Kâbus başladı

Güncelleme Tarihi:

Kâbus başladı
Oluşturulma Tarihi: Mart 06, 2010 01:00

Gaipten sesler duyan bir genç kızın kâbusa dönüşen hayatını anlatan “Ses”, izleyiciyle dün buluştu. Ümit Ünal’ın yönettiği korku-gerilim tarzındaki filmin başrol oyuncuları Mehmet Günsür ve Selma Ergeç ile buluştuk, merak ettiklerimizi sorduk.

Haberin Devamı

GALADAN FOTOĞRAFLAR

“Ses” cuma günü vizyona girdi. Filmin başrollerindeki Derya ve Onur’u bir de sizden dinleyebilir miyiz? 

Selma Ergeç: Derya görünürde gayet normal biri ama sıkıcı bir hayatı var. Bir çağrı merkezinde çalışıyor. Onur ise Derya’nın küçükken karşı komşusuymuş, daha sonra patronu oluyor. Derya, hayatın biraz dışında bir karakter. Çok sosyal değil, erkeklerle iletişim kuramıyor. Sadece erkeklerle de değil üstelik, annesi ve çevresindekilerle de iletişim kurmakta zorluk yaşıyor. Sadece bir tane arkadaşı var.
Mehmet Günsür: Onur da hayatın ucunda kalmış bir adam. Geçmişinden gelen, içinde taşıdığı koca bir karanlık var. Ona teslim olmamaya çalışıyor. Bir sene önce eşini kaybetmiş. Bütün bu karanlıkların altında yaşamaya çalışıyor.

Peki Onur iyi mi, yoksa kötü bir karakter mi?     

MG: Ne kadar iyi, ne kadar kötü olduğu tartışılır. Kötü şeyler yapıyor olsa da, nedenlerini seyirci çok iyi anlayacak. Onur’dan nefret etmeleri için sebepleri olacak. Olsun hatta. Ama Onur’a klasik anlamda kötü bir adam diyemeyiz.

DERYA GİBİ İNSANLAR VAR  
 
Derya her şeyden korkuyor, bıçaktan, sabah ezanından...


SE: Birçok çocukta böyle korkular olur, yaş ilerledikçe bu korkular ya azalır ya da artarak devam eder. Derya’da da devam ediyor. Aslında bunlar daha büyük bir problemin belirtileri. Derya korkularının nedenini bilmiyor ve sonra aniden bir ses duymaya başlıyor...

Derya sanki fazla gerçeküstü bir karakter olmuş. Katılıyor musunuz bu görüşüme?

SE: Öyle insanlar var ama... Onların yalnız kaldıkları anlara şahit olamadığınız için, Derya’nın yaşadıklarının gerçeküstü olduğunu düşünebilirsiniz. Bana çok da uzak bir karakter gibi gelmedi. Öte yandan Derya zaten fazla rahatsız bir karakter. Kadın ama kadın gibi davranmıyor, çocuk gibi, sanki 14 yaşında bir kız. Kişiliği oturmadığı için iç huzurunu da bulamamış. Sosyal olmak istiyor, erkek arkadaşı olsun istiyor ama başaramıyor. Büyük bir travma yaşıyor...

Sizin başınıza Derya’nın yaşadığı gibi bir olay gelseydi, yani birden bire gaipten sesler duymaya başlasaydınız, ne yapardınız?

SE: Hemen bir psikoloğa danışırdım! Derya ise o kadar uzun zaman o korkuları ve anormallikleri yaşıyor ki, duyduğu sesi hiç kimseyle paylaşamıyor.

GÖKDELEN SAHNESİNDE İPLERLE BAĞLANDIM

Çekimler nasıldı?


MG: Ekip çok iyiydi. Hepsi gencecik, pırlanta gibi çocuklar. Herkesle okuduğumuz kitaplardan, dinlediğimiz müzikten konuşabiliyorduk. Bu yüzden çekimler çok eğlenceli geçti. Ümit’in de sakinliği ve güler yüzlülüğü, seti çok rahatlatan bir unsurdu. Ben bu ekiple yine çalışırım.
SE: Süper müzikler dinliyorlardı bu arada.

Çekimler sırasında sizi çok rahatsız eden sahneler oldu mu?

SE: Çekerken “Bitsin artık” dediğim bir sahne olmadı. Beni rahatsız edenler; inanmadığım, beni ikna edemeyen sahnelerdir. Bu filmde hiç öyle bir sahne yoktu. Ama çok ağır ve yorucu sahneler vardı.

Maslak’taki bir gökdelenin tepesinde, dublörsüz bir sahne çektiniz. O çekimler nasıldı?

MG: Herhangi bir sahne gibiydi benim için. Zaten ekstrem sporlara da meraklıyımdır. Ayrıca dublör kullanacak kadar tehlikeli bir çekim değildi. Ama yine de beni iplerle bağladılar, sonra o ipler montajda silindi.

AYNI DİLİ KONUŞUYORUZ

Mehmet Bey, Ümit Ünal’la “Anlat İstanbul” filminde de çalışmıştınız. Bu film için size teklif getirdiğinde hemen kabul ettiniz mi?


MG: Ümit’in bu işin içinde olması teklifi kabul etmemde tabii ki etkendi ama her zaman senaryoyu okuduktan sonra kararımı veriyorum.
Ümit’le aynı dili konuştuğumuzu düşünüyorum, bu büyük bir avantaj. Hikâye de beni etkileyince, filmde yer almaya karar verdim.

Selma Hanım ile de aynı dili konuşuyorsunuz sanırım...

MG: Evet, konuştuğumuz dili iyi anlıyoruz. Müziği, kitabı, rengi... Çok fazla ortak noktamız var. Daha ne olsun?

Filmin galası için İtalya’dan geldiniz, değil mi?

MG: Evet, birkaç gün daha burada olacağım.

İtalya’da hayat nasıl geçiyor?

MG: Orada da çalışıyorum, deneme çekimlerim oluyor. Oyunculuğa yoğun bir şekilde devam ediyorum. Arta kalan zamanda da çocuklarımla ilgileniyorum. Bu arada İstanbul’a çok sık geliyorum. Burayla da sıkı bağlarım var.

Son olarak yeni projelerinizden söz edelim...

MG: Mayıs ayında Ömer Faruk Sorak ile güzel bir aşk hikayesinde çalışacağız. ıtalya’da ise geçen sene çektiğim bir film, mayıs ayında gösterime girecek. O da bir romantik komedi. Evlenmeye hazırlanan bir çiftin yaşadığı komik olayları anlatıyor. Başrolde değilim ama başrolün hayatında önemli bir noktayım.

SE: Ben de şu anda “Kalp Ağrısı” dizisinde yer alıyorum.

Haberin Devamı

ASLINDA KORKU FİLMİ İZLEYEMEM

Haberin Devamı

Türkiye’de bir psikolojik gerilim filmi çekiliyor ve siz de bu filmin başrollerini üstleniyorsunuz. Ortaya çıkan işi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Selma Ergeç: Bizim derdimiz o hikayeyi anlatmak ve seyircileri filmin içine katıp, onları hikayeye inandırmaktı. Bu hikaye çok farklı da anlatılabilirdi ama Ümit Ünal’ın anlatım tarzı farklı bir iş ortaya koydu. “Ses”in yüksek kalitede, sanatsal tadı olan, insanlara iyi vakit geçirtecek bir film olduğunu söyleyebilirim.

Mehmet Günsür: Benim tam istediğim gibi bir film oldu. Hayalimdeki şeyi yapabildim. Bunun için de hem ekibe hem de yapımcılara teşekkür borçluyum.

Proje seçerken, tür konusunda sıkıntılarınız oluyor mu?

SE: Ben aslında korku filmi izleyemem. “Hayvanlar Mezarlığı”, “Rosemary’nin Bebeği” gibi filmleri çok merak etmiş ama izleyemeyip arkadaşlarıma anlattırmıştım mesela. Fakat ben seyredemiyorum diye de Ümit’le çalışmayı kaçıramazdım. ışin türü, benim için karar aşamasında çok da önemli değil...

Haberin Devamı

BENİ EN ÇOK ZORLAYAN BİR SEVİŞME SAHNESİYDİ

Filmde sevişme sahneniz var. Bu tür sahnelerde zorluk yaşıyor musunuz?


Selma Ergeç: Bizim için başka bir sahneden farkı olabilir mi? Bu sahneleri niye diğerlerinden ayırırlar, hiç anlamam... Ağlama sahnesi bana daha zor gelmişti. Çünkü o anda bir duygu yaşıyorsun ve savunmasızsın. O sırada yönetmen “olmadı” dese, yıkılırsın.

Mehmet Günsür: Bence zor sahneler bunlar, çünkü gerçek hayatta olduğu gibi değil. Benim bugüne kadar en zorlandığım sahne, bir sevişme sahnesiydi. Herkes orada, belli bir koreografinin içindesin ve doğal olarak yaptığın şeyi gerçekmiş gibi göstermeye çalışıyorsun. Her sahnede duyduğun korkuları orada da yaşıyorsun. Ama sonuçta tabii ki dinamik bir dansa dönüşüyor... Benim için bu tür sahneleri çekerken karşımdaki insanın rahat olması da önemli.

Sizin sahneniz nasıldı?

MG: Bizimki o kadar zor olmadı ama geçiştirilecek bir durum da değildi. Çünkü o sahnede ayarlanması gereken bir sürü denklemin parçaları vardı. Filmde fiziksel değil, duygusal bir çıplaklık var...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!