OluÅŸturulma Tarihi: Temmuz 17, 2005 00:00
Pinhan, Åžehrin Aynaları, Mahrem, Bitpalas ve Araf adlı romanların yazarı Elif Åžafak, sadece bir romancı deÄŸil. ODTÃœ Uluslararası Ä°liÅŸkiler bölümünü bitirdikten sonra, Kadın Çalışmaları alanında master yapan; tezini ‘BektaÅŸi ve Mevlevi Düşüncesinde Döngüsel Evren ve Kadınsılık Anlayışı’ üzerine yazan, doktorasını ise Siyaset Bilimi alanında yapan Åžafak, üç yıldır Amerika’daki çeÅŸitli üniversitelerde, Kadın Çalışmaları, OrtadoÄŸu, Ä°ngiliz Edebiyatı ve Hafızanın Politikası gibi konularda dersler veriyor.Bu yıl da yardımcı doçent olarak Arizona Ãœniversitesi’nde ders verecek. Sonbaharda yeni romanı da geliyor: Araf gibi Ä°ngilizce yazdığı ve ÅŸu sıralar Türkçe’ye çevrilen roman, dört kuÅŸak Ä°stanbullu bir ailenin, daha çok kadınlarının hikayesini anlatıyor. Feminist bir kitap bu, öyle ki neredeyse tüm kahramanlarını kadınlar oluÅŸturacakken, yeni evlendiÄŸi eÅŸi gazeteci Eyüp Can’ın ‘alınması’ nedeniyle bir iki erkek karakter eklemiÅŸ! Ama aynı zamanda yıllardır alışık olduÄŸumuz milliyetçi kodlara karşı da oldukça ağır eleÅŸtiriler getiriyor. Hayatı boyunca, bulunduÄŸu, yaÅŸadığı her yerde ‘şimdilik buradayım’ duygusuyla yaÅŸayan, yani bir çeÅŸit göçebe olan Åžafak, Türkiye’de en son, solcu ve feminist bir yazar olarak, muhafazakar kesimden gelen Referans Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can’la yaptığı evlilikle gündeme geldi. Pek çok insan, bu ‘buluÅŸma’ya ÅŸaşırdı. Elif Åžafak’la, bu ÅŸaşırmalar, bir araya gelememeler, Türkiye’deki edebiyat ortamında yaÅŸanan kamplaÅŸmalar, çekiÅŸmeler, kıskançlıklar ve özellikle kadınların kadınlara yaptıkları üzerine konuÅŸtuk.Bir Türk erkeÄŸiyle evliyken nasıl göçebe olunuyor?- Zor oluyor. Ama ben Eyüp’ün uzaylı olduÄŸunu düşünüyorum. Türk deÄŸil o. Benim orada yaptığım iÅŸe saygı duyuyor, bir yazar olarak bana saygı duyuyor. Göçebelik yaptığım deÄŸil, olduÄŸum ÅŸey, bir hayat tarzı. Bir yerde sürekli kalmaktan çok sıkılıyorum. Havaalanları, tren istasyonları benim için daha olaÄŸan yerler. Daha anarÅŸizan, kaotik bir yanım var. Durmak kadar ürküten bir ÅŸey yok beni.Akademisyenlik ve yazarlık, iki farklı ülke. Arada baÅŸka ülkelere gidiÅŸ geliÅŸler. Bölünmüyor musunuz?- Türkiye’de iki baÅŸlığın varsa, birden fazla alandan besleniyorsan burada biraz şüpheyle bakarlar. Romancıysan romancılığını yap kardeÅŸim, otur evinde yaz derler. Siyaset bilimi ve uluslararası iliÅŸkilerde uzmanlaÅŸmak esastır, disiplinlerarası çalışmalara da çok açık deÄŸildir bu alanlar. Hele ki akademiyle sanat arasında gidip gelen bir zihniyete hiç açık deÄŸildir. O açıdan Türkiye’de iÅŸim zordu. Amerika’da ise hem akademisyen, hem de yazar olmak bir artı puan. Birçok insana akademiyle yazarlık bambaÅŸka ÅŸeyler gibi geliyor, ama benim için bunlar bir çember. Ä°kisi birbirini besliyor. Sonra, romancılık tehlikeli bir uÄŸraÅŸ. Egoyu çok besliyor. Tek başına çalışıyorsun ve yarattığın karakterlerle uÄŸraşıyorsun.Tanrı katına çıkıyorsun...- Kendini tanrılaÅŸmış hissediyorsun ve hayatın merkezinde, olayların üzerinde görmeye baÅŸlayabiliyorsun. Onun için roman biter bitmez romancının hemen oradan uzaklaÅŸması gerektiÄŸini düşünüyorum. Git marangozluk yap, bahçe çapala, sana faniliÄŸini, sınırlarını hatırlatan bir ÅŸey olsun ki dengelen. O anlamda akademi beni dengeliyor. Çünkü ben o tanrılaÅŸma sürecinden sonra, egom gayet ÅŸiÅŸmiÅŸ vaziyette akademiye yöneldiÄŸimde öğrenmenin sonu olmadığını görüyorum. Bu egomu aÅŸağı indiriyor. Ama egoya esas haddini bildiren ÅŸey benim hayatımda, tasavvuf.YAZIDAN ZÄ°YADE YAZAR KONUÅžULUYORBir oradasınız bir burada. İçinde misiniz Türk edebiyat dünyasının, dışında mı?- Hem içindeyim, hem dışında! Biraz da böyle olsun diye Amerika’ya gitmeye karar verdim. Burada boÄŸucu bir ortam var diye kendimi dışarı attım. Ama ÅŸu da var; biraz dışarı çıkayım da dışarıdan bakayım kendime, dedim. Neden kaçtınız, neydi size boÄŸucu gelen?- Türkiye’de yeni bir romancı çıktığı ya da bir romancı yeni bir kitap yazdığı zaman diÄŸer romancılar bundan çok rahatsız oluyor. Birbirimizin eserlerini okumuyoruz, desteklemiyoruz, hakkında yazmıyoruz. Fazla hareketlilik yok. Çok yerel, daha çok Ä°stanbul’da, Ä°stanbul’da da birkaç semte odaklanmış, sınırları çizilmiÅŸ bir kültürel elit var. Ve bu kadar dar olduÄŸu, az sayıdaki ÅŸahıs da bu kadar ön planda olduÄŸu için ve de yazıdan ziyade yazar konuÅŸulduÄŸu için oluyor bunlar. KeÅŸke daha çok edebiyat eleÅŸtirisi olsa. Yazar ne yazdığını pek bilmez, benim üçüncü bir göze ihtiyacım var. Olumlu ya da olumsuz, önemli deÄŸil. Ama olmuyor. Ve öyle yazarlar da var ki bundan keyif alıyor. Kral ve kraliçe olmak çok kolay.Yeni bir kitap çıktığında neden rahatsız oluyorlar? Kıskanıyorlar mı yani?- Kıskançlık çok var. Farklılığı sevmiyoruz, baÅŸarıyı sevmiyoruz. Bir insan üretkense, aman çok hırslı derler. Hırs kelimesi bizde olumsuz bir mana taşır. Hakaret gibi. Tamah etmemek, verilene şükretmemek, daha fazlasını istemek, sorgulamaktan hoÅŸlanılmıyor burada. Haddini bilmemekten! Ama sanat haddini bilmemek demektir. Tabii ki haddini bilmeyeceksin. Haddini bilmek bir huduttur, önüne çizilmiÅŸ bir sınır. Tabii ki o sınırı sorgulayacaksın.E sanatın en temel özelliÄŸi deÄŸil midir sınırları zorlamak? Ve sanatçılar mı bundan rahatsız oluyor?- Ä°ronik evet. Türkiye’deki kültürel ortam sanatçıyı yıpratan bir dokuya sahip olduÄŸu için her yıpranan, ben çok yıpratıldım bari baÅŸkalarına da aynı ÅŸeyler olmasın, diyeceÄŸine, tersine o da yıpransın, bedel ödesin, diyor. Özellikle kadın yazarlar bunu çok yapıyor. Çünkü onlar daha farklı, fazladan bedeller ödüyorlar. Özellikle birkaç kuÅŸak öncesi kadınlar, onlara çok saygım var, baÅŸka türlü mücadeleler vermek zorunda kaldılar. Ama beklerdim ki kendilerinden sonraki kuÅŸaklardaki kadın yazarlara biraz daha sempatiyle, saygıyla baksınlar. Ama öyle deÄŸil.GeçmiÅŸinde ÅŸiddete maruz kalanların, daha çok ÅŸiddet uygulaması gibi...- Mazlum zalim olur! Peki en çok kim kime yapıyor; yaÅŸlılar genç kuÅŸaÄŸa mı, erkekler kadınlara mı, kadınlar kadınlara mı?- Kadının kadına ettiÄŸinden çok korkacaksın! Annem 1970’lerin başında boÅŸanma kararı aldığında, onu durdurmaya çalışanlar hep akraba, komÅŸu kadınlardı. Düşünüyorum, bir kadının mutsuz giden evliliÄŸini sürdürmesine çalışanlar kendi evliliklerinde mutsuz olanlardır. Edebiyat dünyasında da aynı durum var. Peki biz toplumsal deÄŸerlerin ötesinde insanlarız deÄŸil mi? Hiç öyle deÄŸil, aynı ÅŸeyleri içselleÅŸtirmiÅŸ durumdayız. O anlamda ne sol entelijansiyanın bunlardan ayrıldığını, ne de mesele cinselliÄŸe, cinsiyetçiliÄŸe geldiÄŸinde solla sağın birbirinden ayrıldığını düşünüyorum. Herkes herkesin ürününü okusa, bir çember olur her ÅŸey akar. Bizde akmıyor, her ÅŸey bloklar halinde. Solun ve sağın kendi ikonları var. Herkes kendi romancısını, ÅŸairini çıkarmaya çalışıyor.KADIN Ä°LLE DE BARIŞÇIL DEĞİLDÄ°RBir feministin aÄŸzından ‘kadın kadının kurdudur’u duymak tuhaf...- Ben feminizmi kadını idealleÅŸtirmek olarak algılamıyorum. ‘Kadın doÄŸası gereÄŸi daha barışçıldır, eÄŸer bu dünyayı kadınlar yönetseydi savaÅŸlar olmazdı’ gibi ÅŸeylere inanmıyorum. Kadın siyasetçilere bakınca, erkeklerden daha devletçi, daha orducu olabildiklerini görüyoruz. Bir de kadınsılığını öldürerek kamusal alanda kendini varetmeye çalışan bir kadınlık durumu var, bu da çok ürkütücü. Çok daha sert, tahammülsüz, küstah oluyorlar. Bunun örnekleri siyasette ve akademide çok var, hoca tiplemeleri mesela. E bunun örnekleri edebiyatta da var! Biz kadınsılığı küçümseyen bir toplumuz. Hani erkekler küçümseyince anlaşılır gibi oluyor ama kadınlar yapınca?- İçindeki kadınsılığı öldürerek bir yerlere geldiÄŸi, saygı gördüğü için, baÅŸkalarında gördüğü kadınsılığa anında tepki veriyor. Bir erkek, bir erkek yazarı eleÅŸtiriyorsa orada da çiÄŸ bir üslup var, ama bir kadın yazar eleÅŸtiriliyorsa, cinsel göndermeler de oluyor, kadının görünüşü, bedenine dair laflar da giriyor araya. Bunların bir edebiyat eleÅŸtirisinde ne iÅŸi var? Ãœslup deÄŸiÅŸiyor. Benim aÄŸrıma giden diÄŸer kadın kalemler de bundan rahatsız olmuyor. Biz birbirimizi o anlamda destekleyeceÄŸimiz yerde, müstehzi bir ifadeyle, ‘iyi oldu’ diyoruz.MUHAFAZAKAR ERKEK VE SOLCU KADIN NASIL BULUÅžTUAmerika’da nasıl karşılanıyorsunuz?- Orada da size atfedilen bir rol var: Müslüman ülkede kadın olmanın zorluklarını, mesela töre cinayetlerini yazmanı bekliyorlar, o zaman el üstünde tutuyorlar. Amerika’da öyle bir beklenti var; kimliÄŸin önden yürüyecek... Bense edebiyatım önden yürüsün istiyorum. Yazarlığı kendi hikayesini anlatmak olarak algılamıyorum. Bu nedenle tasavvuf, aÅŸk ve edebiyat arasında bir baÄŸ var; üçü de arayış, bir baÅŸka benliÄŸe kavuÅŸma arayışı.O zaman Eyüp Can’la evliliÄŸinize kimsenin ÅŸaşırmaması gerekiyor...- Biz farklı ideolojik ortamlardan geliyoruz. O daha muhafazakar bir geçmiÅŸten, ben soldan. Ama beynim tasavvufa çok açıktır. O yüzden tam olarak nereye yerleÅŸtireceÄŸini bilemez birçok insan. Eyüp’le çok fazla ortak noktamız var, sorularımız ortak, belki cevaplarımız her zaman aynı deÄŸil ama... En önemlisi birbirimizin farklılıklarına saygı duyuyoruz. Evliliklerde bence en büyük tehlike, karşındaki farklıysa onu törpüleyip kendine benzetmeye çalışmak!Evlendikten sonra ne tür tepkiler aldınız okuyucularınızdan?- Türkiye’de sana evvela kadın, sonra yazar olarak bakıyorlar. Mesela mektubunda, kitabınızı şöyle beÄŸendim diye analiz yapıp, evlenme teklifiyle bitiriyor. Evlenince kesildi biraz. Bir de kadın okurlardan evlendiÄŸim için çok sitemkar mektuplar aldım. Sizi bağımsız bilirdik, siz de mi, diyenler oldu.SOL VE TASAVVUFU BULUÅžTURMAK LAZIMTürkiye’de tarih 1923’le baÅŸlamıyor, böyle demek kültürel muhafazakarlık olarak algılanıyor hemen. Laiksen dinle ilgin olmaması lazım çünkü. Kamplar var, ya o ya bu. Ben Türkiye’de üçüncü bir yol yaratmanın gerekliliÄŸine inanıyorum. Bir sentez. Bir kere merak duygusu olmalı; önünden geçtiÄŸimiz türbede kim yatıyor, ÅŸurada ÅŸu tarihte nasıl bir hikaye yaÅŸandı. Ve empati yeteneÄŸi, bilmediÄŸin hayatları, baÅŸkalarının acısını hissedebilmek için. Solla tasavvufu buluÅŸturmak gerektiÄŸine inanıyorum. Â
button