KADIN SIKIŞIRSA Bir iki yıldır, herkesin ağzında aynı sakız. Daha doğrusu, TV'deki canlılık talk-show'lara katılan "yıldız"ların ağızlarına pelesenk ettiği

Güncelleme Tarihi:

KADIN SIKIŞIRSA Bir iki yıldır, herkesin ağzında aynı sakız. Daha doğrusu, TVdeki canlılık talk-showlara katılan yıldızların ağızlarına pelesenk ettiği
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 05, 2000 00:00

KADIN SIKIÅžIRSA Bir iki yıldır, herkesin aÄŸzında aynı sakız. Daha doÄŸrusu, TV'deki canlılık talk-show'lara katılan "yıldız"ların ağızlarına pelesenk ettiÄŸi bir söz var. "Eh, nasıl gidiyor iÅŸler?" diye sorulduÄŸunda hemen cevabı yapıştırıyorlar: "YOÄžUN"Åžimdi, bir kere herkes "yoÄŸun" olunca, yoÄŸunluÄŸun anlamı kalmıyor. Tıpkı her iÅŸin "acil" olması gibi. O zaman, normali acilden nasıl ayıracağız?Neyse, "yoÄŸun ile ne kastedildiÄŸini fena halde merak ediyorum: Çok iÅŸi mi var, yaÅŸantısı bizzatihi mi dolu, duygularını ya da mesleÄŸini yoÄŸun hislerle mi yaşıyor, baÅŸkalarının baskısını mı yaşıyor, planlamada bir aksama mı var, yoksa düpedüz kendisini "Sıkışık" mı hissediyor?Bence "sıkışık"lığı kastediyorlar. Oysa, hayat akışındaki ya da iÅŸteki sıkışıklığı kimi zaman rahatlatmak mümkün. Ama, öyle sıkışıklıklar var ki, ertelenemiyor, insan duman oluyor. Hayatın tüm veçhelerinde sıkıştırılmış kadın cinsinin bir ferdi olarak, yaÅŸadığım deÄŸiÅŸik bir tür sıkışıkığı sizlerle paylaÅŸmak istiyorum.Sabah'ın hanım tuvaletlerinden birinde, tırım tırım sökük eteÄŸimi dikmeye uÄŸraşıyorum. Burnumdan resmen ter damlıyor... Dilimde "Allah'ım neydi günahım?" ÅŸarkısı... Ekmek parası uÄŸruna çalışırken kör talihine söven herkes gibi, isyan halindeyim. Bu dünyada, gün gelir herÅŸey de mi ters gider sorusu beynimi tırmalıyor. Sabah iÅŸe gideceksin. Koca bir evi, mutfağı, her biri birbirinden cins, ama dünya güzeli bir düzine kediyi düzene sokacaksın. Titizsin, illa her ÅŸey yerli yerinde olacak. Ä°nanılmaz bir sıkışma, ki her gün yaşıyoruz. Bu gerilimin, bir de üstelik iÅŸe geldikten sonra sürmesi niye? Bu kadarı fazla diye söylenirken, birkaç gün evvel iÅŸ yolunda yaÅŸadıklarımı hatırlıyorum. Öyle ki, vay başıma gelenler dedirten cinsten...Yine böyle bir sabah, hayatın önüme çıkardığı tüm engelleri aÅŸmıştım. (Ya da, bendeniz gafil öyle zannediyordum!...) Kan ter içinde duraÄŸa koÅŸuyorum. Aslında, koÅŸmuyorum; binbir çöp torbasını konteynıra attıktan sonra, iki adımlık yola taksiyle fırlıyorum. Veee, iki dakika farkla servisi kaçırıyorum. Hain servis de beni terketmiÅŸ!... (Bu kaçıncı?)Servisi kaçırmak ÅŸu demek: Åžayet Ä°kitelli'de çalışıyorsanız ve de arabanız yoksa, yol boyunca en azından dört vasıta deÄŸiÅŸtirmek, akıl almaz yoÄŸunlukta bir can sıkıntısı, sıfır bütçeye yüklü taksi paraları ve ancaaak... Öğlen saatlerinde iÅŸe vasıl olabilmek demek! (Yeterince feci bir tablo çizebildim mi?)Sevgilimden yeni ayrılmışım. Hiç günahım yokken, terkedilmiÅŸim... Sadece ona deÄŸil, kimseye derdimi anlatamıyorum. Ãœzüntüm, uykularım, her ÅŸey, ama her ÅŸey birbirine karışmış... Yine de, beynimi saÄŸlam tutmaya azami çaba harcıyorum. Veeee, her sabah iÅŸe gitmek zorundayım. Her ÅŸey üstüme üstüme gelince, "KeÅŸke, aniden hastalansam, gebersem..." diyorum. Ama, hasta deÄŸilim, pek geberecek gibi de görünmüyorum. MeÅŸru mazeretim bile yok. Demek ki, iÅŸe gitmem farz.Önce, bir adet minibüse biniyorum. DoÄŸru, Kavacık üzerinden Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'ndeki cebe. Ä°ki yılda, bir zamanların Trakya Otogarı kadar hoyrat, sevimsiz bir hal alan bu durak yerine tüm otobüsler yanaşıyor. Åžehirlerarası seyrüsefer eden ve sonunda Esenler'deki otogara giden otobüsler de burada ufak molalar veriyor. Herhangi bir vasıtaya kapağı atabilmek için birbirini ezen insanların arasından bir yol bulup bir otobüse biniyorum. Önce, bir "Ohhh..." Sonra, kendi halinde bir muavin. "Gara gidiyoruz abla" diyor.Gazetecilik baÅŸa bela. Hangi araca binsem, hemen ÅŸoförle ya da muavinle sohbeti koyulturum. En has dostlarım Ä°ETT ÅŸoförleri. Gün olur, kornalarıyla durağı inletir, "Ä°lla benim otobüsüme bin" diye ortalığı birbirine katarlar.Malum, insanlarımızla dirsek temasını kaybetmemek lazım. Hemen soruyorum. "Nereden geliyorsunuz?" Taaa Rize'den. Yirmi saattir yolda imiÅŸler... Peki, ne zaman uyudunuz?? Uyumamışlar... Peki, ne zaman uyuyacaksınız? Belli deÄŸil... Belki, öğleden sonra bir iki saat. Ya gece? Tekrar yola gerisin geri Rize'ye. Buna yaÅŸamak denirse, yaşıyor iÅŸte insanlar... Ä°ÅŸimi derin bir hüzün kaplarken, muavin elime sıcak bir kahve tutuÅŸturuyor. Hiç âdetten deÄŸildir. Åžaşırmış, kırık dökük teÅŸekkür ediyorum.Yola bakmak beni hep hipnotize eder. Az sonra, dalmışım... Otogara girerken, muavin hafif bir dokunuÅŸla beni uyandırıyor. "Borcum nedir?" Ä°stemez... Muavin beni pek mi biçare buldu acep? Çok çok teÅŸekkür ederken. İçimden "Tanrı sizi korusun" deyip iniyorum. Ä°nsanın tüylerini diken diken eden bir yer Esenler Otogarı. Bir yerden öbürüne savrulmak için didiÅŸen insanların canhıraÅŸ çabası niye? Neyse, ben ÅŸimdilik sadece Ä°kitelli'ye vasıl olabilsem yetecek de, vuslat gerçekleÅŸemiyor bir türlü. Acul bir mani çıkıyor. Evet, acilen kendime bir tuvalet bulmam gerekiyor. Eli yüzü düzgün bir tuvalet için oradan oraya sekerken, yepisyeni iskarpinimin topuÄŸu çıkıveriyor. Beni terkeden topuÄŸumu (Bu kaçıncı?) yerden topluyorum. Sıkışık bir halde ve de sanki topuÄŸum yerindeymiÅŸ gibi, aslında topallamam gerekirken, "Her ÅŸey yolunda" rolünde yürümeye çalışmak da pek eÄŸlenceli olmuyor doÄŸrusu! Nihayet, bir tuvalet bulunuyor. Ancak, durum öylesine acil ki, giriÅŸ kulübesinde ikamet eden kızdan hemen giriÅŸ izni istiyorum. Hatun halden anlamıyor. Bir adet elli binlik toka edip turnikeden geçmem ÅŸartmış. Oysa, iÅŸin aciliyeti saniyeler mertebesinde! Azap çekmem Allah'ın emri ya... İçinde, benden baÅŸka her ÅŸey olan heybemi karıştırıyorum; cüzdanım mümkün olan en uzun sürede elime gelebiliyor. (Geçen gün, muzip servis arkadaşım, acaba sırf bu yüzden mi, "Devlet Malzeme Ofisi gibi kadınsın vallaha! dedi?) Parayı atıp turnikeden geçiyorum, nihayet!...Yalnız, "nihayet" kısmı hayli acıklı. Hani, turnikeden geçmesem de olurdu dedirtecek bir ÅŸey başıma geliyor. Aşırı sinirden, kendimi tutamıyorum. En sonunda, tuvalete girebildiÄŸimden, belden aÅŸağım ıpıslak. Çamaşırım, çorabım batmış. Bir tek, etekliÄŸim saÄŸlam. Sabah mis gibi giyinmiÅŸim, ÅŸu hale bakın. Çaresizlikten aÄŸlamak üzereyim. Ne varsa çıkarıp lavabodaki iÄŸrenç deterjanla yıkıyorum. Güya iÅŸe gidiyoruz, bir tek çamaşır faslı eksikti!Etrafa hiçbir ÅŸey çaktırmadan tuvaletten çıkıyorum. Çevreyi kolaçan edip bir tuhafiyeci aranıyorum. Çorap ve çamaşır tedariki gerek.Ä°nsan kendini darda hissedince iyice saçmalıyor. Hiç lüzumu yokken, tuhafiyeci ile sıkı pazarlık edip minik minik çiçekli bir eteklik alıyorum. (O etekliÄŸi ertesi sabah hemen giydim. Daha saÄŸ salim ÅŸartlarda iÅŸyerine varabildiÄŸim bir gündü.)Åžimdi sıra, ayakkabımın restorasyonunda. (Ya, benim restorasyonum? Belirsiz... mi?) Sora sora bir kundura tamircisi buluyorum. Ama, "tamirci" dediÄŸim, yeni yetme bir delikanlı. Halimi komik buldu, yine de terbiyeli, pek belli etmiyor. Ä°smi, OÄŸuz Burhan Albayrak. Erzincan'dan kopup gelmiÅŸ, lise terk. Büyük Ä°stanbul Otogarı'nın istasyon binasında, kat 1'de bir lostra salonu ondan soruluyor. Canla baÅŸla da çalışıyor. Hemen çay ikram ediliyor ve tabii sohbet baÅŸlıyor.Nerden geldin, niye geldin derken, gözüm duvar yazılarına takılıyor. Ä°lk cümle pek iddialı: "YaÅŸamı çirkinleÅŸtiren hayat deÄŸil, düşüncelerdir." O halde, düşüncelere dikkat! Zaten, ondört senedir Ä°stanbul'da ekmek kavgası veren, çoÄŸu okulu bırakmış, dördü erkek beÅŸ çocuklu bir ailenin fazla neÅŸeli olması da mümkün deÄŸil. Yürek burukluÄŸu da duvar yazılarına aynen yansımış:"Dünyayı gezdim, takamadım başıma taç. Benim gönlüm çakala deÄŸil, delikanlıya muhtaç."Kimin deÄŸil ki:Dürüstlük, mertlik hayal. Sevgili ile saadet de uzak bir düş."Deli kalbim, seni birazcık memnun edebilseydim.Seni, kemiklerimin arasında deÄŸil,Yaptıracağım altın kafeste saklamak isterdim."İçimden, delikanlının daha yaşı genç, boÅŸuna üzülüyor, zamanla sevgilisi de olur yollu kendimi teselli ediyorum. Teselli de olmasa...Sahiden tesellisiz olmuyor. TopuÄŸum geri gelip iskarpinlerim de boyanınca, çamaşır, çorap tamam, fazladan bir de çiçekli eteklik. Eh, kendimi bayağı adam gibi hissetmeye baÅŸlıyorum aniden. Aslında, o kadar salak deÄŸilim. Vaziyetin komikliÄŸi beni gülmekten öldürmek üzere. Hayat -daha doÄŸrusu, "iÅŸyolu" mücadelesinde sıfırı tükettiÄŸim için, kestirmeden bir taksiye kapağı atıyorum. Zafer kazanmış komutan edasıyla iÅŸe geldiÄŸimde, olanları hemen genel yayın yönetmenime yumurtluyorum. Hiç de heyecanlanmıyor. "Yahu, bunları yazmazsam çatlarım" dediÄŸimde, cevap:"Siz herhalükârda yazın"dan ibaret.GYY'm (yani, genel yayın yönetmenim) erkek olduÄŸu için mi ilgilenmedi dersiniz? Herkesin sıkışıklığı kendine. Oysa ben, "Bugün bana, yarın baÅŸkasına"dan yanayım. Çalışmak hem güzel, hem de bazen komik istex...Sonrası????1. Bu öyküyü yazdıktan bir iki gün sonra, sevgilimin dükkânından içeri fırtına gibi daldım. O sıralar benden uzak durmaya çabalıyor. Güya bana yüz vermeyecek. Ama, yazıyı hemen kaptı elimden. Åžaşırdım. Anında okumaya baÅŸladı. Ne yazsam, okur. "Nasıl?" dedim. Elcevap: "Berbat!" "Nesi berbat? Çok mu kötü yazmışım?" Elcevap: "Yazı çok güzel. Berbat olan, senin halin." Neyse, birkaç hafta sonra bana döndü.2. Aptal GYY'm iÅŸinden alındı. Böylesine gerzek ve duyarsız bir herif için üzüldüğümü söyleyemeyeceÄŸim.3. Hemcinslerim öyküyü okuduktan sonra, "Benzer durumları biz de yaÅŸadık. Ama, yazacak cesaretimiz yoktu" dediler. Canları saÄŸ olsun. Ben yazdım iÅŸte.4. Küçük kunduracı ustası hâlâ aynı yerde mi? Ne yapar, ne eder, mutlu mu, hep merak ederim.Küçüksu, 17 Aralık 1998 Jülide Ergüder - 5 Mayıs 2000, Cuma Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!