Kadın ya da erkek değil iyi müzisyen olmak önemli

Güncelleme Tarihi:

Kadın ya da erkek değil iyi müzisyen olmak önemli
Oluşturulma Tarihi: Ekim 08, 2011 22:05

İnci Özdil, Türkiye’nin ilk kadın senfoni orkestrası şefi. Erkeklerin tekelindeki orkestralarda, kendisine yer açabilmek için uzun ve de çetrefilli yolları aştı. Ve şimdi Türkiye’deki altı senfoni orkestrasından biri olan Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası’nı yönetiyor.

Haberin Devamı

Müzik tutkunu bir ailenin kızı İnci Özdil. Kendisinden 11 büyük kızkardeşi Sıdıka’yla birlikte evdeki en önemli faaliyetin, müzikli davetlerin piyano başındaki ikilisi. Doktor baba ve mühendis anne her akşam evdeki eğlencenin kesintiye uğramaması için öğretmenleriyle görüşerek kızlarına ev ödevi verilmemesini bile istiyorlar. Hal böyle olunca da İnci ve Sıdıka Özdil, 1971 yılında Ankara Devlet Konservatuarı’nın piyano bölümüne giriyor. Bununla da yetinmeyip, kompozisyon derslerini de alıyorlar. Ve sonunda Özdil kardeşler, yaklaşık 40 yıl eğitimine ara verilmiş olan orkestra şefliği bölümünü açtırmak için kolları sıvıyorlar. Necil Kazım Akses’in de çabalarıyla 1980’lerin sonunda bölümün yeniden açılmasını sağlıyorlar.
Konservatuvardaki üç bölümü de başarıyla bitiren Özdil Kardeşler, devlet bursu sınavlarını kazanarak İngiltere’ye gidiyorlar. Önce Londra’daki Guildhall School of Music, daha sonra üst düzey orkestra şefliği eğitimi veren Royal Academy’e geçiş yapıyorlar. 

Haberin Devamı

TARİHTE BİR İLK

Akademiye giriş o kadar da kolay olmuyor. 400 kişinin girdiği sınavlarda okul, yalnızca üç kişiyi kabul ediyor. Hatta ve hatta akademinin orkestra şefliği bölümüne tarihinde ilk kez bir kadın öğrenci alıyor: İnci Özdil. İngiliz hocalar böyle bir durum karşısında önceleri şaşırıyorlar: “Biraz da sarsıldılar, önceleri bunu fark edemedim. Dışarıdan gelmiş tiplerdik. Acayip muhafazakâr olmalarına karşın Sezar’a hakkını veriyorlar. İyi değilseniz de gömüyorlar. O güne kadar İngiliz ya da başka bir Avrupalı kadının böyle bir şeye kalkışmamasının en büyük nedeni de, bizim meslekte kadınların bu cesareti gösterip böyle bir şeye kalkışmamış olması. Orkestra şefi olmanın maliyeti çok yüksek. Her hafta sürekli orkestra yönetmek zorundasınız” diye cevap veriyor.
Özdil Kardeşler burslarının yarısıyla evlerinin kirasını öderken bir de piyano kiralıyorlar. Çalışmalar sırasında bayağı gürültü çıkıyor, evi polisler basıyor ve uyarı alıyorlar. Ama neyse ki ev sahibi Yehudi Menuhin’in orkestra müdürü olduğundan sorun çıkmıyor.
Tek bölümle yetinemeyen Özdiller Royal Akademy’de de aynı tempoyu aksatmıyorlar. Sıdıka Özdil kompozisyon dalında Royal Akademi’de eğitimini sürdürürken İnci Özdil de bestecilik yanını geliştirmek için kompozisyon bölümünden dersler alıyor ve buradaki arkadaşlarının eserlerini sahnelemek için öğrencilerden kurduğu orkestralarla konserler veriyor. Ayrıca elektronik müzikle de ilgileniyor. Çağdaş müzikle ilgili uzmanlaşıyor. K.Penderecki, I.Xenakis, O. Messiaen, H.W.Henze, T.Takamitsu ve K.Stockhausen gibi bestecilerin eserlerini, önlerinde seslendirme şansına sahip oluyor. Bestelerinin nasıl yorumlanacağını bizzat kendilerinden dinliyor:
“Messiaen acayip kulağı olan bir adamdı. Bir eserinde 24 tane gong vardı. O gongların hepsini notalara göre ayarlamak zorunda kaldım. Kimisini komalı, kimisini tam ton istiyordu. Onun yanında olmasaydım 24 tane gongun tek tek ayarlanması gerektiğini bilmeyecektim. Yaşarken onunla çalışmak büyük şanstı.”
Bu arada bir de ‘Hans Veren Hense En İyi Yorumcu Ödülü’nü kazanıyor. Konser BBC’de yayınlanıyor. Okulun orkestra şefliği bölümünü birincilikle bitiren İnci Özdil diplomasını da Yehudi Menuhin’in elinden alıyor.

Haberin Devamı

ÇOCUĞA KÜLTÜR ANNEDEN GEÇER BABADAN DEĞİL

Devlet bursuyla okuduğu için mecburi hizmet gereği Devlet Çok Sesli Korosu’nu kurmakla görevlendiriliyor. Bir taraftan koro kurma çalışmaları sürerken konservatuardaki yetenekli öğrencileri Ankara Kalesi’ndeki Eski Medeniyetler Müzesi’ne götürerek; etrafı gezdirip hissettiklerini notalara dökmelerini istiyor. Aylarca müzeyi gezen öğrencilerin besteleri Özdil’i çok etkiliyor:
“Ne eserler çıktı biliyor musunuz... İnanılmaz... Hepsini Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde seslendirdik. Dağın başı, buraya kimse gelmez diye düşünürken oturacak yer bulunamadı. Yıllarca yurtdışında kalanlar, döndüklerinde bu toprakların sahip olduğu şeyleri daha iyi anlıyor ve kavrıyorlar. Tabii bu herkes için geçerli olmayabilir. Gelip bambaşka değerlere de sahip olunabilir. Her şeyin başı olan kültür ancak aileden kazanılıyor. Çocuğa kültür anneden geçer, babadan o kadar değil.”
Çok sesli koroyu kurduktan sonra Rus hükümetinin verdiği bursla Leningrad’a gidiliyor. Şimdi St Petersburg olan Rimsky Korsakow Konservatuarı’na. Bir buçuk yıl Rus Müziği konusunda uzmanlığını tamamlayan Özdil yeniden Türkiye’ye döndüğünde İstanbul Senfoni Orkestrası Şefi Erol Erdinç’in yardımcısı olarak atanıyor.
“Avrupa’nın en pahalı okuluna gönderen devlete bizim de karşılığını vermemiz gerekiyordu. Vereceğimiz en büyük hizmet, bir orkestra kazandırmaktı. Bir gün Cumhurbaşkanı Senfoni Orkestrası’yla prova yaparken Kültür Bakanlığı Müsteşarı Emre Kongar aradı. Provayı kesmek zorunda kaldım. Telefonda Sıdıka’nın neden dönmediğini sordu. Royal Akademy’de öğretim üyesi olarak kaldığını söyledim. Bilgilerinizi buraya aktarmanız gerekiyor deyince ne yapmak istediğimizi sordu. Orkestra kurmak istediğimizi söyleyince Antalya‘ya küçük bir oda orkestrası kadrosunun saklandığını öğrendik. 1994 yılında 18 kişilik bir kadroyu uykuya yatırmışlar. Biz onu duyunca hemen olayın için daldık Antalya’ya gider gitmez kolları sıvadık. Gittiğimizde hiç bir şey yoktu. Belediyenin içinde küçük bir odada bir piyano bulduk. Sınav tarihini ilan ettik ve sınavı açtık. O ana kadar Antalya’da müziğin m’si yoktu. Sonunda saat kulesinin yanında resim galerisi olarak kullanılan Mevlevihane’yi bulduk. 1995 yılında Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasından 40 kişilik bir takviye geldi. Güzel bir konserle açılış yaptık. Çalışmalarımız sırasında büyük bir patırtı koptu, provalarımız basıldı. Mevlevihane’de Hıristiyan müziği yapılıyor, Mozart çalıyoruz diye bazı kesimler rahatsız olmuş. Oysa bu toprakların müziğine daha fazla yer veriyorduk. Bir sabah geldiğimizde ne görelim. O çok değerli malzemeler Mevlevihane’nin önüne yığılmış, kapılar kapatılmış. Antalya Belediye Başkanına durumu ilettim. İki traktör kiralayarak orkestrayı gece yarısı Atatürk Kültür Merkezi’ne taşıdık. Giriş o giriş.”
1995 yılında İnci Özdil tarafından kurulan oda orkestrası iki yol sonra Bakanlar Kurulu kararıyla Antalya Senfoni Orkestrası oldu.

Haberin Devamı

BİZİM ORKESTRALARDA KADIN SAYISI FAZLA

- Türkiye’ye ilk kez bir kadın orkestra şefi geldiğinde müzisyenler arasında tatsızlık olmadı mı?
- Orkestra elemanları birinin ne olduğunu üç dakikada anlarlar. İyi müzisyen mi, iyi şef mi, görevini biliyor mu... Üç dakikada anlarlar, beş dakika demiyorum.
- Bu kadar zorluklarla karşılaşacağınızı bildiğiniz halde neden maestroluğa soyundunuz?
- Eser yazmaya başladıktan sonra o dünyanın, müziğin, o renklerin içerisine giriyorsunuz. Bence bir besteci için en doğal sonuçtu. Çünkü orkestra için eser yazıyorsunuz. Yazdığınız eseri niçin siz yönetmeyesiniz. Öyle düşünüyorsunuz. Bundan daha doğal ne olabilir. Ama sonradan da şöyle bir şey oldu. Orkestra şefliğine devam edince eser yazamaz oldum. Bir anda bıçak gibi kesildi. Çünkü orkestra şefliği öyle bir şey ki; o anda yönettiğiniz besteciyle bir bütün olmanız gerekiyor. O zaman bestecinin kanı sizin damarlarınızda dolaşıyor. Tüm bunları yok sayıp, oturup eser yazamıyorsunuz.
- Ayrıca sağlam bir ego da gerekiyor galiba şeflik için.
- Tam tersine. Kesinlikle benim açımdan ego diye bir şey yok. Kadınlar bu işte çok farklı. Bizim için öncelik orkestradır. Ama erkekler için bir şey söyleyemem. Son derece yüklü bir şekilde çalıştırırım orkestrayı. O zaman da mükemmel bir sonuç alıyorsunuz. Tabii o sesler orkestradan sizin kollarınızla çıkıyor. Müthiş bir duygu.
- Peki dünyada?
- Bu büyük bir problem. Berlin Filarmoni’ye yıllarca ne kadın kemancı, ne de klarnetçi alındı. Viyana aynı şekilde. Sanırım Viyana hala almıyor. Bunu ilk yıkan Karajan oldu. Bir klarnetçi kadın aldı, neredeyse tepetaklak oluyordu. Sabina Meyer İstanbul’da da konser vermişti müthiş bir klarnetçi. Benim diyen erkekleri cebinden çıkarır.
- Orkestralarda kadın erkek oranı nasıl?
- Bizim orkestralarda kadınların sayısı erkekleri genelde geçiyor. Berlin ve Viyana Filarmoni’de olduğu gibi bizde cinsiyet ayrımcılığı yok. Orkestralara giriş sınavlarında kadın erkek ayırımı yapılmasın diye perdenin arkasında topuksuz ayakkabı giyilerek sınav yapılır. En iyi kim çalarsa o seçilir.
- Dünyada orkestrası olan kaç kadın orkestra şefi var?
- Bir tane Rusya’da vardı Veronica Dudurova, Fransa’da bir kişi var, İsrail de Dalia Atlas var ama hala yaşıyor mu bilmiyorum. New York’u yöneten bir kadın var. Elsop soyadı iyi bir şef. Sarışın hoş bir kadın. Polonya’da da var. Dünyada toplam altıyı geçmiyoruz.

Haberin Devamı

VÜCUDU ŞEFİN ENSTRÜMANIDIR

- Seyircilere arkası dönülerek yapılan ikinci bir iş var mıdır?
- Galiba yalnızca biziz. Ama dinleyenler için bir kusur teşkil ettiğini sanmıyorum.
- Arkası dönük vaziyette salondaki elektriği nasıl alabiliyorsunuz?
- Anında hissederim, yoruluyor mu, heyecanlanıyor mu, bitsin mi istiyor, konser devam etsin mi istiyor... Her şeyi algılıyorum. Bazen de konser DVD’lerini sonradan izliyorum. Nasıl göründüğünü biliyorum. İngiltere’de bazen orkestranın karşısına da izleyiciler alınır. Reaksiyonu çok daha güzel alırsınız.
- Seyircilere arkası dönük biri için özel olarak verilen bir eğitim ya da işin püf notası diyeceğimiz şey nedir?
- Vücudun merkezini çok iyi bilmek zorundasınız. Dengede durmak önemli. Müzisyen ilgili yerleri hangi vurguyla hangi çıkışla yapacağını o anda bana bakarak görüyor. Aslında tüm vücudu şefin enstrümanıdır.
- Erkek şeflerin handikapları var mı?
- Çok uzun boylu oluyorlar kollarını açtıklarında orkestrayı kapatıyor.

Haberin Devamı

DAHA ÇOK RUS BESTECİLER SEVİLİYOR

- Senfonik müzik geniş kitleler tarafından benimsenecek mi, yoksa rafine grupların dinlediği müzik olarak mı kalacak?
- Hep böyle söylüyorlar. Müslüman mahallesinde salyangoz sattığımızı iddia ediyorlar. Ben buna inanmıyorum. Müzik bir alışkanlıktır. Siz sabahtan akşama kadar arabesk değil de Mozart, Beethoven dinlerseniz yavaş yavaş o kulak oluşuyor. Tamamen bir alışkanlık. Biz hiç kimseden yaptığımız müziği anlamasını istemiyoruz. Hatta anlamaya bile çalışmayın, yalnızca dinleyin. Dinlediğiniz zaman o kulak kendi kendine terbiye oluyor.
- Siz bunlarla boğuşurken bir taraftan da toplumun bilinçaltına senfonik müziğin sıkıcılığı konusunda alaycı bir yaklaşım yerleştiriliyor. “Bayburt Bayburt olalı böyle zulüm görmedi” gibi.
- Aslında klasik müzik bu toprakların çok yabancısı değil. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası devamlılığını aralıksız sürdüren en eski orkestralarından biridir. Anadolu’nun en ücra köşelerine turneler düzenleyerek bu müziği toplumun bilinçaltına yerleştirmek için büyük çabalar göstermiştir. CSO orkestraların dedesidir. Sayısız defalar CSO’yu da yönettim.
- Arabeskçilerin hayallerinin bir senfoni orkestrasıyla birlikte müzik yapma isteklerine ne diyorsunuz?
- Buna kesinlikle karşıyım. Yıllarca bunun eğitimini alıyoruz, dizimizi kırıp çalışıyoruz. Müzik bir bilimdir. Tutup da biyoloji okumamış birinin eline fareyi vererek bunun kafasını kes demezsiniz değil mi?
- Sokaktaki rap sizi hiç etkiliyor mu?
- Bu yüzyılı canlandıran bir eserde bir kolaj olarak geçebilir.
- Peki ya ilahi olabilir mi? Bir gün böyle bir sipariş gelse.
- Bu benim işim değil.
- Yapılmış olsa kitlelerin müzik kalitesini böyle yukarı çekmek mümkün olmaz mı?
- Hayır hiç alakası yok. Biz Anadolu’nun, halkın müziğini zaten kullanıyoruz. İlahiye gerek kalmıyor.
- Türkler genelde hangi bestecilerin eserlerine ilgi duyuyor?
- Kesinlikle Ruslar’la çok yakınız. Özellikle Çaykovski, Şostokoviç, Korsakov hele bir Şehrazat dediğiniz zaman herkesin kanı donar.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!