Güncelleme Tarihi:
Günümüzün hızlı yaşamında biz bile kendimizin ve etrafımızdakilerin uzun ilişkilerini takip edemezken, yönetmen Richard Linklater, aynı oyuncularla el ele vererek uzun soluklu bir ilişkinin izini sürmeyi başardı.
Karşımıza roman gibi, giriş, gelişme, sonuç bölümlerine şahit olduğumuz bir ilişki koydu.
Bu ilişkiyi perdeye getirirken ilişkiler, aile olma, aşk ve hayatın kendisi üzerine felsefi konuşmalar ve derinlemesine incelemeler de sundu.
İlk filmde tanıştığımız Amerikalı yazar, romantik serseri Jesse ve kültürlü zeki Fransız kadını Celine konuşup tartışırken biz kendimizden yansımalarla yüz yüze gelmiş olduk.
Bu da seriyi, romantikler ve ilişki sentezi yapacak tüm çiftler için vazgeçilmez kıldı.
‘Before Sunrise’ ve ‘Before Sunset’, pek çok romantiğin ilk üç filminden biri olmuştur mutlaka.
Before Midnight da serinin son filmi olarak ilk ikisini tamamlıyor.
Paris’teki ikinci buluşmanın ardından Jesse ve Celine bir kez daha vedalaşıp kendi yollarına devam etmişlerdi.
İlk buluşmanın ardından geçen uzun yıllardan sonra tekrar, bu kez Yunanistan’da karşımıza çıkıyorlar.
Ama burada bir parantez açıp filmin tokat gibi vuran açılış sahnesinden bahsetmek istiyorum.
Özellikle de boşanmış ve çocuğundan ayrı yaşayan anne babalar için geçerli bu tokat.
Jesse, ayrı yaşadığı ve yaz tatili için yanına gelen oğlunu havaalanından annesinin yanına gönderirken izleyenleri altüst ediyor.
Bu, Jesse rolündeki Ethan Hawk’a helal olsun dediğimiz sahnelerden sadece bir tanesi.
Oyunculukta döktürme anlamında Julie Delpy de Hawke ile yarışır.
Geçen yılların iyi gelmediğini, yaşlandığını üzülerek gözlemlediğimiz oyuncu, orta yaşı geçmiş bir kadın olmanın tüm zorluklarını ve etkilerini karakterine de yansıtıyor.
Vücudu ve yaşıyla barışık olduğunu gözlemediğimiz Delpy, kadınların yılların etkilerine rağmen akıl ve tecrübeleriyle ilişkiyi nasıl da yönlendirdiklerini ispatlayan karakterine hayat veriyor.
Ve arka plan değişmeden dakikalarca konuşan çifti üç film boyunca mükemmel canlandıran ve adeta oyunculuk dersi veren Ethan Hawk’a ve Julie Delpy’ye bu filmde de doyum olmuyor.
Hikâyeye dönersek, Jesse ve Celine geçen yıllar boyunca bir yığın değişim yaşamış, çeşitli sürprizlerin yaşanacağı bir hayata doğru yelken açmış.
Tüm sorunlara ve değişikliklere rağmen, değişmeyen tek şeyse birbirlerine duydukları aşk ve yaşanmışlıkları.
Yunanistan’da geçirdikleri bir tatil günü, geçmişlerini muhakeme edip ilişkilerini masaya yatırdıkları içten, geçmişin, geleceğin irdelendiği, bir film boyunca süren, uzun bir sohbete tanık olunuyor.
Filmin senaryosu önceki filmde olduğu gibi Linklater, Hawke ve Delpy ortaklığının ürünü.
Bu senaryo ilk iki filmi izlemeyenler için bile hayli çekiciyken, izleyenler için çok daha fazla şey ifade ediyor.
Bir kere karakterlerin ve ilişkilerin nasıl evrim geçirdiğine, değişime uğradığına birebir tanık oluyorsunuz.
Bile bile gevezelik eden, diyaloglar üzerinde yükselen, felsefi analizler yaparken derin düşüncelere sevk eden bir film var karşımızda.
İlk iki filme oranla biraz daha karanlık olduğu, mutsuz anlarının fazla olduğu bir gerçek.
İlişkiler de yaş alıyor kuşkusuz.
Jesse ve Celine’in ilk gününden beri şahitlik ettiğimiz ilişkilerini irdelemeleri bir yana Yunanistan’daki kalabalık yemek sonrasındaki sohbet de kendi başına bir hayat ve ilişki dersi gibi.
Eşini yıllar önce kaybetmiş, “Birileri için önemli oluyoruz ama sonunda bu hayattan geçip gidiyoruz” diyen yaşlı ve yalnız kadın her şeye son noktayı koyuyor zaten.