Güncelleme Tarihi:
Star’da Hürrem Sultan diye bir dizi var, Hürrem’i Gülben Ergen, Kanunî’yi Ali Sürmeli, Makbul İbrahim Paşa’yı Serdar Deniz oynuyor. Senaryo İlhami Algör, Mehmet Murat Somer ve Hüseyin Karagöz’e ait.
İki üç bölümünü seyrettim.
Tarih konusunda iddiam yok, açıp Murat Bardakçı’ya sordum.
Murat, Allah aşkına sen söyle, bizim koskoca Kanunî böyle cariyesinin ağzının içine bakan, kılıbık, dökülen bir padişah mıydı?
Kanunî yatağa uzanmış, gözünden uyku akıyor. (Her daim uyuşuk zaten!) Hürrem karşısına geçmiş dırdır ediyor, yok İbrahim Paşa şöyle dedi, yok İbrahim Paşa’nın padişahlıkta gözü var... Biliyorum Hürrem, diyor Kanunî, beriki iplikçi karı misali “Evet ama, Sultanım ben cariyesinden iyi bilir ki... cav cav!...”
Adamcağız “Tamam Hürrem, daha önce de söyledin bu lafları, tamam” mealinde bir şeyler mırıldanıyor, belli ki arkasını dönüp uyuyacak, ama ne mümkün...
Zaten Hürrem de devlet işlerini öyle entrikayla, dümenle filan etkilemeye çalışmıyor. Alenen. Çağırın bana bilmem kim paşa gelsin!
Yer mi kardeşim? Yer mi?
SÜFLÎ SULTAN SÜLEYMAN
Süflî bir Kanunî. Gözleri kapanıyor devamlı. Yalnız Kanunî mi? Koskoca İbrahim Paşa da bezgin, yere çökmüş, ağladı ağlayacak, zavallı bir ordular kumandanı, serdar-ı ekrem!
Galiba Rodos’tan dönüyorlar, Kanunî üzerinde entarisi, başında namaz takkesi misali bir zımbırtı, ayakta duramıyor güya fırtınadan, bir sağa yalpalıyor bir sola, İbrahim kolundan tutmasa, düşüp kafayı direğe vuracak... “Sultanım donanmayı tehlikeye atmayalım” diyorlar, illa da Hürrem’in koynuna gideceğim diyor beriki...
Bardakçı “Tarihî filmler giderek kalitesizleşiyor Serdar” diyor. “Eskiden, çok daha az imkânla ciddî, doğru bilgiler içeren filmler yapılırdı. Hürrem Sultan da bir facia, bir rezalet...”
Bardakçı, tarihî açıdan da birçok eksik ve yanlış olduğunu söylüyor, o konu beni beni aşar, ama mesela...
Kenter Tiyatrosu’nun 1960’larda sahneye koyduğu bir oyun için Yıldız Hanım’ın nasıl çırpındığını, Elif Naci’lere, Refi Cevat Ulunay’lara danıştığını babamdan dinlemiştim. Hünkâr’ın odasına çağrılan cariye içeri nasıl girer, nasıl çıkar, oturur mu, başı önünde mi durur... En ince detayına kadar sorup işin doğrusunu yapmaya çalışmışlar Kenterler.
Kırk yıl sonra, bu kadar imkânla...
Bizim koskoca Kanunî’miz, Cihan Sultanı Muhteşem Süleyman bu mudur Allah aşkına?
Öyleyse eğer, artık tarihçiler bize bu acı gerçeği söylesinler. Tamam bizim için büyük bir hayal kırıklığı olacaktır ama, ne edelim, bağrımıza taş basar, katlanırız.
Fatih’in torun çocuğu, Yavuz’un oğlu SÜFLÎ SULTAN SÜLEYMAN der, otururuz....
*
Not-1 : Bu vesileyle (daha önce yazdığım) Kültür Bakanlığı’nın sitesindeki Fransızca Kanunî maddesine baktım, düzeltilmiş mi diye. Rezillik aynen devam... Eh, Kültür Bakanlığı Kanunî’yi böyle anlatırsa, Hürrem Sultan dizisi de bu kadar olur ancak... Hami Çağdaş anlattı, Devlet Tiyatroları’nın bir oyununda, ayağını uzatmış yatan padişah, odaya Valide Sultan’ın girdiğini görünce, hiç istifini bozmadan “N’aber Valide?” diyormuş... Yani balık baştan kokmuş bile!
Not-2 : Murat Bardakçı da Hami Çağdaş da dizideki kıyafetlerin, kavukların Allah’lık olduğundan, senaryonun Osmanlı Saray örf ve adetinden bihaber olduğundan yakınıyordu. Doğrudur muhakkak. Ben bir sahneye çok güldüm mesela: Kanunî, Divan’ı toplamış, vezirlerine diyor ki: “Savaş bir ekip işidir!” Cihan Padişahı değil basket koçu mubarek!