Güncelleme Tarihi:
İsmail Türkmen / citizenoff@gmail.com
72 yaşında bu taraftan göçen rahmetli dedemin ancak son yıllarını hatırlayabiliyorum. Babamdan dinlediğime göre bir zamanlar öyle değilmiş ama benim bildiğim dedem, inanılmaz sakin, hiçbir şeye aşırı tepki vermeyen, sanki “aşmış” bir insandı. Komşu olarak geçirdiğimiz sekiz-on yılda bir kere bile sinirlendiğini, öfkelendiğini görmedim. Muhtemelen hayatı boyunca olduğu gibi o zamanlar da günlük yaşıyordu. Hırs nedir bilmez, küçük marangoz atölyesinde takılır dururdu. Ve herhangi bir sorun yaşayıp da şikayet etmek ya da akıl almak için yanına gittiğimde benim heyecanımın tersine hiç istifini bozmadan çalışmasına devam eder ve sonunda mutat tavsiyesini yapardı: “Ahmak çalışır, işler olacağına varır.”
Başat karakteri Jane Fonda’nın, ona el vereni Michael Sarrazin’in oynadığı 1969 yapımı Sydney Pollack filmi They Shoot Horses, Don’t They?’in (Atları da Vururlar) çarpıcı kurgusunun sonunda dedemle yaşadıklarımı tekrar anımsamamam imkansızdı. İnsanoğlunun belki de hiçbir zaman sırrını çözemeyeceği “kader” olgusuna kesinlikle inanmasanız bile, dünyaya ilişkin en ufak bir umut taşımadığı halde yaşamını değiştirmek için giriştiği son çabasından da ağzının payını alan Gloria Beatty’nin (Fonda) felsefesine saygı duymak, varoluş labirentini çözme yolunda bunu hesaba katmak zorundasınız: “Galiba herkes kendisine biçilen rolle dünyaya geliyor.”
Atları da Vururlar özellikle bir yanıyla örnek bir yapım. Filmin belki de en güçlü tarafı, tam anlamıyla dibe vurmuş mutlak bir umutsuzluğun nasıl oluştuğunu ve neye yol açabileceğini anlatan metni/öyküsü. Ancak eğer gerçekten çok güçlü bu öykü başka bir yorumla harmanlanıp başka türlü bir kurguyla sunulsaydı her şey berbat olabilir, ortaya beşinci sınıf bir film çıkabilirdi. Dolayısıyla bu film, her sinemacıya şunu hatırlatır nitelikte: Çok çok iyi, olağanüstü bir öyküye sahip olmak asla iyi bir film çıkarmayı garanti etmiyor. Tek bir örnek vermek istiyorum. Şayet filmin temel olayını oluşturan “insan öğüten” dans yarışması şu ya da bu şekilde “sonuçlanmış” olsaydı Atları da Vururlar’ı başyapıt kılan çatı çökmüş olurdu. Çünkü, birincisi, bir anlamda yarışmaya tekabül eden insanlık tarihinin bitip bitmeyeceğini bilmiyoruz. İkincisi ise, filmin ana karakteri Gloria için yarışmanın kazanılması (hem de çıplak 1500 dolar artı birkaç yüz dolar “yalandan evlilik” ikramiyesiyle bile olsa) ya da kaybedilmesi temelde hiçbir şekilde hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Kazanması Gloria’nın ezeli ıstırabını asla hafifletmeyecekti. Kaybetseydi, izleyici, sanki kaybettiği için kendine kıydığı gibi yanlış bir algıya düşecekti. (Bence Atları da Vururlar çok özel bir film ve bu paragrafta kastettiğim nedenden ötürü metne dökülebilecek bir şey değil. Dolayısıyla filmi henüz izlememiş okurlarımdan bu yazı için özür dilerim. Ancak burada sadece şunu söyleyebilirim, filmde, ortalama bir doktorun ayda 250 dolar kazandığı 1932 Amerikası’nda, kazanan çiftin 1500 dolar alacağı öldürücü bir dans yarışması izliyoruz.)
ATLARI VURMAZLAR MI?
Sinemasal olgunluk açısından hiçbir zaman eskimeyecek bir film olan Atları da Vururlar, insanların çaresizlikleri üzerinden bile para kazanmayı, hep özne diye bildiğimiz insanları bu yolda pervasızca nesneleştirmeyi, “Bu bizim işimiz” mazereti/palavrası aracılığıyla profesyonelliği bir tür ahlaksızlık yapmayı ve daha bir sürü konuyu işliyor. Ne var ki filmin iskeleti ve aktarmakta zirveye çıktığı nokta Gloria’nın geleceksizliği. Film boyunca Gloria’nın ruh halini iyi izlemek gerekiyor. Örneğin yarışmanın neredeyse her aşamasında Gloria’nın birinci gelecek güçte olduğunu görüyorsunuz, bunu kendisi de biliyor ancak o, filmin belki de hiçbir anında “umutlanamıyor.”
Bilimin kaydettiği bilmem şu kadar gelişime rağmen hala ayağı kırılan atları “uyuttuklarını” biliyoruz. Öyle olmadığı halde sanki tek bir zirvesi olan ve oraya da birdenbire vardığı izlenimi yaratan filmin sonunda, Gloria’nın kalbindeki/ruhundaki yaranın ayak kırığından bin beter olduğuna gün gibi şahit oluyoruz. Sonra Gloria’nın ıstırabını dindiren dans eşi Robert Syverton (Sarrazin), kendisini sorgulayan polislere son sözü söylüyor: “Atları vurmazlar mı?” (Filmin adı Türkçe’ye maalesef anlam kayması yaratacak şekilde çevrilmiş. “Atları da Vururlar” deyince sanki dans yarışmacıları başka bir şeymiş gibi algılanıyor. Doğrusu “Atları Vurmazlar mı,” çünkü, filmin pek çok sahnesinin ustaca gösterdiği gibi, Gloria tam anlamıyla kalbi kırık bir at.)
JOHN MALKOVICH NOTU: Çarpıcılığının dışında başka birçok yönden de Atları da Vururlar’a benzeyen bir film de iyi bir Steinbeck uyarlaması olan Of Mice and Men’dir (Fareler ve İnsanlar, 1992). Fareler ve İnsanlar’ın Gloria’sı Lennie’yi oynayan John Malkovich “Sinema Onur Ödülü”nü almak üzere geçen hafta İstanbul’daydı. Bunu haberleştiren basınımız, takip edebildiğim kadarıyla, Malkovich’in filmografisinden örnekler verirken bu filmden bahsetmediler sağolsunlar. Allahtan Malkovich’in kendisi “Favori filmim Fareler ve İnsanlar’dır” dedi de şahsen içime su serpildi.