Bundan tam 25 yıl önce, Yoko Ono ile John Lennon, beş yıl aradan sonra müziğe geri dönüşlerini simgeleyecek olan Double Fantasy adlı albümü hazırlıyorlardı. John Lennon, ‘İnsanlar bu albümü dinleyince ‘Bu ikisinin reklam için yapamayacakları bir şey yok’ derlerse hiç şaşırmam’ diyordu.
Ama 8 Aralık 1980 günü yaşanan anlamsız olaylar, her şeyi değiştirdi. Beatles topluluğu üyesi John Lennon, Double Fantasy’nin tamamlanmasını kutlarken, bir cinayete kurban gitmişti.
Oysa Yoko Ono ile o kadar mutluydu ki.. Hatta ünlü fotoğrafçı Bob Gruen, şöyle anlatıyordu o günleri:
‘John Lennon hayatının son yıllarında eskiden olduğundan çok daha sakindi ve kendini aile hayatına adamıştı...’
LENNON YAŞAMINDA YENİ BİR BAŞLANGICA HAZIRLANIYORDU
1980 yılının 8 Aralık pazartesi sabahı Radyo 1’in dinleyicileri Dave Lee Travis’in Kahvaltı Programı’nın tatlı melodileriyle uyandılar. Saat 08.15’te DJ, John Lennon ile Yoko Ono’nun neşe saçan Noel mesajını yayınladı.
Ünlü çiftin yakında İngiltere’ye dönecekleri de müjdelendi. Tam 24 saat sonra, Radyo 1, John Lennon’ın şarkılarını peş peşe çalmaya başladı. Ancak bu kez hava değişmişti. Ülke yastaydı. John Lennon ölmüştü.
Aslında o gün, Lennon için yeniden hareketlenme döneminin başlangıcıydı. Ünlü sanatçı 07.30’da kalktı, Westside’daki La Fortuna’da kahvaltı etti. Saat 09.00’da berberi Veez’in dükkanına gitti. Saçlarını Beatles topluluğunun Hamburg’daki günlerinde uygulanan modele göre kestirdi. Saat 10.00’da Yoko Ono ile RKO Radio için dairelerinin büro bölümünde bir röportaj verdiler.
Röportaj sırasında Double Fantasy albümünden söz edilirken, John Lennon ‘Bu albümü benimle birlikte büyüyen insanlara adıyorum’ demişti.
Gün devam ederken Rolling Stones dergisinin fotoğrafçısı Annie Leibovitz görüşme ve fotoğraf çekimi için Dakota Apartmanı’na geldi. Leibovitz, ünlü çift sevişirken çekilecek kapak fotoğrafını planlamıştı. John Lennon bu fikri hemen benimsedi.
Bu fotoğraf, ünlü çiftin birlikte çekilen son fotoğrafı olacaktı!
Saat 16.00’ya doğru John Lennon ile Yoko Ono, önceden kiralanan limuzin otomobille The Hit Factory’ye gittiler. Dev kayıt stüdyosunda Walking on Thin Ice albümünün sound track’i hazırlanacaktı. Akşam saat 22.30’da John Lennon, yapımcı Jack Douglas’a ‘Hey, bu gecelik bu kadar çalışma yetmez mi? Yoko ile eve giderken bir yere uğrayıp,
yemek yiyeceğiz’ dedi.
Ama çift hiçbir yere uğramadan, eve doğru hareket ettiler. Yoko, beş yaşındaki oğlu Sean ile ilgilenmek istiyordu. John Lennon, Dakota Apartmanı’nın önünde limuzinden indi, bir yığın kaset ve bir teyp kayıt cihazını kucaklamıştı.
Yoko Ono, kocasının birkaç adım gerisinden yürüyordu. John Lennon, binanın avlusuna girmek üzereyken, Chapman adındaki kişi, gölgelerin arasından sıyrılıp, onun önünde durdu ve ‘Bay Lennon’ dedi. Sonra elinde tuttuğu silahın beş kurşununu John Lennon’ın üzerine boşalttı.
İlk iki kurşun Lennon’ın sırtına isabet etmiş, onu acıyla arkasına döndürmüştü. Daha sonraki iki kurşun omzuna saplandı. Son kurşun ise hedefi şaşırmıştı.
KATİL CHAPMAN, ONA BAY LENNON DİYE SESLENDİ
Kan revan içinde kalan Lennon, Dakota Apartmanı’nın kapıcısının kullandığı odaya giderken beş basamağı zorlukla çıkabildi. Ono hemen kocasının yanına koştu, başını kolları arasına aldı ve haykırmaya başladı ‘John Lennon vuruldu. John Lennon vuruldu. Bana yardım edin!’
O gece kapıda nöbet tutan Jay Hastings, polise durumu bildirdi. Sonra üniformasının ceketini çıkarıp Lennon’un üzerine örttü. Olay yerine ilk gelenler polis memurları Steve Spiro ile Peter Cullen oldu. Polisler hemen Jay Hastings’i tutuklamak istediler. Bir başka kapıcı, arkadaşının orada çalıştığını söyledi ve katil Chapman’ı göstererek ‘Lennon’u vuran o!’ dedi. Chapman, olay yerinden kaçmamıştı. Kapının solunda durmuş, kitap okuyordu:
‘İçimde bir büyük adam var ve bir de küçük adam’ dedi. ‘Tetiği çeken küçük adamdı.’
Giderek gücünü kaybeden Lennon ‘Ben John Lennon. Beatles topluluğundan John Lennon’ım’ diye mırıldanıyordu.
Ambulansı beklemeye zaman yoktu. Polis memurları ünlü şarkıcıyı kendi arabalarına taşıyıp St.Luke’daki Roosevelt Hastanesi’ne götürdüler. Yolda, John Lennon’ın kendini kaybetmesine engel olmak için durmadan sorular sordular. Doktorlar çok kan kaybeden sanatçıya kan verdiler ama artık çok geçti. Saat 23.07’de John Lennon’ın öldüğü ilan edildi. Yoko Ono acı haberi aldığında yıkıldı.
Katil, John Lennon’ın şöhretini istiyordu Ruh hastası olduğu belirtilen Mark David Chapman, 1955’te Teksas, Fox Worth’de doğdu. Çocukluğunda sakin ve uslu biri olarak dikkat çekti.
Büyüdükçe tek tutkusu müzik oldu. Kendini John Lennon ile eşleştirdiği için Yoko Ono’ya benzediğini düşündüğü Japon asıllı Gloria Abe ile evlendi.
Lennon’ın bir yalancı olduğunu, insanları aldattığını düşünmeye başlamıştı. Karısıyla Honolulu’ya taşındıktan sonra geri dönüp John Lennon’ın evini gözetlemeyi iş edindi.
Bir gün karısına telefon edip John Lennon’ı öldüreceğini söylemişti. Kadıncağız kocasını vazgeçirmek için çok yalvardı ama başarılı olamadı.
Chapman, 23 Aralık 1980’de ikinci derecede cinayet işlemek suçuyla mahkemeye verildi. Katilin akli dengesinin yerinde olmadığını ileri süreceği sanılıyordu. Fakat suçunu kabul etti.
20 yıl hapse mahkum edilen Chapman, 2004 yılında, şartlı tahliye ekibine, John Lennon’ı onun şöhretini çalmak için öldürdüğünü söyledi. Bir bakıma bunu başarmış sayılacağını da sözlerine ekledi.
Şarkılarıyla toplumu geliştirmek istedi John Lennon’ın sağlığında da, ölümünden sonra da şimşekleri üzerine çeken eşi Yoko Ono Lennon, derginin özel bölümüne bir ön söz yazmış:
‘John’un ölümünden 25 yıl sonra bile dünyada müziğiyle ve açıklamalarıyla hálá yaşadığını hissediyorum. Bu yıl, onun ölümünün yarattığı duygulardan çok, yaşadığına yönelik inancım ağır basıyor. O, buralarda bir yerde. Şimdi çok güçlü bir yaşamı var, öyle ki, bugün sağ olan müzisyenlerden daha da hayat dolu... John, insanlara kişisel, özel şeyler vermesi gerektiğine inanırdı. Eğer hayatında bazı olaylar yaşıyorsa, bunlarla ilgili şarkılar yazmak isterdi. Şarkılarıyla toplumu geliştirmeye çalışırdı. Öylesine mutluyduk ki. En çok onun sıcaklığını özlüyorum. Dünya için en üzücü olansa, artık onun yeni eserlerini dinleme şansımızın olmaması.’