Güncelleme Tarihi:
Lisede çok parlak bir öğrenciydim. Mesela Türkiye birincisi oldum kompozisyonda. Ankara Valisi bana küçücük bir radyoyla, bir kalem armağan etmişti. İstanbul’da üniversite kazandım. Olaylı yıllardı. Babam, “Yaşar orada rahat durmaz” diyerek bana başka bir yol haritası çizdi. Lise bitince, 1976’da, beni İş Bankası’nda işe soktu. Yüksekokulu da bankada çalışırken okudum.
Bankada işçiler geldi, “Sendika temsilcimiz olur musun?” dediler. Kabul ettim; rakibim de bayağı güçlüydü. Ben kazandım ve öyle başladı sendikal yaşamım. Ama 12 Eylül darbesi oldu. O dönem bitince 1983’te sendikamız BASİSEN kuruldu, ben de Ankara İç Anadolu Bölgesi'ne sekreter atandım. Şimdi BASİSEN Bölge Başkanı'yım.
TÜRK-İŞ’in tek kadın delegesiydim ilk kongrede. 421 kişiden tek kadın. O kadar enteresan ki, mahcup oldum; sanki bir kusur işlemiştim. TÜRK-İŞ’te kadın sayısı hâlâ çok az. Devrimci DİSK’te de kadın yok. Dünya sendika hareketi kadın liderlere emanet, Türkiye’de erkeklere. Hatta kadının gitmesi gereken yurtdışı kongrelere erkek sendikacılar gidiyor. Bütün kadınların içinde üç-beş erkek oluyor yani.
Ama bakın, TÜSİAD başkanı dört dönemdir kadın. Arzuhan Doğan Yalçındağ ve Ümit Boyner! Sendikacı olarak ikisini de takdir ediyorum, sınıflarının son derece şık, zarif sözcüleri. Düşünün, sendikal dünya henüz bunun farkında değil. Hâlâ ilkleri ve tekleri sayıyorsak, ne kadar geri olduğumuzun göstergesi. İlk kadın dekan, ilk kadın vali, ilk kadın bakan... İçinde bulunduğumuz tablo vahim. Ama Türkiye’de kadın hareketi çok gelişti, bu sevindirici. Örgütlü çalışmalarda da daha ön planda olmaları gerek. Ama demek ki örgütlerde bir noktada kuşatılıyorlar. Siyasette de öyle.
23 YILDIR RAKİPSİZ BAŞKANIM
Sendika başkanlığımda 23 yıl olmuş. Bu dönem sonunda 27 yıl olacak. Rekor şu: İlk seçim hariç hep rakipsiz seçildim. Sendikacılık benim için artık bir yaşam biçimi, yani adanmış bir yaşam. Çalışma dünyasındaki kadınların sözcüsü oldum. Bu beni kadın haklarıyla ve dünya kadın hareketiyle buluşturdu. Yani kadın hakları savunuculuğunu bana sendikal yaşam sundu. Hatta yüzde 90 erkeklerin oyuyla seçildiğim için bir genel kurulda, “Arkadaşlar, beni bağışlayın, sizin sorunlarınızdan çok kadın hakları konuşuyorum. Kadın dünyasına bu anlamda bir armağan verdiniz beni seçerek” dedim. Yazma eylemim de sendikal dünyanın bana açtığı bir pencere.
Yeni sendika temsilcisi seçimiş birisi bana geldiğinde emsal olmak isterim: “Sendikanın genel başkanı olmasın” demem, hedefi büyük koyarım: "TÜRK-İŞ Başkanı olmalısın” derim. Türkiye’de bir kadının TÜRK-İŞ Başkanı seçilmesi ne kadar güzel olur. Artık sendikal yaşamdan yazım yaşamına kaymayı düşünüyorum. Hemen değil, seçimi yeni kazandım, daha önümde zaman var. 2007'de Atina’da, 'Avrupa’nın En Başarılı Kadın Sendikacısı' ödülünü aldım. Orada yaşam öyküm barkovizyonda akarken yazar olduğum söylenince salonda aldığım alkışı hiç unutamam. Sendikacılığımdan daha önemliydi yazar kimliğim. Oysa Türkiye’de onu hep sendikal kimliğimin gölgesinde tuttum. Zaten Türkiye’de sendikal dünya hep görmezden gelinir. Çağdaş bir işveren olsam, fabrikamda sendika olmasını isterim. Örgütlü olduğumuz bankalara bakın, dünyada ilk 100 sırasındalar. Demek ki sendika kötü bir şey değil.
Muhtar kızıyım, evimize Ecevit gelirdi
ALTINDAĞ
Erzincan benim için çok flu bir kara tren ve çok büyük bir su. Altı yaşımdaydım o trenden indiğimde. Altındağ’da yaşam sokakta akar, insanlar imece usulü yaşardı. Babam muhtardı. Aralıksız 21 yıl yaptı, muhtarlık bir mesleğe dönüştü onun için. Muhtarın kızıyım. İyi bir Halk Partili'ydi. Evimize Bülent Ecevit, Mustafa Üstündağ gelirdi. 45 bin nüfuslu koca mahallede babam beni ortaokula göndererek örnek oldu. Mahallede ortaokula giden ilk kız çocuğuydum. Benden sonra kızları kız enstitüsüne verdiler, ben Yıldırım Beyazıt Lisesi'ne gittim. Küçüklükte kahramanım annemdi. Hayata bağlılığı, sevgi dolu oluşu beni etkilerdi. Annemde hep gizli bir hüzün vardı, hiç okula gitmemişti ve özlemlerini bende gidermeye çalışırdı. Babam okumayı askerde öğrenmiş. Okumaya müthiş tutkuluydu. Okuma yazma kurslarını mahalleye getirdi.
Deniz Gezmiş fotoğrafından ceza aldım
DEVRİMCİ ABİLER
Devrimci abiler, 68 kuşağıydı örneğimiz. Hüseyin Cevahir’in Altındağ’da akrabaları vardı, onlara geliyordu ziyarete. Lisedeyken onun bana armağan ettiği 'Nazım’ın Çilesi'ni okumuş, o şansa erişmiş biriyim. Erol Toy’un 'İmparator’unu da getirmişti. Sonra Victor Hugo, Dostoyevski okumaya başladım. Dünya klasiklerini öyle tanıdım, çok severek okudum. Dünya görüşüm de o dönemde oluştu. Mahalleye genç sendika liderleri gelirdi. Zaten siyasi bir aileydik; o siyasi atmosferde biçimlendim. Lise yıllarında duvarlara yazılar yazıyorduk. Deniz Gezmiş idam edildiğinde fotoğrafını kesip sakladığım için üç gün liseden uzaklaştırılmıştım. Defterimin arasında kalmış. Öğretmen gördü. Babama da söylemedim, akrabalarda kaldım. Sanki kötü bir şey yapmışım gibi. Zaten üzgünüm, ağlamışım, perişanım. Hüseyin Cevahir de ansızın İstanbul’a gitmişti, sonra ölüm haberini duydum. Çok üzülmüştüm tabii. Onu öğretmenim görüyordum, çok etkilenmiştim.
Dava zamanaşımına uğradı, ya acılar!
MADIMAK
Ekşi Sözlük'te biri yazmış, “Solcu, sendikacı, kadın, Kürt, Alevi, Dersimli! Bu ülkede olunmaması gereken her şeyi olmuş.” Devrimcilik yıllarımızda Alevilik, inançsal kimlikler umrumuzda değildi. Bunlar sonra gün yüzüne çıkmaya başladı. Bunu bir şans sayıyorum. Kürtlüğümüz ve Aleviliğimizden dolayı bir baskı görmedik. Baskı gören bir insanla duygularım aynı olmuyor; ona göre zaten asimile olmuşum. Kürtçe biliyorum ama... Çocukluğumdan anımsıyorum, bir gün okuldan gelince annem saçlarımı taradı, bayram gibi en güzel giysilerimi giydirip cem törenine götürdü. Cem benim için semah dönen adamlar ve et yemekleriydi. Devrim yapacağız ya, "Alevilik de neymiş, dedeler de neymiş" derken deyişlerden çok etkilendim. Hatta dedelere çok haksızlık ettiğimizi şimdi daha iyi anlıyorum. Dersim kökenliyiz. Babamdan hep Dersim öyküleri dinledim. Geçmişteki olayları tartışıp o yaraları sarmalıyız. Biz, Ali ile Osman'ın kardeşliğini isteyen Aleviler, hiç 'Sivas' demedik hep 'Madımak yangını' dedik. Koca bir şehri suçlamak istemedik. Madımak Müzesi istedik. Dava zamanaşımına uğradı; ya acılar! En acısı da Başbakan'ın “Hayırlı olsun!” sözleri. Bu, Alevileri ve vicdan sahibi herkesi derinden yaraladı...
İlk romanım ödül aldı, oyun oldu
KİTAPLARIM
Lisede günlük tutuyordum ama onun edebi günlük olmadığını bilmeden... 1986’da rahmetli Mustafa Ekmekçi önerdi röportaj yapmamı. Ali Yüce’yle röportajı yaptım, Hürriyet Gösteri Dergisi’ne gönderdim. Dergiyi aldım, en arkalarda kendimi arıyorum; en öndeki röportajmış. O coşkumu hiç unutamam. Ekmekçi o röportajı okuyunca “Yaşadığın Altındağ’ı yazsana” dedi. Oturdum, yaşadığım yeri yazdım. Kitap çıkmadan önce Milliyet’te dizi oldu dört gün. Sonra Akademi Kitap Evi’nin ödüllerinde birinciliği paylaştım Feridun Andaç’la. Sonra bir arkadaş oyunlaştırdı, 1993’te oynanmaya başladı. O yıl da Kültür Bakanlığı özel ödülünü ve Sanat Kurumu ödülü aldı; en iyi yazar. Oyun göçe çıktı; Antalya, Bursa, Van ve Ankara’da oynandı. Sonra 'Cambahçe Kadınları'nda Paşabahçe direnişini yazdım. O da Devlet Tiyatroları repertuvarında. Bütün yazılarımda kadınlar var, objektifim onlara dönük. 'Asmin’de Güneydoğu kadınlarının hayatları vardı. Asmin, uçurumlarda açan bir isyan çiçeği. Kadınlar da öyle değil mi Türkiye'de hâlâ? Bu ay yeni bir kitabım çıkacak: 'Göçmen Kalem'. Bu kitapta dünya ülkelerine gezilerim var. Gazete yazıları cemiyetin çıkardığı 'Bizim Gazete'de başladı, sonra Birgün’de yazdım. Sekiz yıl yazıp hiç tekzip almamak benim için çok önemliydi.
Belki de o beni bıraktı
SİYASET
1998’de TÜRK-İŞ ve DİSK kendi kadrolarından aday önerdi, beni de TÜRK-İŞ’in listesinden önerdiler, CHP Parti Meclisi’ne girdim, Zülfü Livaneli’den sonra en yüksek oyu aldım. CHP tabanında kadına karşı çok ilgi, sevgi ve saygı var, bunu oyla gösteriyorlar. 17 ay genel başkan yardımcılığı yaptım. Daha sonra bıraktım siyaseti. Belki de o beni bıraktı bilmiyorum. 1999’da milletvekili adayı olmuştum ama beni kontenjandan beşinci sıraya koydukları için çekildim. Zaten parti de barajın altında kaldı.
"Çağdaş bir işveren olsam, fabrikamda sendika olmasını isterim. Örgütlü olduğumuz bankalar dünyanın ilk 100 sırasında ve burada sendika var. Demek ki sendika kötü bir şey değil"
"Kadına şiddet inanılır gibi değil. Günde nerdeyse beş kadının öldürülmesi çok kötü bir örnek. Yazıyoruz, çiziyoruz ama cinayetler hız kesmiyor. Erkeğe soruyorlar, niçin öldürdün? Çok sevdiğim için! Halbuki sevgi yaşatan bir şeydir. Sevgiden öldürmek Türkiye’ye özgü bir tanım olsa gerek"
"TRT’deki 'Ayrılık' dizisinin yazarı ya da senaristi değilim. Yıllardır Filistin kadınlarını yazarım: 'Kod Adı Dökme Kurşun', 'Çocuklar'... Filistin kadınları konusunda düşünceme başvurdular. Ben de anlattım. Onun dışında diziyle hiçbir ilgim yok"