Yeşim Çobankent
Oluşturulma Tarihi: Ocak 25, 2003 00:10
Sokakta görseniz onun Donna Karan'ın, Gucci'nin filan peşinde koştuğu deha bir moda tasarımcısı olduğuna inanamazsınız. Kot pantolonu, lacivert kazağı ve anorağıyla sıradan bir üniversite öğrencisi sanki.
Çok alçakgönüllü, çok sevimli, çok kibar ve çok akıllı. Yakında İstanbul'da düzenlenecek sergisini bahane ederek konuşmaya ikna ediyoruz.
Dünya onu Hussein Chalayan olarak tanıyor. Lefkoşe doğumlu bu genç adam 12 yaşında geldiği Londra'da, o çok prestijli St. Martins School of Art'ta okudu. Okuldan dokuz yıl önce mezun oldu, adını ilk kez Björk için yaptığı tasarımlarla duyurdu. ‘‘Yılın Tasarımcısı’’ seçildi. O gün bugündür yaptığı bütün tasarımlar, defileler insanları şaşırtıyor, aklını karıştırıyor, sorular sorduruyor. Kısacası Hüseyin Çağlayan (32) bugünlerde moda dünyasının dikkatle izlediği isimlerin en başında geliyor.
Son yılların en özgün modacılarından birisiniz. Her defilede mutlaka bir tema, fikir, mesaj oluyor. Şu aralar neler meşgul ediyor kafanızı?
-Benim için önyargısızlık çok önemli. Değişik kültürlerdeki olaylara bakış açısı çok ilgimi çekiyor. Yeni bakış açıları kazanmak ve bunu insanlarla paylaşmak istiyorum. Aslında modanın kendisi çok ilgimi çekmediği için diğer konularda bilgi edinmem çok önemli. Bütün işlerim fikirlere dayanıyor. Kimlik konusu da ilgimi çeken temalardan biri.
Kategorilerden pek hoşlanmıyorsunuz ama siz de bir kategoriye hapsoldunuz. Herkes sizden entelektüel modacı diye söz ediyor.
-Yaptığım işin bir kısmı öyle ama hepsi değil. Kendi kendime entelektüel diyemem, bunu benim söylemem çok itici olur. Mütevazı değil abartılı. Birçok gazeteci tembel, araştırmalarını doğru yapmıyor. Kategorize etmek zihinsel tembellikten kaynaklanıyor.
Gördüğüm kadarıyla defileleriniz giysi gösterilerinden çok kavramsal sanat performanslarını andırıyor.
-Biraz, çünkü her zaman bir konu ve onun bir sunuş tarzı oluyor ama tamamen öyle diyemem çünkü eninde sonunda bir kıyafet gösteriyoruz.
Sizden önce sanata bu kadar yakın defileler yapan modacılar var mıydı?
-Bence yoktu. Belki de vardır, ben bilmiyorum.
Fikirlerle bu kadar ilgilenen entelektüel kapasitesi yüksek bir modacı sıradan insanları ürkütüyor mu?
-Bence ürkütmemeli. Benim işimin iki bölümü var, birincisi konsept (kavram) diğeri üretim. Sonuçta elbise satıyorum ama ikisi birbirinden ayrılmıyor. Kavramlar bir süreç yaratıyor ve elbiseleri bu sürecin sonunda tasarlıyorum. Elbiseyi alan insanların illa ki de bu süreci bilmesi gerekmiyor.
Londra'da ünlü mücevherci Asprey ile anlaştınız, onlara lüks tüketim başlığı altında bir koleksiyon hazırlıyorsunuz.
-Onların moda bölümünün direktörüyüm. Hermes, Louis Vuitton gibi prestijli ürünler üzerinde çalışıyoruz. Orada yaptıklarımın kendi mağazamla alakası yok.
Başka tasarımcılardan çok düşünürlerden, sanatçılardan, şairlerden esinleniyorsunuz değil mi?
-Devamlı okuyorum ama bunu tasarım için değil, hayatımın bir parçası olarak yapıyorum. Kültürel teorilerle çok ilgileniyorum, Henri Bergson, Gaston Bachelard, Roland Barthes, Jean Baudrillard okumayı seviyorum ama tabii gerçek hayat bunlardan daha ilginç. Sevdiğim sinemacılar Kieslowski, Passolini, Antonioni, Bergman, Kaurismaki Kardeşler, Doğu Avrupa, İtalyan, Fransız sineması. Kültürel konularda repertuarım geniş.
Moda beden için mimaridir demişsiniz bir konuşmanızda.
-Evet, mimarlığın teorisi çok ilgimi çekiyor. Mimarlık form yaratmanın yanı sıra kültürel ve fiziksel ihtiyaçları da karşılamalı, bu bedenler için de geçerli. Mimarlık enstitülerinde konuşmalar yaptım, bunlardan biri de Kaliforniya UCLA. Bunları moda değil de mimarlık okulunda yapmak benim için çok heyecan verici. Bedene bir mimar gözüyle bakabilirsen daha analitik bir bakış açın oluyor ve ilginç şeyler çıkıyor ortaya.
Giysilerinizin çok deneysel olması giyilebilirliğini engelliyor mu?
-Hayır. Bizim yaptığımız defileler çok yanlış anlaşılıyor, halbuki iki bölümü var. Birincisi şov, yani bir yapıt var ortada. İkincisi giyilebilir elbiseler. Yapıtlarım giyilebilir elbiselerin temelini oluşturuyor. Yani fikirler yapıtlara, yapıtlar elbiselere dönüşüyor. Benim hedefim tasarım, sanat ve endüstriyi bir araya getirmek.
Tom Ford'un sizi Gucci'ye transfer etmek için çok uğraştığı söyleniyor.
-Evet uğraşmıştı. Prada'da da Jill Sander'in yerine istedi ama onlarla da anlaşamadık çünkü adamlar çok şey istiyordu. Kendi markamın o markaların altında ezilmesini istemedim. En son Donna Karan çağırdı, çok çok uçuk bir rakam teklif etmelerine rağmen kabul etmedim. Kendi işime ağırlık vermek istiyorum ayrıca benim için çok para kazanmak bir mutluluk ölçüsü değil. Bir de artık çok fazla seyahat etmek istemiyorum.
İSTANBUL'A YERLEŞEBİLİRİM
Peki İstanbul'a yerleşmeyi düşünüyor musunuz?
-Evet düşünüyorum. Hayatımın altı ayı burada altı ayı Londra'da geçse ne güzel olur. İstanbul bana çok iyi geliyor. Burada insanlar eğlenmesini daha iyi biliyor. Yemekler daha güzel. Buranın tarihini, aile değerlerinin olmasını, insancıllığı seviyorum. Tabii burada gerçek insanların hayatını değil, işte hep sanatçılarla tasarımcılarla filan birlikte olarak bir illüzyon içinde yaşıyorum, bu beni biraz rahatsız ediyor. Burada insanlar arasındaki ayrım İngiltere'den çok daha keskin. İstanbul'da benim ilgimi çeken belirli mekanlar değil de, hiçbir zaman ne olacağını tam olarak bilememek. Sağı solu belli olmayan bir şehir ve bu çok heyecan verici. Belki de burada yaşasam böyle gelmeyebilir, dağılırım ve çalışamam.
Röportajlarınızda sık sık feminist olduğunuzu vurguluyorsunuz...
-Ben valla kadınların daha üstün yaratıklar olduğunu düşünüyorum. Kadınları daha karmaşık ve becerikli buluyorum. Ben anaerkilim, bana babamızın soyadını taşımak çok saçma geliyor.
İngiltere'de teknik başarınızı satışa dönüştüremediğiniz ve iflas ettiğiniz yönünde söylentiler var.
-Bunlar doğru değil. Şimdi bizim yatırım yıllarımız ve işimiz ilerliyor. Bu alanda ticari anlamda başarılı olmak için uzun yıllar geçmesi gerekiyor. Çok büyük bir rekabet var, hemen sonuç alınmıyor.
KOLEKSİYONU BEYMEN'DE
Peki Hüseyin Çağlayan giyinmek pahalı bir şey mi?
-Ne yazık ki evet. Bu yapılan işin bir sonucu ve kullanılan malzemeye bağlı. Koleksiyonlarımızın bir kısmını Türkiye'de üretebilirsek maliyetler ucuzlayacak. İTKİB (İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği) ile birtakım ortak projelerimiz olacak. Bu arada merak edenler koleksiyonumu Beymen'de görebilir.
Türkiye'de Nil Karaibrahimgil ve Sezen Aksu'yu giydirdiniz. Başka kimse sizinle çalışmak istemedi mi?
-Sezen Aksu ile bir-iki projede çalıştık, Nil'e de sadece albüm için kıyafet verdim. Ben insanları pek giydirmiyorum.
Rumlar romantik bir geçmişte yaşıyor biz Kıbrıslı Türkler daha liberaliz
Siz dünyanın gidişatıyla çok ilgilenen politik bir insansınız.
-Ben kesinlikle politik bir yaratığım. Son gelişmeleri sorarsanız hiçbir şey söylemem gerekmiyor, her şey çok bariz. Herkes savaşın sebeplerini biliyor ve ben savaşa kesinlikle karşıyım. Amerika çok büyük bir ülke ve kendi ihtiyaçları için bir bölgeyi işgal ediyor. Eğer dertleri diktatörlükse neden Kore'ye de girmiyorlar? Amerika'nın kendisi terörist bir ülke. Benim en büyük kahramanım yazar Naom Chomsky'dir, o da bunları açık açık yazıyor.
Siz Lefkoşe doğumlusunuz, ailenizin bir kısmı hálá orada yaşıyor ve Kıbrıs'a gidip geliyorsunuz. Kıbrıs konusuna gelirsek...
-Kıbrıslı Rumlar kendi egemenliklerini yaymayı seven insanlar. Kıbrıs'ta çok karmaşık bir durum var. İki toplum 74'ten beri ayrı yaşıyor ve Rumlar arasında çok fanatikleri de var. Bence siyasi anlamda eşit, iki bölümlü bir federal devlet kurulmalı, her iki tarafta da temsilci olmalı. Onların nüfusu bizden çok daha fazla olduğu için de yurtdışındaki temsilcinin Rum olması çok normal olurdu. Bence Ada'nın tek bir devlet olması doğru değil, çünkü uzun yıllar ayrı yaşamış yeni bir nesil yetişti Ada'da. Rumlar romantik bir geçmişte yaşıyor, biz onlardan daha liberaliz. Rauf Denktaş'ın bu derece dışlanması da doğru değil çünkü adam bu konuya hayatını verdi. Bizim insanlarımız ambargolardan yıkıldı, doğru dürüst bir ekonomimiz yok, tamamen Türkiye'ye bağımlıyız. Kıbrıs'ta büyük bir umutsuzluk var.
YENİ PROJELER PARFÜM VE AKSESUAR
Giysi dışında mobilya tasarlamak isterim. Bir de aksesuar projesine başlıyorum. İtalya'da Gibo adlı bir şirketle lisans anlaşması yaptık, ayakkabı, çanta filan tasarlayacağız. Yakında ikinci erkek koleksiyonumu da tanıtacağım. Adı ‘‘Mekan ve Mekan Olmayan’’. Onu bir etkinlikle tanıtacağız, havaalanını yaşayan bir mekana dönüştüreceğiz bu etkinlikte. Bir de Paco Rabanne, Comme des Garçons, Nina Ricci ve Caroline Herrera'nın parfümünü yapan İspanyol şirket Puig ile görüşüyoruz. Yakında bir parfümümüz çıkacak, ismi belli değil.
TÜRKİYE'DE BÜTÜN KIZLAR JENNIFER LOPEZ OLMUŞ
Türkiye'de kendi şahsi tarzı olan yeterince insan yok. Burada İtalya, Beverly Hills modası var, kızların hepsinin saçları sarı, tenleri solaryumlu. Çok fazla makyaj yapıyor ve hep bilinen markaları kullanıyorlar. Bütün kızlar Jennifer Lopez olmuş. ‘‘Kişisel tarzı var’’ diyebileceğim insanlar Audrey Hepburn, Charlotte Rampling, Patti Smith, Tilda Swinton, Tori Amos... Tarzınızın olması için doğal olmalısınız, bir robot gibi başka insanların dikte ettiklerini değil araştırıp bulduğunuz şeyleri yakıştırmalısınız. Tabii bunun için insanın özgüven ve yetenek sahibi olması gerekiyor.
17 NİSAN'DA AYA İRİNİ'DE SERGİSİ AÇILIYOR
Galerist'de 17 Nisan'da açılacak Hüseyin Çağlayan sergisi Mayıs sonuna kadar sürecek. Son İstanbul Bienali'ne de katılan Çağlayan, şimdiye kadar yaptığı sanatsal projelerden seçmeleri sergileyecek. Seçilen işlerin çoğu video filmi ve enstalasyon. Çağlayan moda dünyasının yanı sıra Londra modern sanat ortamında da bilinen bir isim. ‘‘Sanat dünyası tasarım dünyasını içine almıyor, dışlıyor. Bence şu anda tasarımcıların çoğu sanat dünyasındaki insanlar daha iyi işler çıkarıyor ve daha hayata dair işler yapıyor. Sanatçılar daha kendilerine dönük, egolarıyla meşgul ve bireysel. Yavaş yavaş hem sanat hem de tasarım dünyasını kucaklayan kurumlar olmaya başladı. Tate Modern'de bir sergim oldu, Hollanda'da iki galeriyle çalışıyoruz, Amerika'da gelecek yıl bir tasarım müzesinde sergim olacak.’ Galerist: (0212 233 62 68)