Oluşturulma Tarihi: Mayıs 05, 2004 00:00
Cuma günkü yazımda Ephraim Kishon kitaplarını bulamadığımı yazmış ve elinde bulunanlardan kitapları ödünç olarak istemiştim.Yollamış olduğunuz kitaplara çok teşekkür ederim. Şimdi elimde bir Ephraim Kishon külliyatı var. Hepsini zevkle okuyacağım. Tek korkum, evde yalnız başıma kitapları okuyup, gülme krizine girdiğimde yan komşumun ‘Yine delirdi Armağan’ diye düşünmesi. Umarım komşum bu yazıyı okur da, ben de zan altında kalmam. Bu kitap isteme meselesiyle ilgili olarak son bir şey daha yazmak istiyorum. Cuma günü yazı yayınlandıktan sonra bir arkadaşım aradı ve ‘Bunu da yaptığına inanamıyorum. Gazeteye yazarak kitap istenir mi yahu’ dedi. Hatta bu konuyla ilgili bana ‘Yuhhh’ çeken okuyucu mailleri de geldi. Maillerde kısaca ‘Artık işin suyunu çıkardınız, kendi göbeğinizi kendiniz kesmelisiniz. Çıkın arayın kitabınızı. Bu kadar da işin cılkı çıkartılmaz ki yuhhhh, yuhhhh’ deniyordu. Ben hadiseye böyle bakmıyorum. Ben küçükken eve aniden misafir geldiğinde annem elime ufak bir kahve fincanı verip ‘Evde kahve kalmamış, git Tülin teyzenden biraz kahve iste, gel’ derdi. Ya da, evde ekmek olmadığında başka bir komşuya beni, ‘Fazla ekmeğiniz var mı?’ diye yollardı. (Tabii şimdi siz bunlar ailecek hampacıymış diye de düşünüyor olabilirsiniz!) Ben kasabada yaşarken arkadaşlarımdan okuyup geri vermek üzere çok kitap ödünç almışımdır. Bunların çok insani ilişkiler olduğunu düşünüyorum. Hálá komşumdan kahve isteyebiliyorsam eğer, beni okuyanlardan da ödünç kitap istemek hakkına sahip olduğumu düşünüyorum. Yoksa ilişkimizin sadece ‘yazan’ ve ‘okuyan’ olarak kalmasını hiç istemem. Ama korkmayın şımarmam. Hani ‘Bir gün gelir otomobil de ister bu’ diye düşünmeyin sakın! Ölçümü bilirim anlayacağınız. NASIL BÜYÜDÜMBen büyürken en iyi şarkı sözü yazarı Fecri Ebcioğlu’ydu.Son model sinemalar!Son üç-dört yıldır İstanbul’da çok modern sinema kompleksleri yapılıyor biliyorsunuz. Koltuk aralarının bilmem kaç santimetre olduğu, ayaklarınızı rahatça uzatabileceğiniz, yanınızda oturan kişiyle ‘Kolunu önce kim koyacak’ diye yarışmadığınız, serin, kısaca rahat rahat
film izleyeceğiniz sinema kompleksleri. Tamam salonda rahat rahat film izliyorsunuz da, hani film arasına çıkıyorsunuz ya, işte o sırada felaket başlıyor. Filmin ikinci yarısının başlayacağını belirten can hıraş bir çığlık duyuyorsunuz orada çalışan gençlerden: ‘2 numaralı salondan araya çıkanlar, filminiz başlamak üzereeee!’ İnsan bir irkiliyor bu çığlığı duyunca! Yahu bu kadar para harcıyorsunuz, modern, rahat sinema kompleksleri yapıyorsunuz, ama bu çığırtkanlık sistemine bir çözüm bulamıyor musunuz? Her film arasından sonra yüreğimizi ağzımıza getiren bir çığlık duymak zorunda mıyız?Yarın bunları hatırlamak istemiyorumBu yıl bir türlü baharın gelememesi sebebiyle pazar günü ‘50 İlk Öpücük’ filmini izlemek için sinemaya gittim. Geçirdiği
trafik kazasında travma geçiren Lucy (Drew Barrymore) beynine yeni bilgiler yükleyemiyor. En son hatırladığı an, trafik kazasını geçirdiği gün. Her sabah bir önceki günü beyninden silerek güne başlıyor. Eğlenceli bir romantik komedi. Ama sadece eğlenceli.Sinemadan çıkarken, bu durumun bazen insan için avantaj olabileceğini düşündüm. Sonra bu sabah gazeteleri açtığımda, yarın sabah hatırlamadan uyanmak istediğim
haberler gördüm. Mesela, Muhsin Ertuğrul’u ölümünün 25. yılında anma törenine sadece yedi kişinin gittiğini, Şile’de alarmlı tabut satışının başlamasını, bir İngiliz askerini Iraklı esirin üzerine idrarını yaparken gösteren fotoğrafı...Bitmedi... TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı AKP’li Burhan Kuzu’nun siyasetin kadınlar için hálá zor olduğunu ve kadınların erkeğin parasına ihtiyacı olduğunu savunarak, milletvekili kadınlara Meclis’ten eve geç gittiklerinde farklı gözle bakıldığını iddia edip, ‘Sabahın 02.00’sinde, 03.00’ünde evine giden kadına her yerde aynı bakılmıyor. Nereden geliyor bunlar denir’ diye verdiği demeci, Cindy Jackson ve Miles Kendal adlı iki İngiliz’in, yüzbinlerce dolar harcayıp, defalarca bıçak altına yatarak kendilerini hayran oldukları ünlü oyuncak bebekler Barbie ve Ken’in birer kopyası haline getirmelerini... Unutsam fena mı olur?
button