları okuduğumu bilirim.
n Peki o döneme ait ilginç anılarınız var mı?
- Var tabii. Ankara Birlik Sahnesi’nde benim patronum Halil Ergün’dü. Onun yanında çalışırdım. Halil o yıllarda Siyasal Bilimler’de okuyordu. Ve bu örgütlerle çok ciddi bağlantıları vardı. Acayip kültürlü bir arkadaşımızdı. Neyse o dönem bir takım bildiriler hazırlanır ve herkes bildirilerin altına imzasını atardı. İmzalayan arkadaşlarımız da yüzde100 hapse girerdi. Cezaevine girmek, neredeyse bir moda haline gelmişti. Ama ben ve benim gibi düşünen bazı arkadaşlarımız bunu imzalayıp pasifize olmak istemezdik. Dışarıda olup, aktif olmanın daha faydalı olacağını düşünürdük.
n Deniz Gezmiş’in posteri durur mu hálá duvarınızda?
Ben o gün neyi savunduysam, neyi düşünüyorsam, bugün de aynı çizgide devam ediyorum. Evet, benim evimde hálá Deniz Gezmiş’in posteri durur. Devrimciyim, bundan da her zaman gurur duymuşumdur. Düzeni, yönetimi eleştiririm, eleştirmeye de devam edeceğim. Buna müsaade ederlerse.
YUNUS EMRE GİBİ YAŞIYORUM
n Etmiyorlar mı?
- Birkaç TV kanalından program yapmam için teklif geldi. Bir tanesini kabul ettim, tam anlaşma yapacağız, ses soluk çıkmadı. Neden çıkmadı, bilmiyorum. Huysuz Virjin’in başına gelenler de çok ilginç. Huysuz Virjin bu ülkede türünün tek örneğidir. Allah göstermesin yarın huysuza bir şey olsa, ikinci bir Huysuz yok. Yani onu kırmanın, onu üzmenin bir manası yok. Mizahtan korkmamak gerek.
n Televizyon olmuyorsa film yapma özgürlüğünüz var. Neden film yapmıyorsunuz?
- Tamam film yapma özgürlüğüm var ama bakalım paramız var mı? Bugün bir film yapmak bilmem kaç trilyon...
n Herkes sizin çok zengin olduğunuzu düşünüyor...
- Ben çok zengin değilim. Evet, televizyondan çok para kazandım. Malım, mülküm, lüks arabalarım oldu çok şükür. Ama şimdi öyle yaşamıyorum. Yunus Emre gibi ete, kemiğe büründüm. Ayrıca ben sağlığımda malımı, mülkümü dört çocuğuma dağıttım. (İlk eşimden 2 oğlum, Oya Hanım’dan da bir oğlum, bir kızım var) Hepsini karşıma aldım, eşit ölçüde haklarını verdim. Şimdi içim rahat. Ölsem de gam yemem yani.
n Bir rahatsızlığınız mı var Levent Bey?
- Evet var. Yeni öğrendim. Çok uzun vadeli bir rahatsızlık, kalbimde delik var. Bunu ilk sizinle paylaşıyorum.
n Çok geçmiş olsun!
- Teşekkür ederim. Doğuştan varmış bu delik.
n Tıpkı Tan Sağtürk gibi... Siz de mi tesadüfen öğrendiniz?
- Evet... Benim bir kan rahatsızlığım var. Bu rahatsızlığım uzun zamandır doktor kontrolü altında. Bu hastalığımın rutin kontrolleri sırasında tesadüfen kalbimde delik olduğu ortaya çıktı.
n Bu kan rahatsızlığı, nasıl bir rahatsızlık?
- Mehmet Ali Erbil’in rahatsızlığına çok benziyor. Sebebi bir türlü bulunamadı. Ben de lokosit birden bire yükseliyor. Yükselmemesi için sürekli ilaç kullanıyorum ve düzenli olarak doktora gidiyorum. Dediğim gibi Amerikan Hastanesi’nde yapılan rutin kontrollerimden birinde doktorum, genel bir muayene de yaptı. Muayene sırasında bana, "Senin kalbinin atışında bir tuhaflık hissediyorum. Ritm bozukluğu var gibi. Daha detaylı bir bakmamız gerek" dedi ve o kontroller sonrasında kalbimde bir delik olduğu ortaya çıktı. Kalbin bir yarım küresinden, diğer yarım küresine kaçak varmış. Vücudun bir yerine pıhtı atmasın diye de hemen tedaviye başladılar. Kanı sulandırıcı ilaçlar alıyorum.
BAKIRKÖY’DE TİYATRO SALONU AÇIYORUM
n Peki ameliyat olacak mısınız?
- Hayır, gayet sağlıklıyım. Hiçbir sıkıntım yok. Bu delik öyle büyüyüp, lavabo deliği gibi olacak bir delik değil. Yarın öleceğim gibi bir şey de söz konusu değil. Bunu bilmeden yaşayan çok insan varmış. Ayrıca benim deliğe kontrollerde bakıyorlar göremiyorlar. O kadar küçük yani. Öyle morarma, yorgunluk, deli gibi kalp atışı falan da yaşamıyorum.
n Tan Bey de kalbindeki deliğin performansını etkilemediğini, rahatsızlık hissetmediğini söylemişti.
- Aynı şey benim için de geçerli. Benim performansımda hiçbir sorun yoktu. Hálá da yok. Her açıdan performansım fevkalade. (Gülüşmeler) Koşuyorum, merdiven çıkıyorum, sahnede saatlerce kalabiliyorum. Bir sıkıntım yok Allah’a şükür. Tek yapacağım şey ilaçlarımı düzenli almak.
n Bu iki rahatsızlığınızı öğrendikten sonra hayatınızda çok şey değişti mi?
- Her iki teşhis bana konduğunda şapkamı çıkartıp önüme koydum ve hayatımı bir kez daha gözden geçirdim. Bu insanı çok olgunlaştırıyor, hayata çok farklı bir gözden bakmanızı sağlıyor. Zaten olgun bir adamdım ama daha da mülayim oldum. Artık hayata gülen gözlerle bakmayı tercih ediyorum. Biraz önce de dediğim gibi zamanında lüks de yaşadım. En iyi arabalara bindim. Onları yaşamasam, bugün bu sadeliği seçmezdim. Şimdi metroya, belediye otobüsüne binen bir adamım. Küçüldüm yani. Çok da mutluyum.
n Peki... Şu an oyunlarınızla turnedesiniz. İstanbul’da bir şeyler yapacak mısınız?
- Bakırköy’deki Sinema 74’ü, tiyatro salonu yapacağız. 700 kişilik, balkonlu, yüksek tavanlı bir sinema olan 74’ü, yıllık olarak kiraladım. Şu an tadilat yapıyoruz. Burası çok lüks bir tiyatro salonu olarak şubat ayının ikinci haftası kapılarını açacak. İnanılmaz büyük bir sahne inşa ettiriyorum. İnanılmaz bir dekor düzeneği hazırlatıyorum. Büyük müzikaller yapacağız. Bu arada yeni bir oyun hazırlığı içindeyim. Ayrıca salonda konser, söyleşiler de olacak.
Bir araya gelmemiz mümkün değil
n Levent Bey, herkes Oya Hanım’la yeniden bir araya geleceğinizi düşünüyor...
- Bu Oya Hanım için de mümkün değil, benim için de. O kendine göre bir yol, ben de kendime göre bir yol çizdim. Şimdi aramızda çok saygın bir dostluk var. Allah evvela Oya’yı sağlığını kavuştursun, çocuklarına bağışlasın. Şimdi ilk işimiz bu. Onun sağlığına kavuşacağı güne kadar hep yanında olacağım. Şimdi yeni bir projem var. Kendisine bir oyun teklifi götüreceğim. Oya Hanım’ı seyirciyle buluşturmayı planlıyorum.
n Bir proje mi var yoksa?
Oya Hanım, kendi başına da oynayabilir, birlikte de oynayabiliriz. Böyle bir projem var. O kadar modernleştim yani (gülüşmeler). Hayat insanı işte böyle güzel terbiye ediyor. Ölümle burun buruna geldiğiniz zaman, her şeyi bir daha gözden geçiriyorsunuz. Keşke bazı acı gerçeklerle karşılaşmadan bunu başarabilsek. Bu röportajın mesajı da bu olsun Sema Hanım...
Oya bana kemoterapisini anlatıyor ben de ona projelerimi
- Oya Hanım’ın göğüs kanserine yakalanmasına çok üzüldüm. Hiç düşünmeden yanına gittim. Gönülden, yürekten ilgilendim. Rahatsızlığının her aşamasını takipteyim. Göğüs kanseri bütün dünyada çok sıradan, tedavisi son derece başarılı olan bir hastalık artık. Oya Hanım bu rahatsızlığın ilk evresini başarıyla atlattı. Şimdi tedavi görüyor. Eskisi gibi sağlığına kavuşacaktır. Gerekirse bunun için canımı bile veririm. Ama o, kolay kolay teslim olmaz. Güçlü bir kadındır. Bunu biliyorum.
Biz Oya Hanım ile kanlı bıçaklı ayrılmamıştık. Sadece görüşmüyorduk, o kadar. Bizim birbirimize sevgimiz, saygımız hálá vardır. Biz iş yerinde, evde sürekli beraberdik. Bunun getirdiği sıkıntıları yaşadık ve boşandık. Ben biraz eski kafalı bir adamım. 30 yıl evli olduğum birisiyle sonradan arkadaş olmayı beceremeyen biriydim. Ama bu rahatsızlıklardan sonra kendimi aştım. Şimdi her gün birbirimize telefon açıp konuşuyoruz, o bana kemoterapisinin nasıl geçtiğinin anlatıyor ben ona yeni projelerden söz ediyorum.