Bu cinayetlerin en fazla işlendiği kentlerden dördünde (İstanbul, Şanlıurfa, Adana ve Batman) yaklaşık 250 kişiyle görüşerek yürütülen araştırma, 2005 Türkiyesi’nin namus bahane edilerek işlenen cinayetler konusunda ne kadar kötü durumda olduğunu acı bir şekilde gözler önüne serdi: Değerlendirilen 100’ün üzerinde olayın yarısı cinayetle sonuçlanmış, ölümden kurtulanların durumu da içaçıcı değil. Araştırma, bu tür cinayetlere nasıl meşruiyet kazandırıldığını, Türk toplumunun bu sorunun çözümü konusunda pek fazla düşünmediğini de ortaya koyuyor. Aynı günlerde, yapımcı-yönetmen Melek Ulagay Taylan ile İsveçli fotoğrafçı ve kameraman Ulla Lemberg’in namus ya da töre bahanesiyle işlenen cinayetleri araştırmak üzere çıktıkları yolculuğu anlatan Karanlıkta Diyaloglar adlı belgesel de tamamlandı. Çok acı hikayeleri konu alsa da sinema tadında çekilmiş, çarpıcı bir belgesel bu. Lafı uzatmaya gerek yok, yolculuğun ve öykünün asıl kahramanları onu çok güzel anlatıyorlar zaten...
Leyla, töreyi reddeden bir erkek tarafından kurtarıldı diğeri imdat telefonlarında adını bile veremeden öldürüldü
Karanlıkta Diyaloglar, geçtiğimiz cuma ve cumartesi günü İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde gösterildi. Ardından KAMER temsilcileri, Melek Ulagay Taylan ve kadın örgütlerinden konukların katıldığı bir söyleşi yapıldı. Filmin özel gösterimleri yapılmaya devam edilecek ve Avrupa’da festivallere katılacak. Ancak vizyona da mutlaka girmesi gereken bir
film...
Urfa
Emine Kızılkurt, sadece 14 yaşındaydı. Urfa’nın Suriye sınırına yakın Ovalı köyünden. Kısacık hayatından geriye kalan tek bir fotoğrafı bile yoktu. Sadece polise gönderdiği bir mektup; öldürüleceğini anlayınca yazdığı ama öldürülmesini engelleyemeyen, mektuptan çok bir çığlık.
Amcasının oğlu Mahmut’la evlendirmeye karar vermişlerdi. ‘Buralarda bir amcaoğlu, bu kızla ben evleneceğim derse, başka kimse onu isteyemez’ diyor bir tanık. Emine bu evliliği istemedi ve istemediğini de yüksek sesle söyledi. Bu amcası için kabul edilebilir bir durum değildi. Hakkında dedikodular çıkarıldı hemen; köyden bir başkasından hamile olduğu fısıldandı ailesinin kulağına...
Şimdi Karanlıkta Diyaloglar filminde, mektubundaki satırlardan sesleniyor Emine: ‘Benim hamile olduğumu söylüyorlar. Ben ne hamileyim, ne kürtaj yaptırdım. Benim yaşım başım ne ki kürtaj olayım.’
Diyarbakır’a bekaret kontrolüne götürüldü. Bu kez kentten bir kadın jinekolog konuşuyor: ‘Bir insanın bakire olup olmadığı ancak jinekologlar tarafından anlaşılabilir. Bize böyle taleplerle geldiklerinde tedirgin oluyoruz, çünkü kızınız bakire değil, desek, eminiz ki o kız öldürülecek!’
Emine de üç ayrı doktora götürüldü ve her nasılsa ‘lekeli’ olduğuna karar verildi. Ölüm fermanı da yazıldı.
‘Bana diyorlar ki kendini ya elektrikle, ya yakarak, ya asarak öldüreceksin. Ya da biz silahla öldüreceğiz.’
Güneydoğu zaten yıllardır, kendini bu ya da başka yöntemlerle ‘öldüren’ genç kadınlar mezarlığı gibi. Ancak biri soruyor: ‘Bunlar gerçek intiharlar mı?’
Büyük ölçüde hayır. ‘Kızı bir yere kapatıyorlar, önüne de fare zehirini koyuyorlar. Sonunda onu yiyor, bu intihar mı?’
Emine intihar etmedi. Başka bir köyden biriyle evlendirildi. Ancak reddedilen amcaoğlu peşini bırakmadı, yeni ‘eşinin’ evinde, eşarpla boğarak öldürdü onu. Şimdi o da, Güldünya gibi, Şemse gibi, çok eskiden ‘boğulursa suçlu, boğulmazsa suçsuz’ olduğu anlaşılsın diye Fırat’a atılan kadınların yanında.
Bu bir teselli olabilirse eğer, hiç değilse ölümüyle bu konuda bir adım atılmasını sağladı Emine; kararı veren ve uygulayanlar ceza indiriminden yararlanamadı, hepsi cezaevinde şimdi. Daha önceleri bu da mümkün değildi; namus cinayetlerine ‘tahrik indirimi’ uygulanıyordu!
SUSTURULMUŞ KADINLARIN KARANLIK DÜNYASI
İstanbul Onlar sessiz ya da yüksek sesle çığlıklarını atmaya çalışırken, İstanbul doğumlu bir kadın, boğazın sularına bakarak konuşuyor: ‘Ben burada doğdum. Özgür bir ortamda. Babam ve erkek kardeşim en yakın dostum oldu. Hayatta kendi kararlarımı kendim aldım ve sonuçlarına da katlandım. Şimdi susturulmuş kadınların karanlık dünyasına bir yolculuğa çıkıyorum...’
Bu kadın, Melek Ulagay Taylan. İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden uluslararası ilişkiler mastırlı, İngilizce okutman ve gazeteci. 1992’den bu yana belgesel film şirketi Ajans 21’in ortağı. 2000 yılında İstanbul Liseleri Felsefe Kulüpleri Platformu’nun Urfa Harran’da düzenlediği felsefe tartışmalarını ve 2001’de Zeugma antik kenti ve yeni yerleşim yerlerine taşınan insanların öyküsünü anlatan iki belgesel çeken Ulagay, üçüncü belgeselini bu yolculuk üzerine yaptı.
İsveçli fotoğrafçı ve kameraman Ulla Lemberg, Lübnanlı görüntü yönetmeni Fouad Al Khoury ve uzun süredir Diyarbakır’da şiddet mağduru kadınlarla çalışan psikolog Jülide Aral ile birlikte...
Herhangi bir belgesel gibi değil, bir sinema filmi tadında çekilen film, tren yolculuğuyla başlıyor. Ama öncesinde, Güneydoğulu kadınların anlatımı var: ‘Bunlar birbirini sevmişler ve ailelerinden gizli kaçmışlar. Kızı öldürdüler. Baraja attılar. Oğlanı öldürdüler mi bilmiyoruz, ortada yok. Ama ailesine biz kızı öldürüyoruz, siz de oğlanı öldürmek zorundasınız, dediler. Kızı barajdan çıkarıp muayenesini yaptılar. Hiçbir şeyi yok, tertemizdi!’
Her şeyin özeti bu. Namus, illa ki cinsel ilişkiye girmek, bekaretini kaybetmek, hamile kalmakla ilgili bir tabu değil, bazen kadının giysisi olabiliyor ya da okumak istemesi, eşarbına bir erkek eli değmesi, istemediği kişiyle evlenmeye karşı çıkması da...
Avukat Hülya Gülbahar, namus cinayeti, töre cinayeti diye, batı-güneydoğu diye ayırmanın, ‘ötekileştirmenin’ yanlışlığına işaret ediyor: ‘Namus, töre, bütün bu bahaneler, hepsi kadınların bedenini, kişiliğini, hayatını kontrol altında tutmak için!’ Filmin yapımcı-yönetmeni Melek Ulagay Taylan da aynı fikirde: ‘Bu sadece o bölgenin sorunu değil, Türkiye’nin, hepimizin sorunu.’ Belki de en iyi Mardin Kızıltepe’den konuşan Nilgün Yıldırım’ın söyledikleri anlatıyor bu bakışı: ‘Türkiye’nin ve dünyanın her yerinde kadınlar şiddete uğruyor, evdeki şiddet yüzünden öldürülüyor. Buranın tek farkı, burada cezalar çok ağır!’
KURTULARAK YA DA ÖLEREK MÜCADELE EDEN KADINLAR
2,5 yıllık bir çalışmanın ürünü Karanlıkta Diyaloglar, bir ‘durum tespiti’ filmi. 65 dakika sürüyor ancak Melek Ulagay Taylan, iki-üç filmlik daha malzeme olduğunu söylüyor. ‘Orada insanları konuşmaya ikna etmek çok zordu. Olayları yaşayanların çoğu göçmüş, iz bırakmamıştı. Kapatılan, üstü örtülen, unutmak ve yok sayılmak istenen bir konu çünkü bu. O yüzden epeyce sıkıntı çektik.’
Neden bir İsveçli kadın kameramanla çalışmak istediğini de şöyle anlatıyor: ‘Ulla İstanbul’a bir kadın fotoğrafları sergisi açmaya gelmişti, o zaman tanıştık. Bu projeyi önerdiğimde o da aynı soruyu sordu. Ben de ‘Ben de Türkiye’nin batısından oraya gittiğimde biraz yabancıyım. Sen daha da uzaktasın. Bunun birkaç katmandan süzülen bir film olmasını istiyorum’ dedim. İkna oldu ve başladık.’
Filmde, daha trende çalışmaya başlayan Ulla’nın kamerası, yolculuk boyunca her şeyi görüntülüyor. Ancak bir üçüncü kamera var; Fouad Al Khoury’nin kamerası, o da Melek ve Ulla’yı izliyor.
Görüntüye bir uzman, bir aktivist, bir hayatı kurtulmuş kadın, bir kurtulamamış, cenazesi kaldırılan kadın giriyor sırayla. Diyarbakır Kadın Merkezi KAMER’in kurucusu Nebahat Akkoç, bugüne kadar 37 kadının hayatını töreden kurtaran çalışmalarının nasıl acı bir olayla başladığını anlatıyor: 2002’de, kendilerine sürekli telefon edip, sadece ‘beni öldürecekler’ diyebilen, adını, adresini veremeyen kadının öyküsü bu. Sonunda sadece ismini öğrenebildikleri kadının, ölüm haberini okuyorlar bir gün gazetede. Çalışmalar böyle başlıyor ve ulaşabildikleri yüz civarındaki kadından 37’sinin hayatını kurtarıyorlar.
Onlardan biri olan Leyla da giriyor görüntüye. Üstelik onun hikayesi hepsininkinden farklı. Çünkü kendisi değil, töreye karşı olan ve töreyi reddeden erkeğin de cezalandırıldığını çok iyi bilen, ailesinden bir erkeğin KAMER’i araması sayesinde hayatta kalabildi Leyla. Ancak Şemse Allak, onun kadar şanslı değildi. Ailesinin erkekleri tarafından taşlanarak ağır yaralanmış, öldü sanılarak bırakılmış, hastanede karnında bebeğiyle yedi ay yaşama mücadelesi vermişti. Akkoç, ‘Bebeği ölünce o da hayattan vazgeçti’ diyor. ‘Ancak onun bu mücadelesi ve ölümü, kadının insan hakları çalışmalarına çok şey öğretti... Gerisi geliyor şimdi.’
HANGİ DURUMDA NE OLUYOREvli bir kadın bir başka erkekle ilişki kurar ya da ilişkisi olduğu düşünülürse, kadın ve onunla ilişkiye giren erkek ölüm cezasını ‘hak ediyor.’ Bu durumda kadının eşi ve her ikisinin aileleri, bu cezayı yerine getirme sorumluluğunu taşıyor. İlişki kuran erkeğin ailesi ise oğulları öldürülse de olayın üstünü örtmeyi tercih edebiliyor. Kadının eşi cinayeti reddederse, tüm aile toplum tarafından dışlanıyor.
Evli bir kadın bir başkasıyla kaçarsa, yine ölüm cezasının hak edildiği düşünülüyor. Böyle durumlarda bazen, kadını kaçıran erkeğin ailesinin konumu, kadının arkasında duracak güce sahip olup olmaması, belli pazarlık kapılarını açabiliyor. Mesela kadını kaçıran erkeğin ailesinden bekar kızlar kadının ailesine veriliyor!
Boşanmış bir kadının başka bir erkekle ilişki kurması da evli bir kadının ilişki kurmasından farklı değerlendirilmiyor. Bu durumlar da ölüm cezasıyla sonuçlanabiliyor.
Bekar bir kadın bir erkekle ilişki kurarsa ya da kurduğu düşünülürse, yine cinayet söz konusu. Ancak bu olayların bir bölümünde, özellikle kadın başkasıyla evlendirilebiliyor. Cinayetin işlenmediği bazı durumlarda da genç kızlar intihar ediyor, bazen aileleri tarafından intihara yönlendiriliyor. Öldürmeye karşı çıkanlar dışlanıyor.
Bekar bir kadın bir erkekle kaçarsa, sonuç ölüm olabileceği gibi, çok çeşitli pazarlıklar da gündeme gelebiliyor. Bu pazarlık sürecinde kadına takas edilen bir mal muamelesi yapılıyor. Kaçan kadına karşılık, erkeğin ailesinden berdel yapılarak kızın ailesine gelinler geliyor, yani ‘değiş tokuş’ yapılıyor.
Bekar bir kadın tecavüze uğrarsa, çoğu kez tecavüzcüsüyle evlendiriliyor. Tecavüzcü bunu istemezse, hem tecavüzcü, hem de kadın öldürülebiliyor. Bu olaylarda ailelerin ekonomik gücü de önemli, tecavüzcü varlıklı bir ailedense kadının ailesiyle pazarlık edebiliyor. Ancak kadın hamile kalırsa, öldürülmesi kaçınılmaz olabiliyor.100 OLAYIN YARISI CİNAYETLE SONUÇLANDI
Araştırmada, mağdurların, tanıkların ya da bu tür olayları başkalarından duyanların anlattığı 100’ün üzerinde öykü değerlendirildi ve bu öykülerde ‘namusa aykırı davranış’ olduğu düşünülen durumların yarısının cinayetle sonuçlandığı, diğerlerinde başka çözümler bulunduğu görüldü. Ancak çözümlerin çoğu, kadınların ve bazı durumlarda erkeklerin, ölümden kurtulsalar da mağdur olmalarına yol açmıştı. Mesela aileleri tarafından reddedilmişler, yaşadıkları yerden uzaklaştırılmışlar, sevmedikleri kişilerle evlendirilmişler, ‘değiş tokuş’ edilmiş ya da başkalarına ibret olsun diye bir uzuvları (mesela burunları) kesilmişti.
NAMUS NEDİR: KADININ KONTROL EDİLMESİ
Rapora göre namus, özellikle kırsal kökenli, aşiret ve akrabalık ilişkileri güçlü, kente göç etmiş olsalar bile çevreleri fazla değişmemiş kişilerde, insanların uğruna öldürülebileceği çok büyük bir şey, yaşamın anlamı ve amacı olarak tanımlanıyor. Öte yandan tüm kentlerde en güçlü eğilim, namusun kadın, kadın bedeni, cinselliği ve kadınların kontrol edilmesi biçiminde ele alınması...
KADINLAR AİLE MECLİSİNDE YOK AMA CEZAYI ONAYLIYORLAR
Araştırma için anlatılan olaylarda, kadınlar (özellikle kızların anneleri) aile meclislerinde bulunmuyorlar. Ancak kararı onaylıyorlar. Hatta, kendilerini çevreye hesap verme konumunda görüyorlar. Bazıları, kızlarını intihara teşvik ediyor. Bütün bu öyküler içinde, topluluğundan dışlanmayı göze alarak karşı çıkma cesaretini göstermiş birkaç örneğe rastlanmış. Bir de, yine az sayıda da olsa, eşlerini, akraba kızlarını topluluğun kararına karşın öldürmeyen ve bu nedenle mağdur olan, bulunduğu yeri terk eden erkekler de olmuş.
2005 TÜRKİYESİ’NDEN NAMUS TARİFLERİ‘Bizim anketlerin yüzde 70’inde ‘namus nedir?’ (sorusuna), ‘kadındır’. Bunu diyen kadınlar.’ (Batman, kadın STK çalışanı) ‘Bizde namus kavramı şeydi yani, sadece cinsel ilişkiye girmek diyildir bizim için. Konuşmak, sinemaya gitmek, radyodan şarkı istemek bile bir ölüm kararıdır. Oldu böyle bir olay da, Urfa’da yaşandı; bir kız radyoya çıkıpta ‘bütün sevenler, sevilenlere’ şarkısını armağan edince kadının ölüm kararı çıktı ve sokağın ortasında infaz edildi. Bir kadın Mardin’de, sinemaya gittiği için öldürüldü. Ha, Batman’da bi tane yaşanan, şimdi aklıma geldi, kız pantolon giyip düğüne gittiği için öldürüldü.’ (Batman, kadın, 31 yaşında, STK üyesi)
‘E çok gezen kadın eyi degildir. Evinde oturacah. Yani, fazla, dışarılara açık, gitmek; dışarı gitmek, fazla, yabancı erkeklerlen konuşmak, eyi degil. Seheb [yani sahip, kadının sahibi olan babası, amcaları, erkek kardeşleri] için de şerefiyi koruyacaksan.’ (Şanlıurfa, kadın, 70 yaşında, okuma yazması yok, doğma büyüme Şanlıurfalı)
‘Boyun eğiyorsa kadın olarak namusludur, boyun eğmiyorsa, karşı çıkıyorsa, intihar ediyorsan, sevdiğine varmak için ölümü göze alıyorsan namussuzsun, özgür ruha sahipsen namussuzsun.’ (Şanlıurfa, kadın grup görüşmesinden, 30 yaşında, ortaokul mezunu).
‘Bana göre şu anda, bu zamanda bir insanın ilkokul, ilkokulu bitirmesi bence yeterlidir. Çünkü bayanlar dışarda çoğaldıkça, fitneler de çoğalır, fitneler çoğaldıkça zulümler artar. Zulümler de arttıkça insanlar helak oluyor’ (Batman, erkek, 23 yaşında, lise terk, Diyarbakırlı)
‘Mesela insanı tahrik edici pantolonlar vardır, giyersin, insanın vücut hatları ortaya çıkar. Bu tür pantolonlara karşıyım, şu şekil olabilir, yani biraz bol kesim. Bütün vücut hatları ortaya çıktıktan sonra ben kaldıramam onu.’ (Batman, erkek, 24 yaşında lise terk, Gercüşlü)
‘Onu öldürüp kendimi de öldüreceğime boşarım. Çünkü, onu öldürdüğüm zaman kendimi de öldürüyorum. Çoluk çocuğumu da yok ediyorum.’ (Batman, erkek, 40 yaşında, lise mezunu, doğma büyüme Batmanlı)
‘Kızdır, kaçabilir. Belki biz vermeyecektik. Isteseydi belki vermeyecektik. Ee, ama kız kendi gönlüyle gitmiş. Ee, bizim bunu öldürme hakkımız var mı? Kişinin hürriyetine kast etme yetkin var mı senin? Olmaması lazım.’ (Istanbul, erkek, 64 yaşında, Tuncelili)
‘Ama kötü koca da sokaklardan daha iyidir.’ (Batman, kadın, 42 yaşında, okur-yazar, Siirtli)
‘Bizde bu şeysi davası (namus demek istiyor) olduğu için, ne bilem yani kız büyüdü mü nasıl okula gider erkeklerle beraber?’ (Şanlıurfa, erkek, 60 yaşında, ilkokul terk, doğma büyüme Şanlıurfalı) O ADAM YÜZ SENE YAŞASA MUTLAKA BULUR ÖLDÜRÜRLER
‘Bunların da aşiretinde kaçan olmadığı için, öyle bir yani onlar leke diyorlar, büyük bir aşirettir, bu leke, ‘Nasıl böyle bir şey oldu’ Bunun peşine düşmüşler. 35 milyara mı ne benzin yaktılar. Türkiye’nin her yerinde 10-15 araba devamlı dolaşıyor... (Kız bulunup öldürüldü) Adamın peşindeler. Adam 100 sene yaşasa onu mutlaka öldürürler... (Öldürmezlerse) Şimdi o aşiret hep dışlanır. Ona bir eksiklik olur. Ama onları temizledikten sonra ‘Ha biz namusumuzu temizledik, bundan sonra alnım açık gezerim.’
- Neler yapıyorlar mesela o eve karşı?
- Selam sabahı da kesiyorlar. Mesela en ufak bir şey olduğu zaman, ‘Ha şuna bak, lan sizin kızınızı daha geçenlerde kaçırdılar’ diye söylerler ha. Hep yüzüne vururlar ha. Ama o olay bittikten sonra ondan sonra rahatlanırlar.’ (Adana, erkek, 53 yaşında, okula gitmemiş, Şanlıurfalı)