Japonya’da reklamlarda oynayan küçük Türk kızı

Güncelleme Tarihi:

Japonya’da reklamlarda oynayan küçük Türk kızı
OluÅŸturulma Tarihi: Ekim 13, 2004 00:00

Tuğçe, Japon okulundaki tek Türk çocuktu. ÇizdiÄŸi resim, öğretmeni Fuji’nin dikkatini çekti. Resimdeki kız çocuÄŸunun saçları, gözleri, burnu vardı ama kulakları ve aÄŸzı yoktu.Annesini çağırıp resmi gösterdi. O, ÅŸaÅŸkın bir halde resme bakarken, yorumladı: - Kızınız, ‘Görüyorum, koku alıyorum ama konuÅŸamıyorum, konuÅŸulanları anlayamıyorum’ demek istiyor. Tuğçe ve ailesi üç yıl için Japonya’ya gelmiÅŸti. Babası bir diplomattı. Tokyo’da görevlendirilince eÅŸi Aslı da iÅŸyerinden ücretsiz izin almış, üç yaşındaki kızıyla birlikte ona katılmıştı.Geldikleri günden itibaren en büyük sorunları Japonca oldu. Ä°ngilizce çoÄŸu yerde yardımlarına koÅŸup dertlerini anlatmalarını saÄŸlasa da, Japonlarla yakınlaÅŸmalarına, Japon kültürünü tanımalarına yetmiyordu.Anne baba olarak onlar bu sıkıntıyı yaÅŸarken, üç yaşındaki kızları Tuğçe’nin haline ayrıca üzülüyorlardı. Aslı, ‘En iyisi onu Japon okuluna verelim, hiç olmazsa Japonca öğrenir, Japon arkadaÅŸlar edinir’ dedi. Japonya’da üç yaşına gelen çocuklar, okula baÅŸlamak zorundaydı. Türkiye’deki kreÅŸlere benzer, çocukların oynayarak öğrenmesine dayalı bir eÄŸitim sistemi uygulanıyordu ilk yıllarda.Tuğçe okuldaki ilk günlerinde çok zorlandı. Sarışın bir kız çocuÄŸu olarak hemen dikkat çekiyordu. Bu yüzden bütün çocukların, hatta öğretmenin bile ilgisi onun üzerinde toplanmıştı. Ancak o, tek kelime bile anlamıyordu etrafında konuÅŸulanlardan. O yüzden çizmiÅŸti kulakları ve aÄŸzı olmayan kız resmini!Fuji öğretmen, Tuğçe’nin resmini görünce sarsılan annesini teselli etti: ‘Merak etme, çocuklar dili çabuk öğrenir. Bakın ben bir sözlük buldum.’ Elinde, nereden bulmuÅŸsa, eski ve kapağı yırtık bir Japonca-Türkçe sözlük vardı!HEDÄ°YESÄ°Z BIRAKMIYORLARDI Gerçekten de Tuğçe, hızla Japonca öğrenmeye baÅŸladı. Sınıf arkadaÅŸlarıyla anlaÅŸabiliyordu artık. Evde bile sürekli Japonca ÅŸarkılar söyler olmuÅŸtu.Zamanla, okulun yıldızı haline geldi. ArkadaÅŸları ve öğretmeni de onu çok sevmiÅŸlerdi; ‘Tuğçeçan’ diye çağırıyorlardı. ‘Chan’, Japonların kız çocuklarının isimlerinin sonuna koydukları bir ekti; ‘çan’ olarak okunuyordu. Sonuna geldiÄŸi isme duyulan sevgiyi ifade ediyordu. Tıpkı ‘TuğçeciÄŸim’ gibi.Bir ara Tuğçe ile annesini izleyen arkadaÅŸları, annelerine kazan kaldırdı ‘Biz neden öpülmüyoruz’ diye. Japon geleneklerine göre, anneler, çocuklarını okul çıkışında karşılarken sadece el sallıyorlardı. Sonra anne ve çocuk hızla birbirine koÅŸuyor; yaklaşınca birbirlerine dokunmadan ellerini, avuç içleri karşıya dönük biçimde sallıyorlardı hızlı hızlı. Japon annelerin yanında bekleyen Aslı ise Tuğçe’yi kucağına alıyor, sarılıp öpüyordu. Japon çocuklar, iÅŸte bunu kıskanmışlardı. Sonunda Japon anneler de çocuklarını kucaklarına almaya, sarılıp öpmeye baÅŸladılar. Japon çocuklar, Tuğçeçan kadar sevildiklerine ancak anneleri öpünce inandılar.Aslı da rahatlamış, kaygılarından kurtulmuÅŸtu. Japon-Türk Kadınlar DerneÄŸi’ndeki faaliyetler ile ev iÅŸlerinden kalan zamanı, Tuğçe ile birlikte gezerek deÄŸerlendiriyorlardı. Tuğçe, bu gezintilerde Japoncası ile annesine yardımcı oluyordu. Girdikleri maÄŸazalarda, Tuğçe’nin kırıkdökük bir Japonca ile konuÅŸması hayranlıkla karşılanıyordu. Hatta bir kuyumcu o kadar sevmiÅŸti ki Tuğçe’yi, vitrinden çıkardığı inciyi hediye etti. Kabul etmeleri için neredeyse yalvardı anne kıza.TOKYO’DA TÃœRKÇE MÄ° Bir gün yine anne kız, evlerinin yakınındaki bir süpermarkete gitmiÅŸlerdi. Aslı, market sepetini doldurmakla meÅŸgulken, Tuğçe de ÅŸekerlemelerle ilgileniyordu. Orta yaÅŸlı bir kadın, Tuğçe’ye yaklaÅŸtı; ‘Kawai ne!’ (Ne ÅŸekersin sen) diyerek saçlarını okÅŸamaya baÅŸladı. Aslı, gözucuyla izliyordu onları. Kasaya yaklaÅŸtıklarında kadın hálá Tuğçe’nin yanında ‘Kawai ne’ demeyi, saçını okÅŸamayı sürdürüyordu. Marketten çıktıklarında da peÅŸlerini bırakmadı. Aslı, ‘Bu kadarı da fazla oldu’ diye düşünmeye baÅŸlamıştı. Tam bu sırada kadın, Aslı’ya yaklaÅŸtı. Tatlı, sevimli bir kızı olduÄŸunu söyledi. Japonca konuÅŸurken sözcük bulmakta zorlanıyor, sözcükleri de yanlış telaffuz ediyordu. Baktı kadın kızarıp bozarıyor, Aslı Ä°ngilizce konuÅŸmayı önerdi. Ne yazık ki, kadın Ä°ngilizce de bilmiyordu. Bir süre sonra sessiz yürümekten sıkılan Aslı, tek tek sözcüklerle konuÅŸmaya çalıştı; Kadın, Tokyo’ya geleli birkaç ay olmuÅŸtu. Aynı sokakta oturuyorlardı. Ve kadın Çinliydi! Aslı, ÅŸaşırdı. ‘Nasıl olur, hiç Çinliye benzemiyor!’ diye düşündü. Sabırla, yine basit sözcükler seçerek hiç Çinliye benzemediÄŸini söyledi. O da ‘Çin’in Uygur bölgesinden bir Türk olduÄŸunu zor da olsa anlattı. Aslı bunun üzerine ona dönerek, Türkçe konuÅŸtu: - O zaman biz de Türkçe konuÅŸuruz, ne yapalım.Kadın tökezledi, az kalsın yere kapaklanıyordu! ÅžaÅŸkınlıktan gözlerini kocaman açmıştı. Kendine gelince konuÅŸmaya baÅŸladı. Çok sevinmiÅŸti. Türkçe’yi farklı konuÅŸsalar da birbirlerini anlayabiliyorlardı. Mucize gerçekleÅŸmiÅŸ, iki yaÄŸmur damlası çölde buluÅŸmuÅŸtu! Adı Dilnur’du. Evlerine davet ettiler birbirlerini. Ailece görüşecek, iki sıkı dost olacaklardı zamanla Aslı ile Dilnur.TUĞÇE REKLAM YILDIZI Tuğçe dört yaşına geldiÄŸinde Japonların kendisini ‘Kawai ne!’ diyerek sevmelerine, iyice alışmıştı. 1994 yazı sonunda bir gün Laforet AlışveriÅŸ Merkezi’ndeki oyuncakçıları gezerken etraflarında dolaÅŸan kadını önemsemedi Aslı önce. Ä°yi giyimli, üst tabakadan bir kadındı. Uzun süre Tuğçe’yi inceleyip, etraflarında dolaÅŸtıktan sonra yaklaÅŸtı.- Bir reklam ajansı sahibiyim. Kızınızı reklam filmlerinde oynatmak istiyorum.Aslı, kibarca reddetti kadını. ‘TeÅŸekkür ederim, düşünmüyoruz.’ Ancak kadın ısrarlıydı; ‘Avrupalı bir kız çocuÄŸu arıyorduk. Kızınız tam aradığımız tip.’ Ä°kna edemeyince, ayrılırken kartını verdi Aslı’ya. ‘Fikrinizi deÄŸiÅŸtirirseniz arayın’ dedi.SevinmiÅŸti Aslı. Özellikle de kadının Tuğçe’yi Avrupalı bir tip olarak beÄŸenmiÅŸ olmasından etkilenmiÅŸti. Eve döndüğünde eÅŸine anlattı olan biteni.Karı koca uzun uzun konuÅŸtuktan sonra, ‘Neden olmasın? Bir kere deneyelim’ dediler. Tuğçe’ye de anlattılar reklam filmlerinde oynayacağını.Ajansı aradıklarında aradan aylar geçmiÅŸti. Tuğçe, deneme filminde baÅŸarılı olmakla kalmadı, kısa sürede Tokyo’nun aranan fotomodellerinden biri olup çıktı. ‘Bir kere deneyelim’ diye baÅŸladıkları modellik, Tuğçe’nin devamlı iÅŸi haline gelmiÅŸti. Birbiri ardına reklam filmlerinde oynuyor, reklam dergilerinde ‘kapak kızı’ oluyordu.Gittikleri stüdyolarda Amerikalı, Ä°ngiliz, Fransız çocuklara raÄŸmen, çoÄŸu kez Tuğçe seçiliyordu ‘Avrupalı yüz’ olarak. Yönetmenler, Tuğçe’yi benimsemiÅŸti.Çekimler sırasında hiç karışmıyorlar, Tuğçe istediÄŸi biçimde pozlar veriyor, oynuyordu. Aslı, ‘Düzgün dur’ diye uyarınca, ‘Rahat bırakın, o ne yapacağını bilir’ diyorlardı. Bir gün ayaklarını kıvırarak duruyor, baÅŸka bir çekimde erkek mankenin elini tutup ÅŸaşırtıyordu herkesi.KAPRÄ°S YAPACAÄžI TUTUNCABüyük bir alışveriÅŸ merkezi, baÅŸka bir UzakdoÄŸu ülkesinde ÅŸube açıyordu. Bu açılışı konu alan bir reklam filmi çekilecekti. Tuğçe filmde bembeyaz melek giysileri giyecek, kanatlı, beyaz bir atın üzerinde alışveriÅŸ merkezinin üzerinden uçacaktı. Çekimlerin bir iki saatte biteceÄŸini tahmin ediyordu Aslı. Ancak o güne deÄŸin çekimlerde hiç sorun çıkarmadan rolünün hakkını veren Tuğçe’nin kapris yapacağı tuttu. Öğle yemeÄŸinde eline geçirdiÄŸi küçük bir soya sosu ÅŸiÅŸesini çok sevmiÅŸti. Elinden bırakmıyordu.Beyaz bir at üzerinde, elinde boÅŸ bir soya sosu ÅŸiÅŸesi ile gülümseyerek uçan bir melek! Olacak ÅŸey deÄŸildi. Çekim güzel güzel devam ederken, birden dönüp, ‘ŞiÅŸem nerede’ diyor ve aynı sahne baÅŸtan alınıyordu.Ä°ÅŸi, çekimlerde çocuk oyuncularla ilgilenmek olan görevli son derece sabırlıydı. Tuğçe ‘ŞiÅŸem nerede?’ dedikçe, ÅŸiÅŸeyi havaya kaldırıp, ‘ŞiÅŸen iyi durumda’ diyordu. Aslı da kızını sakinleÅŸtirmek için çalışıyordu. Saatler geçmiÅŸ, Tuğçe’nin ‘şiÅŸe’ kaprisi yüzünden çekim tamamlanamamıştı. Hava kararmıştı. Bir ara, herÅŸey yolunda gidiyormuÅŸ, çekim bitmek üzereymiÅŸ gibi görünürken yine Tuğçe’nin o billur sesi duyuldu: ‘ŞiÅŸem nerede?’ Bir an bütün sesler kesildi, ardından cılız bir ses duyuldu. O, çocuk dilinden anlayan, onca kaprise raÄŸmen sabırlı ve güleryüzlü olmayı baÅŸaran set görevlisinin sesiydi bu:- Tuğçeçan, sarin ÅŸiÅŸen burada, merak etme! O günlerde Japonların en çok nefret ettiÄŸi kiÅŸi Asahara’ydı. Tokyo metro istasyonuna sarin gazı koyup insanları zehirlemiÅŸti. Set görevlisi, sevimli Tuğçe’yi Asahara’ya benzetecek kadar kendini kaybetmiÅŸti anlaşılan!Önce yeniden derin bir sessizlik kapladı seti. Sonra yönetmen ve yardımcıları, Aslı’nın önünde saygıyla eÄŸilerek özür dilemeye, ‘bow’ yapmaya baÅŸladılar. Onurunu incitmiÅŸ olmaktan endiÅŸeleniyor, hararetle eÄŸilip kalkıyorlardı.Bu telaÅŸlı sahneyi deÄŸiÅŸtiren, Aslı’nın kahkahaları oldu. Sinirleri boÅŸalmıştı. Onun seti terk etmesinden korkmuÅŸ olan yönetmen, bir anda rahatladı. Yönetmen ve ardından bütün ekip baÅŸladı kahkahalarla gülmeye.Nice zaman sonra toparlanıp, yeniden çekime döndüklerinde onları bir sürpriz bekliyordu. Kahkahalar, Tuğçe’ye ÅŸiÅŸeyi unutturmuÅŸtu. Sahne hızla çekilip bitti.OKURA PUSULAMinibüste de rahat bırakmadıDahası var öykünün. O çileli çekimde hayli yorulan Japon yönetmen, Aslı ve Tuğçe’yi eve bırakırken minibüste uyuyakaldı. Tuğçe, orada da rahat bırakmadı adamı. Elindeki mendili burnuna sürterek uyandırmaya çalıştı. Tuğçe, bu olaylı çekimden sonra da reklam yıldızlığına devam etti. Ta ki, Japonya’ya veda edip Türkiye’ye dönene kadar.Japonya’da ailece yaÅŸadıklarını Aslı, Japonların deyimiyle ‘Aslısan’ (Aslı Hanım) aktardı bana. Belki onlarca kez mail ile yazıştıktan sonra bir de yüz yüze görüştük. Tuğçe ile ilgili olarak Japonya’da çıkan dergileri, haber kupürlerini getirmiÅŸti. Bu gülümseyen öykü, bu görüşmelerin sonucunda kaleme alındı.Soyadının yazılmasını bürokratik sorunlar çıkabileceÄŸi endiÅŸesiyle istemeyen Aslısan, Japonya’dan hálá sevgiyle söz ediyor. ‘Nihon wa watashitachi no niban no kuni mitai deshita. Watashitachi wa Nihon de ‘gaijin’ dewa imasen deshita!’ (Japonya bizim ikinci vatanımız gibiydi. Bizler Japonya’da ‘yabancı’ deÄŸildik) diyor hálá. Tuğçe, 14 yaşında güzel bir genç kız artık...YaÅŸam öykünüzü bekliyoruzFax: 0 (212) 677 0 888 e-mail: fbildirici@hurriyet.com.tr Mektup adresi: Anlatsam Roman Olur Hürriyet Medya Towers GüneÅŸli/Ä°stanbul. Web sayfası: www.hurriyet.com.tr/anlatsamCUMA: ÜÇ AY İÇİN BÄ°R ÖMÃœR VEREN HOSTESÂ
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!