İyilikler rüyalarımdaki çocuklarla geldi

Güncelleme Tarihi:

İyilikler rüyalarımdaki çocuklarla geldi
Oluşturulma Tarihi: Aralık 24, 2006 00:00

Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk’la birlikte Türkiye’den Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilen üç yazardan biriydi Memed Uzun. Uzun yıllar yaşadığı İsveç’ten dönüp, İstanbul’a yerleşmiş, yeni romanına başlamıştı. Ocak ayında İstanbul’da hastalandı. İsveç’in ünlü Karolinska Enstitüsü’ndeki doktorlar kesin tanıyı ancak nisan ayında koyabildi: Mide kanseri.

Alternatif tedavi için gittiği Harvard Üniversitesi’nden İsveç’e döndü. İki ay sonra doktorlar "10 gün ömrünüz kaldı, evinize gidin ve kalan zamanı ailenizle huzur içinde geçirin" dedi. Kanser, ilik ve akciğere sıçramıştı. 14 Temmuz’da, ölmek için doğduğu topraklara geldi. Diyarbakır’daki doktorlar alternatif tedaviyle, gelişmeyi durdurdu; şimdi kalıcı çözüm bekleniyor. 38 yaşındaki iki akademisyen bir yandan da, denedikleri yöntemi makale haline getirip, uluslararası bir tıp dergisinde yayımlamaya hazırlanıyor. İşte Uzun ve doktorlarının kansere karşı savaş günlüğü.

TÜRKİYE’YE SAĞ ULAŞAMAZSIN, DEDİLER

Ocak ayında Kuzey Irak’a gidip, Kültür Bakanlığı’nın verdiği onur ödülünü aldım. Bu sırada üşüttüm, dönüşte İstanbul’da bir süre İsviçre Hastanesi’nde yattım. İsveç’e döndüğümde sorun nüksetti, Karolinska Enstitüsü Hastanesi’ne yattım. Önce tüberküloz sonra zatürree tanısı kondu. Haftalar sonra akciğerimde toplanan suyu analiz etmeyi akıl ettiklerinde, kanser hücreleri görüldü. Üç haftalık taramadan geçtim, midemde tümör bulundu. Ailemde sık rastlanan bir hastalıktı, babamı, iki amcamı, kuzen ve yeğenimi kanserden kaybetmiştim. Nisanda alternatif umuduyla, ABD’ye Harvard Üniversitesi’ne gittim. Bir haftalık tetkiklerden sonra tedavinin devamına karar verildi, İsveç’e döndüm. 25 kilo vermiş, vücudum çökmüş, yatağa bağlanmıştım. Riski üstlendim kemoterapi başladı. Kan değerim çok düşünce ölümcül kanama riski nedeniyle tedaviyi kesip, terminal aşamadaki VIP hastaların bakıldığı Stocholm Hasta Evi’ne nakledildim. Türkiye’den gelen doktorlar yoğun destek tedavisi önerdiğinde "Bunu krala bile uygulayamayız" demişler. Trombositler azaldıkça vücudumda morluklar oluştu. "10 günlük ömrünüz kaldı, evinize gidin, kalan zamanı sevdiklerinizle huzur içinde geçirin" dediler. Türkiye’de alternatif tedavi arayışımı öğrenince "Uçakta kanama geçirebilirsin, sağ ulaşma ihtimalin yüzde 30. Nereye gidersen git sonuç değişmeyecek" dediler.

MÜCADELEYE DEĞER Mİ DİYE DÜŞÜNDÜM
/images/100/0x0/55eb6805f018fbb8f8bf0d00

Öleceksem, doğduğum topraklarda öleyim, dedim. Yola çıktım. İkilemdeydim: Mücadeleye değer miydi? Eşim, çocuklarım, yazmak istediklerim için yaşamam gerektiğine karar verdim. İsveç’ten uçağa binişimi, Diyarbakır’a inişimi zor hatırlıyorum. Yoğun morfin verilmişti. Hastane önünde binlerce kişiyi, hazır bekleyen doktorları görünce çok duygulandım. Öyle bitkindim ki, hastane önündeki çadırda toplanan dengbejleri (ozanlar) camdan selamlamak istediğimde üç kişi yataktan kaldırdı. Binlerce kişinin çevremde oluşturduğu sevgi çemberi güç verdi, yaşama arzumu pekiştirdi. Destek tedavisinde günde üçer ünite kan, plazma, trombosit veriliyordu. Sonra kemoterapi başladı.

ÖLÜM ÜÇ KEZ KAPIMI ÇALDI

Hastalık boyunca ölümün çıplak yüzüyle üç kez karşılaştım. Korkmadığımı söyleyebilirim, çünkü geri dönüp baktığımda yazdıklarımın bir bölümünün geriye kalacağına ikna oldum. Bu beni mutlu ediyordu, müsterih ölecektim. Hepimiz ölümlü değil miyiz zaten? Bu süreçte günlük çekişmelerin, kırgınlıkların önemsizliğini bir kez daha gördüm. Geçmişe kalın bir çizgi çektim. İsveç’te hastanede solunumda zorlanıyor, sürekli terliyor, geceleri ilaçla bile uyuyamıyordum. Daldığımda korkunç kabuslar görüyordum. Diyarbakır’da huzur buldum, tevekkül kazandım, uykum düzeldi. İlk kez çocuklarımı rüyamda gördüğümde çok sevindim. Ardından sevdiğim dostlarımın çocukları birbiri ardına rüyama girmeye başladı. Muhsin-Gülistan Kızılkaya çiftinin bebeği, kuzenimin küçük kızı Pelin. Kuzenimi arayıp ne kadar sevindiğimi anlatmış "Bu iyiye işaret, bu hastalığı yeneceğiz" demiştim. Gerçekten de, iyilikler rüyamda çocuklarla geldi. 12 Ekim’de taburcu oldum.

EGE’DE YÜZMEYİ HAYAL ETTİM

Hastanede, hastalıktan ve ölüm düşüncesinden uzaklaşmak için hayal kuruyordum. Dostlarımla Fırat boyunda bir yolculuğa çıkmaya, Nemrut Dağı’na yeniden tırmanmaya, ailemle mutlaka Mavi Yolculuk yapmaya karar verdim. Ege’nin mavisinde yüzmeyi hayal ettim hep. Yazmak istediğim kitapları düşündüm. Bunlar bana güç verdi. Eşim Zozan’ın sevdiği sözü, doktor dostların yardımıyla afiş yapıp başucuma astım: "Direnmek, yaşamaktır."

BESLENMEME DİKKAT ETTİM

Doktorlarımın izin verdiği destek gıdaları kullandım. Dostlarımın getirdiği ballı bitki özünden yedim her gün. Yaşar Kemal, İstanbul’dan brokoli tohumları gönderdi. Diyarbakır’daki ziraat mühendisi arkadaşlarım bunları yetiştirdi. 2,5 ay boyunca her gün taze brokoli filizi yedim. Çok yararını gördüm. Yeşil çay içtim bol bol. Taburcu olduktan sonra doktorlarım beslenmeme herhangi bir yasak koymadı. Sadece tuz kullanmıyorum. Günde yarım saat jimnastik, yarım saat yürüyüş yapıyorum. Vücudum güçlendi, bitkinlik, yorgunluk azaldı. Kemoterapiye alıştım. Dört kür kaldı. Tek sorun, açlık duygusunun, tat alma duyusunun neredeyse tamamen kaybolmuş olması.

TOPRAKLA İÇ İÇE YAŞAYACAĞIM

Hayatım güçlüklerle geçti, mücadeleye alışığım. Kanserle savaşım çok zor, çok ağırdı. Sabretmeyi tekrar öğrendim. Diyarbakır’da bahçeli bir ev alıp, ailemle yerleşeceğim. Bundan sonra toprakla iç içe yaşamak, suya yakın olmak, bahçemde güller yetiştirmek istiyorum. En çok okuyamamak üzüyordu, okumaya başladım. Kısa makaleler yazıyor, notlar alıyorum. Hastalığımda destek olan kurumları, kişileri ziyaretlerimi bitirince, yarım bıraktığım romanım "Auerbach’ın Umudu"nu yazmaya başlayacağım. Ölüm, hastalık temasını işleyeceğim, 16. yy’da geçecek bir roman ve İsveç’teki hastalık sürecini anlatacağım "Ruhun Gökkuşağı" benzeri bir kitap yazmayı planlıyorum. İyileştikten sonra düşünce özgürlüğü, demokrasi, Kürtlerin kültürel hakları, azınlık hakları için aktif mücadelem sürecek. Roman dilimi berraklaştırmaya, sadeleştirmeye çalışacağım. Dostlarımla, çatışmalardan uzak yaşayacağım.

DOÇ. DR. MAHMUT İLHAN (Onkolog)

İsveç kürünü deneysel tedaviyle güçlendirdik

Sayın Uzun’a İsveç’te akciğer ve kemik-kemik iliği metaztazı yapmış mide kanseri teşhisi konulmuş, iki ilaç içeren kemoterapiye başlanmıştı. İlk kemoterapi sonrası gittiği Harvard General Hospital’da, Karolinska’daki tedaviye devam edilmesi önerilmişti. Trombosit sayısı 54 bine indiği için kemoterapi durdurulmuştu. Davet üzerine Stocholm’e gittim, doktorlarla görüştüm. Haziranda katıldığım son Amerikan Klinik Onkoloji Birliği (ASCO) Konferası’nda, İtalyan doktorların 2 yıldır kalın bağırsak kanserinde başarıyla kullanılan cetuximab’ın mide kanserlerinde kullanımıyla ilgili yeni araştırma sunduğunu anlattım. Bilimsel kaynakları aktardım. Önerim kabul edilmedi. Diyarbakır’da, Karolinska’da başlanan tedaviye cetuximab ekledik. Moral desteğinin de etkisiyle üçüncü haftada düzelme başladı. Giderek normale döndü. İki ay önce hastalığın yüzde 80 gerilediğini saptadık. Mide kanserinin tedaviye yüzde 100 cevap vermesi nadirdir. 15 Ocak’ta bir değerlendirme daha yapacağız. Bu tedavinin desteğiyle, daha umut verici bir sonuç bekliyoruz.

DOÇ. DR. MEHMET DURSUN (Gastroenterolog)

Tedaviyi makale konusu yapacağız

Dosyasını inceleyip, tedavisini üstlenebileceğimi söylememin üzerinden 24 saat geçmeden Sayın Mehmed Uzun, Diyarbakır’a indi. Farklı branşlardan 9 doktorla bir ekip kurduk, eşgüdümü üstlendim. Hızlı trombosit parçalanması yaşıyordu, İsveç’te etkin tedavi verilmemişti. Sadece ağrı dindirmeye yönelmişlerdi. Dört gün yoğun destek tedavisi uyguladık. Kan, trombosit takviyesi yaptık. 170-400 bin arasında olması gereken trombositler 19 bine inmişti. Bu düzeyde, her an beyin kanaması olabilir, hasta kaybedilebilir. İsveç’te verilen ilaçlar kalbi çok zayıflatmıştı. Günde üç kez kan alıp, tedaviyi yönlendiriyorduk. Parçalanmayı durdurmak için kandaki tümör hücrelerini azaltmamız gerekiyordu, dördüncü gün onkolog ekibimiz kemoterapiye başlama kararı aldı. Beşinci haftada kan değerleri düzelmeye, trombositler artmaya başladı. Artık günlük trombosit tahmini Mehmed Bey’le aramızda eğlenceli bir oyuna dönüşmüştü. Yol kazaları da oldu. Kalp çevresinde kan birikti, Mehmet Bey’i o gün kaybedebilirdik. Üç kalp uzmanı birkaç gün nöbet tuttu. Enfeksiyon tehlikesi atlattık. Kemoterapi sürüyor. 3,5 aydır kan, trombosit takviyesi yapmamıza gerek kalmadı. Aslında elde ettiğimiz sonuç mucize değil. İsveç’teki doktorlar yeterli destek tedavisi uygulamamış. Doğu Anadolu’da mide kanserleri çok sık görüldüğü için biz bu alanda daha tecrübeliyiz. Elde ettiğimiz sonucu ekip arkadaşlarımla makaleleştirip, uluslararası bir tıp dergisine göndereceğiz. Yayımlanırsa literatüre girecek. Mehmed Uzun’u duyan telefona sarılıyor. Yurtdışından, çeşitli illerden telefon yağıyor. Hepsine, bu tedavinin hekimleri tarafından da uygulanabileceğini, bize özel olmadığını söylüyorum.

BAŞUCUMDA DURANLAR

Yaşar Kemal, Karolinska Enstitüsü’nde ziyaretime geldiğinde nazar boncuğu getirmişti. Bunu da hep başucumda tuttum. Ferhat Tunç’un annesi, küçük bir kutuda kutsal mekanların toprağını getirdi. Bunlar hálá başucumda, dokunmak mutlu ediyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!