Güncelleme Tarihi:
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 13 Ekim 2005’te de Beyoğlu Cumhuriyet Başvavcılığı’na intikal ettirilen, yeni TCK’nın 301’inci maddesi uyarınca "Türklüğü aşağılamak" suçlamasıyla, Türkiye’de ve Yunanistan’da best-seller olmuş "İzmir Büyücüleri" adlı kitap hakkında dava açıldı.
İstanbul Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı’nın mütalaasında, Mara Meimaridi’nin yazdığı ve Yunanistan’da dizi haline getirildikten sonra Türkiye’de dizileştirilme çalışmaları başlatılan kitabın incelenmesinde; sayfa 18 ve 19’da, sayfa 36’da, sayfa 38’de, Türklüğü aşağılayan ifadeler kullanıldığı, 250-270-298’de hakaret sayılabilecek yönler olduğu ifade edildi. Savcılık mütalaasında ayrıca, "Silahlı Kuvvetlere ve devletin ilk kurulduğu yıllarda idarecilerin uygulamaları ve ekonomik rejim de bahane edilerek Türklüğü aşağılamak suçunun açıkça vücut verdiği ve bunu yayımlayanların da müsnet suçu işledikleri gerekçesiyle... ’Yayın yoluyla Türklüğü aşağılamak’ konusu nedeniyle dava açılmıştır" denildi.
"DAVAYI TALİHSİZLİK OLARAK GÖRÜYORUM"
Kitabın yayıncısı Literatür Yayınevi Yönetim Kurulu Başkanı Kenan Kocatürk, ANKA’ya yaptığı açıklamada, "Yasal olarak da açılmış bir davanın seyrini etkilemek de istemiyoruz, ama bir roman bu, Marquez’in de yazdığı büyülü gerçeklik denilen bir roman çeşiti" dedi. Kocatürk, kitabın Türkiye’de 50 bin satış ve 25’inci baskısını yaptığını belirterek, kitabın Yunanistan’da da en çok okunan kitaplar arasında yer aldığını dile getirdi. Kocatürk, "İtalyancası basıldı, orada en çok okunan ilk 10 kitap arasında yer alıyor. Çek, Almanya ve İspanya’da da yayınlanmak üzere" dedi. Kitabın Yunanistan dizi film yapıldığını ve Türkiye’de "Yabancı Damat" benzeri bir dizi haline getirileceğini kaydeden Kocatürk, "Biz kitabı sansürsüz yayınladık, kitabı Türklüğü aşağılamak olarak değerlendirmiyoruz. Yazar da böyle yorumlamıyor. Romanın içindeki bazı karakterler Türk, bunlar övülen ve öne çıkan karakterler" diye konuştu.
Yayıncı Kocatürk, "Savcı mütalaasına katılmıyoruz" diyerek kitabın yeni TCK’nın 301’inci maddesinin tartışıldığı bir ortamda dava konusu edilmesine anlam veremediÄŸini belirterek, "Bu bir roman, kitap ekim 2004’te yayımlandı, 13 Ekim 2005 de dava açılması ise ilginç. Sonuç olarak bu bir edebiyat kitabıdır" dedi. Kocatürk, Ä°zmir BüyükÅŸehir Belediyesi’nin yazarı Türkiye’ye davet ederek plaket verdiÄŸini belirtirken, "Davayı Türkiye için talihsizlik olarak görüyorum" diye konuÅŸtu.Â
"HAY YOLUNA DA SENÄ°N ANADOLU"
Savcının Türklüğü hakaret bulduğu sayfalardan bazı alıntılar ise şöyle:
Sayfa 298-"’Hay yoluna da senin Anadolu’ sinirlenmişti papaz, kendi vatanının yollarını hatırladı. Annesini hatırladı, ’Sanki onu şimdi, çamaşırlarının arasından bana ’hey Rokina, yeter kediyle uğraştığın, bırak onu da çabuk buraya gel hemen’ diye seslenirken görebiliyorum"
Sayfa 270-"Müzikle tek bağlantısı minareden çığlıklar atan müezzin olan bir halkla bir arada yaşamaya mecbur edildiğimiz için çok mutsuz dedi."
Sayfa 250-"Türk kadınları Rum kadınları gibi cezbedici değildi. Yemeklerinin çoğunu, erkekleri yemeklerini çiğnemeye üşendikleri ve çiğnemeden yuttukları için öğütürlerdi. Bir kaşık hünkar beğendi blap, ardından bir kaşık cacık blap, onun üstüne de sos içinde yüzen, parçalara ayrılmış, ezilmiş et. Bu yüzden de hepsinin dişleri çürük ve kapkaraydı. Dişetleri hiç çalışmadıkları için bir türlü sıklaşıp da dişlerini tutacak hale gelemediklerinden, dişleri düşerdi. Yemekten sonra bardaklarından içtikleri bir yudum suyla, dişlerini temizleme işlemini yapmış sayalardı kendilerini. Evlendikleri zaman, karbonatlı suyla ağızlarını gargara yaparlardı. Türk Ordusunun atları ve süvarileri güldükleri zaman etrafa yayılan ağız kokusundan için kalkardı."
Sayfa 38-"Ermeni Mahallesi’nden geçebilmenin imkanı yoktu. Bütün kiremit atölyeleri oradaydı ve yağmurdan her yer kiremit kırmızısı olur ve ayağın bileğine kadar çamura batardı. Türk Mahallesi’nden geçmeyi aklına bile getiremezdin. Oradaki pislikleri hiçbir şey temizleyemezdi. Çarşının sokakları ise sardalyeleri yıkayan yağmur suyuyla kayganlaşmıştı ve pis kokuyordu. Maalesef bu kaygan balık suları yüzünden kaydım ve düştüm."
Sayfa 36-"O sabah hiçbir kadın tırnağının ucunu bile çıkarmamıştı evinden. Bütün sokak sıcak yüzünden deve ve eşek pisliği kokuyordu. Baharda, sanki Türk mahallelerinin pisliğini örtmek istercesine, bu gübrelerin beslediği tohumlardan kocaman yeşillikler fışkırıyordu. Ah şu Türk mahalleleri!, Ne pis yerlerdi. Buradaki hanımlar herşeyi gözetleyen bir çift gözden başka bir şey değillerdi. Mutlaka pencerelerinin arkasında bir köşeye siner etrafı gözetlerlerdi. Nasıl oluyor da herşeyi biliyorlar ve herşeyden haberdar oluyorlardı, kimse bilmedi! Bazi iyi ve Hristiyan olduğunu saklayan kadınlar daha farklıydı. Çok nadiren de olsa konuşuyorlardı, hatta bazen beni evine davet edenler de oluyordu. Eğer seni diğer insanlardan ayıran politikaysa, uzlaşacak birşey bulabiliyordun. Ama seni diğerlerinden ayıran dinse anlaşılabilmenin hiçbir yolu yoktu. Türk kadınları bakılmak için değillerdi. Onları diğer kadınlar gibi hayran hayran seyredemezdin. Zaten birşey de göremezdin çarşaftan."
Sayfa 19-"Bizim mahallenin tam arkasındaki sokakta herşeyleriyle; camileri, minareleri, çamurları, pislikleri, çarşıları ve fakirliğiyle Kaçamba Durağı’ndan limandaki hapishanelere kadar uzanan, Türk mahallesi başlıyordu."