Güncelleme Tarihi:
“Labirent”in Frankfurt ve İstanbul galalarına katıldınız. Nasıl geçti sizin için bu iki gala?
- İkisi de çok başarılı ve güzeldi. Katılım yoğundu. Film de beğenildi. Ben her iki galada da o pozitif enerjiyi hissettim. Filme bizim inandığımız kadar inanan kişileri bir arada görmek çok hoşuma gitti.
Siz “Labirent” ekibine nasıl dâhil oldunuz?
- Bundan yaklaşık iki yıl önce Queens Film Festivali’nde onur ödülü almıştım. Tolga Örnek’in “Devrim Arabaları” filmi de o festivalde “En İyi Film” seçilmişti. O gelemediği için ödülünü bana verdiler. Benim ödülü ona ulaştırmam lazımdı. Tolga zaten beğendiğim bir yönetmen. Kendi kendime “Benim Tolga’yla çalışmam gerek” dedim. Sonra bir haber geldi, Tolga’nın “Labirent” filminin senaryosunu bana yollamak istediğini söylediler. Okudum ve çok beğendim.
Senaryoda sizi en çok etkileyen ne oldu?
- Senaryoyu bütünüyle beğendim ama en çok Tolga’nın kadına bakış açısından etkilendim. Genelde bu tarz aksiyon filmlerinde kadın öğesi duygusal açığı kapatmak için kullanılır. Tolga’nın filmde Türk kadınını kullanış biçimi ise farklıydı, bu yüzden çok hoşuma gitti.
TİMUÇİN’LE ÇALIŞMAK KONFORDUR, İLHAMDIR
Reyhan’ın benzer filmlerdeki karakterlerden farkı neydi?
- Bu kadar zor bir görev içinde bütün renkleri; aile yaşantısı, kızıyla ilişkisi, aşkı yaşayışı çok güzel işlenmişti bence.
Onun en çok hangi yönünü sevdiniz?
- İdealist bir karakter. Samimi ve dürüst biri. Kendi rüyasını kurmuş ve bundan son derece memnun. İçinde bulunduğu durumlardan şikâyet etmiyor. Onu tedirgin eden tek şey, mesleği yüzünden bir gün ölüp kızını annesiz bırakma ihtimali. Buna rağmen evliliğinin, aile yaşantısının bitmesi, bütün bu çatışmalar beni çok etkiledi.
Sizi bu filmde oynamaya ikna eden sadece senaryo ve Reyhan karakteri miydi?
- Timuçin Esen’in Fikret karakteriyle Reyhan’ın amirini canlandıracak olması da çok hoşuma gitti. Artık bu filmi çekmemem için hiçbir sebep kalmamıştı...
“Gönül Yarası”ndan yedi yıl sonra Timuçin Bey’le yeniden çalışmak nasıldı?
- Timuçin’le çalışmak benim için her zaman konfordur, yaratımdır, sanattır, ilhamdır. Reyhan karakterini yaratmamda da bana çok yardımcı oldu. Ayrıca detaycılığıyla filme büyük katkı sağladı. Ayrıca benim çok sevdiğim bir arkadaşım ve çok beğendiğim bir aktör.
Çekimler İstanbul, Mardin ve Frankfurt’ta yapılmış. Siz üç şehirde de kamera karşısına geçtiniz mi?
- Bir tek Frankfurt’ta yoktum.
Mardin çekimleri nasıldı?
- Mardin, büyüleyici bir şehir. Gerçek mekânlarda kendinizi daha fazla işin içinde hissediyorsunuz. Böyle mekânlar, sizin karaktere daha fazla yaklaşmanızı sağlıyor.
Filmin çekimleri ne kadar sürdü?
- Dokuz haftada tamamladık.
MİT DAHA FAZLA KADIN ALMALI
Bolca aksiyon sahneniz var. Özel bir eğitim aldınız mı bu sahneler için?
- Koreografisi öğretildi. Ben zaten yedi-sekiz yıldır dövüş sporlarına ilgi duyuyorum. Daha doğrusu çocukluğumdan beri ilgi duyuyordum, son yedi-sekiz yıldır yapıyorum.
Hangi sporlar bunlar?
- Tai chi, aikido gibi daha meditatif sporlar. Vücudum bu tarz sporlara elverişli, o yüzden koreografileri öğrenmekte horlanmadım. Hedefe kilitlenebilme huyum olduğu için de silah kullanımında uzun bir süreye gerek duymadık. Sadece sahnelerin daha gerçekçi olması açısından çalıştık.
Rıza Kocaoğlu, dövüş sahnelerinde ondan daha iyi olduğunuzu söylemiş. Ne dersiniz, haklı mı?
- Estağfurullah, o onun güzelliği. Rıza da filmde çok başarılı... Milli İstihbarat Teşkilatı, önceleri kadın yerine erkek alımı üzerinde duruyordu, görevin zor olmasından dolayı. Bence doğru bir karar değil bu, çünkü kadın denilen varlık gerçekten daha dayanıklı. Estağfurullah dedim ama Rıza’ya bu anlamda katılıyor olabilirim aslında. Sabır, dirayet ve inanç, kadında var olan özellikler. Bir de yüksek derecede acıya dayanıklılık. Yoksa doğum yapamazlardı herhalde. Bu sebeple teşkilat bence daha fazla kadın almalı...
Bollywood’da da film çektiniz. O filmde oynama kararını nasıl verdiniz?
- Ben bir karar vermedim. Benim sadece insanoğluna inancım var. Hayal kurabildiğin, düşüncelerini özgürce değerlendirebildiğin ve kendine güvendiğin sürece, plan yapmana gerek kalmıyor, her şey istediğin gibi gelişiyor zaten. Hintliler Los Angeles üzerinden gelip seni bulabiliyorlar işte. Sen hazır mısın, önemli olan o. Sen kendi hayalinden sorumlusun, o sebeple kendi önünü açmaya çalışacaksın. Işığını en başta kendin kapatmayacaksın ki, başka kimse kapatamasın.
“Gönül Yarası”ndan sonra Türk sinemasına ara verdiğinizi söyleyebilir miyiz?
- Söyleyemeyiz. “Gönül Yarası”ndan sonraki üç yıl Amerika’daydım zaten, orada iki film çektim. “Türkiye’de film çekmeyeyim” gibi bir planım yoktu ama “Gönül Yarası”ndan sonra bir işi kabul etmek de zordu açıkçası. Oynamak “Labirent”e nasip oldu, çünkü bu projede içim gerçekten rahat etti.
BU FİLM BENİM İÇİN BİR BAŞLANGIÇ
“Labirent”, ismi gibi kafa karıştıracak mı?
- Kafalar bir karışıyor tabii. Sonra her şey yavaş yavaş çözülmeye başlıyor. Çözüldükçe de bütündeki resim oturmaya başlıyor. Labirente tepeden bakıp her şeyi görüyorsun. “Labirent”, çok hızlı bir film.
Bu filmi kariyerinizin neresinde görüyorsunuz?
- “Labirent”in yaşamımda ve yolculuğumda yeni bir başlangıç olduğunu düşünüyorum.
OYUNCULUK HEM TATLI HEM DE BELALI BİR İŞ
Filmdeki işkence sahneniz çok ses getirdi. Neler hissettiniz o sahne çekilirken?
- O sahnelerin gerçekliği önemliydi. Gerçekliğe önem verdiğimiz için orada cidden işkence gördüm! Oyunculuk hem tatlı hem de belalı bir iş.
Neden tatlı ve neden belalı?
- Tatlı, çünkü size normalde yaşayamayacağınız olayların içine girme imkânını sunuyor. Hayallerinizi gerçeğe dönüştürüyor. Belalı, çünkü bazen yaşamak istemediğiniz şeyleri de yaşamak zorunda kalıyorsunuz.