Hatta itiraf ediyorum, içimden bir ses, ‘Ne böyle sürekli Alya, Alya, Alya. Bu evde bir de ‘dünyanın yarısı’ duruyor, onun yanına gitsene’ dedi, bana gaz verdi. Yerimden kalktım, Alya şaşırmış, ‘Anne nereye gidiyorsun?’ dermiş gibi baktı, hiiiç aldırmadım, sevgilim tam karşımdaydı, kararlı adımlarla ona doğru ilerledim, ‘Hayrola’ dedi, sesimi çıkarmadım, birden onu dudaklarından öpmeye başladım, eski günlerdeki gibi. Öpüşmek, pardon iyi öpüşmek gibisi yoktur. Öpüşmek kutsaldır. Aşktır, sekstir, şefkattir. ‘İyi öpüşen bir sevgili Murathan Mungan’ın dediği gibi dünyanın yarısı demektir.’ Altına imzamı atarım...
n ‘İyi öpüşen bir sevgili, dünyanın yarısı demektir!’ diyorsunuz. Neden?
- Öyle de ondan!
n Merakta bırakmayın bizi, diğer yarısında ne var?
- Diğer yarısı, kişiye göre değişir. Bazı insanlarda ilk yarı bile boştur. Bir de öpüşene göre değişir. Ama o kadar iyi öpüşüyorsa, diğer yarısını da pekálá ikinci bir öpüş doldurabilir!
n Öpüşmenin insanda yarattığı duygu nedir? Neden bu kadar kıymetlidir?
- Dudaklarımız gövdemizin kapısıdır aslında. Yalnızca şehveti değil, sevgiyi de söyler. Kendi gövdesini sevmeyen biri, bir başkasının gövdesini mutlu etmeyi bilmez bence. Hayran olabilir, tapınabilir, arzulayabilir ama mutlu etmeyi bilmek, kendi gövdesiyle kurduğu ilişkiden geçer. Cinsellik yalnızca etin çağrısıyla değil, bilincin katkısıyla da yaşanan bir şey çünkü.
n Öpüşmekten korkanlar var mıdır?
- Vardır tabii. Bazıları teslimiyet diye görür. Bazılarının yutulmak korkusu depreşir. Bazıları bir kere öpüşürlerse, artık her şeyi yapabileceklerinden korkarlar. Boşuna dememişler: Cinsellik gayya kuyusu...
n Öpüşme, sevişme dersleri olsa fena mı olurdu?
- Biz burada yıllardır vatan-millet aşkına ne yapıyoruz sanıyorsun?
n Yaz serseriliği babında, şu anda nerede olmak isterdiniz?
- Okyanusta haritada yerini bile bilmediğim bazı uzak adalarda, kelimenin tam anlamıyla pineklemek isterdim...
n 50 Parça fikri nasıl doğdu?
- Geçtiğim yolları işaretlemeyi seviyorum. Dönemeçleri, kavşakları. Daha önce de böyle özel kitaplar yaptım. Kitaplar birbirlerinin içinden doğarlar. Bu kitabın ayak izlerini, kırk yaşım için gene ‘özel bir kitap’ olarak hazırlanmış
Murathan 95’in içinde bulabiliriz örneğin.
n ‘Kitap yazmakla’, ‘kitap yapmak’ arasında ne fark var?
- ‘Kitap yazmak’ kadar ‘kitap yapmak’ da hoşuma gidiyor. Kitap yapmak benim için bir tür ‘enstalasyon’, yani ‘yerleştirme sanatı’. Yalnızca kitaba değil, zamana da yerleştiriyorsunuz sizi siz yapan parçaları. Aynı tabloya başka bir duvarda, başka bir ışıkta bakma olanağı sağlıyorsunuz. 2005 için geçmişten değil, gelecekten bir derleme yapmak istedim. Sonunda bu kitap doğdu.
n Hile yaptığınız oluyor mu: Sonunu getiremediğiniz bir işi, başka bir işle yan yana getirip durumu kotardığınız!
- Hiçbir konuda hile yapmam. Bir, ahlaklı bir adam olduğum için, ikincisi kendime zalim olduğum için, üçüncüsü takıntılı biri olduğum için. Ben iskambili bile çok ciddiye alırım. Çünkü oyun ciddi bir iştir. Sanat da ciddi bir oyundur, numara kaldırmaz.
n 50 Parça’daki işlerin hangisine önce kavuşacağız?
- Bu kitap biraz da bunun için. Bu onbir kitabın hangisinin öne geçeceğine okurla birlikte karar vermek istiyorum. Okur beni kışkırtsın istiyorum.
n İnsan kendini niye bağlar?
- İnsan kendini özgürlükten başı döndüğü için bağlar sanıyorum. Birine, bir davaya, bir söze, bir yemine. Asıl önemlisi bağlarının hesabını verebilmesi galiba. Hepimiz varoluşumuza bir anlam ararız. Kundak ile kefen arasındaki şeyin adı ömürdür, hayat değil. Hayatı biraz da kendimiz yaparız.
nTam da bu! Her kitabınızda, her röportajınızda mutlaka alıntılanabilecek, bir başkasının başka bir yazıda kullanabileceği, sevgililerin birbirine sarf edebileceği güzel laflar ediyorsunuz: ‘Kundak ile kefen arasındaki şeyin adı ömürdür, hayat değil. Hayatı biraz da kendimiz yaparız!’ Bunları yazabilmek, söyleyebilmek için ne kadar gayret sarf ediyorsunuz? En önemlisi de planlıyor musunuz?
- Hayır planlamıyorum, daha çok bir içe doğuş şeklinde geliyorlar. Konuşmalarım da biraz öyle değil midir? Bu nedenle sözlü yapılmış söyleşilerim bile bazen yazılıymış sanılır. Dil duygusuna sahip olmak, müzik kulağına sahip olmak gibi bir şey. Öte yandan yalnızca verilmiş bir yetenek değil, aynı zamanda geliştirilebilecek bir şey. Hem unutmamalı, işim kelimeler benim. Sahte alçakgönüllülüğe gerek yok: Türkçe’nin saçlarını tarayan, tarayabilen yaşayan üç-beş yazardan biriyim. İçimizle dilimiz arasındaki mesafeyi kelimelerle kapatmaya çalışan adamdır yazar dediğin. Zaten sahip olmamız gereken melekeler yüzünden niye aferin alıyoruz?
n Hep ‘Çok üreten şair-yazar’ olarak anılıyorsunuz. ‘Çok üretken şair-yazar’ olmak bir iltifat mı, hakaret mi?
-Bu hangi ağızdan çıktığına göre değişir. Asıl önemlisi, sizin hangi ağızların sözüne değer verdiğinizdir. Ben çalışkan biriyim kabul ama, çoğu da tembel. Bu yüzden göze batıyorum. Çok yazıyor olmak, kalite düşürüyor, düzey kaybına yol açıyorsa kötüdür, yoksa işim bu tabii çalışacağım. Ben kendi zamanımın mühendisiyim. Gereksiz kişiler, konular, durumlarla uğraşmazsanız okumaya, çalışmaya, gezip tozmaya zaman kalır. Hem zaman kime yetmiş ki, bana yetsin? Açık konuşalım: Hepimiz ölümsüz olmak istemiyor muyuz?
n Son soru: 50 Parça’nın içindeki bütün kitaplara kavuşamazsak, 50 Parça, hesabını nasıl verecek? Allah gecinden versin ama ömrünüz yetmezse, ne olacak?
- Aslında masamın üzerinde bekleyenlerin hepsi bu kadar değil, adımı daha fazla deliye çıkartmamak için onlardan hiç söz etmedim. Bunlar kendi içinde yol alıp biraz daha gövdelenmiş dosyalar. Okuru çok bekletmeyeceğimi sanıyorum. Üst tarafı Azrail’le benim için yapacağınız pazarlığa bakar. Hadi sevenleri görelim!
Yaşlılık heteroseksüellerin kaderidir tatlım alışmaya çalış
n 50 olmak bir erkek için ne ifade eder, bir kadın için ne ifade eder, bir eşcinsel için ne ifade eder?
- Bir tv dizisinde, bir ‘gay’, orta yaş krizine girmiş hanım arkadaşına şöyle diyordu: ‘Yaşlılık heteroseksüellerin kaderidir tatlım, alışmaya çalış.’ Bir de Nazım Hikmet’in ünlü dizeleri geliyor aklıma: ‘Etin gevşemesine bir başka tabir gerek / Zira ki ihtiyarlamak / Kendinden başka hiç kimseyi sevmemek demek.’ Yaşlılık bence yaşamdan ve kendinden caymakla ilgili bir şey. Kadın ya da erkek, evlenip çoluk çocuğa karışanların çoğunun hayatından boy aynası kalkıyor ne yazık ki. Yerçekimi yasalarına gereğinden önce boyun eğiyorlar. Dünyanın neresinde olursa olsun, çirkin, yaşlı, şişman, kel, alkolik, beş para etmez bir serseri de olsa heteroseksüel bir erkeği sevebilecek bir kadın her zaman bulunur. Kadınlar bu anlamda şahane yaratıklardır. Aynı şey bir ‘gay’ için neredeyse olanaksızdır. Özellikle batı merkezli ‘gay kültür’, gay olmayı bir tür gençlik faşizmine hapsetmiş durumda. Sıradan insanların alınmadığı bir ‘body building yarışması’ gibi yaşanıyor.
YALNIZCA KİTABIM DEĞİL, İÇİM DE PARÇA PARÇA
Berran’a (Tözer) yazılmış bir metnin olduğu bu kitap, onun öldüğü gün baskıya girdi. Oysa, son gördüğümde, ‘Çıkar çıkmaz sana getireceğim,’ demiştim. İsmet Ay hastaneye kaldırılıp vaktinin yetmeyeceğini anladığımda, onun için yazdığım öyküyü gönderdim. Bilsin istedim. Okuyup okumadığını öğrenemedim. Yalnızca kitabım değil, içim de parça parça. Ben ölümden değil ama ölümün elimden alacağı zamandan korkuyorum...
BU YIL 50 OLDUM...
DAHA SORUNLU BİR DELİKANLIYKEN, DAHA HOŞ BİR ADAM OLDUM
n 50, sayı olarak ne ifade ediyor?
- Katlaması, yuvarlaması kolay bir rakam...
n 50, yaş olarak ne ifade ediyor?
- İkinci perde.
n 50’de ağırlaşıyor mu insan, hafifliyor mu?
- Bu biraz hayatının geri kalanına ne yapmak istediğinle ilgili. Çok şey var sandığın dünyada aslında çok az şey olduğunu anlıyorsun. Dünyanın fani ve tali dertlerinden kurtuluyorsun. Daha çok kıymet biliyorsun. Ama bu herkes için geçerli değil tabii. Söyledim ya, yıllar herkese öğretmen değil. Ben, hafiflediğimi hissediyorum. Daha sorunlu bir delikanlıyken, daha hoş bir adam oldum.
n Yaş almanın insana en çok koyan şeyi ne?
- Daha yeni başlamıştık ya, bu da nereden çıktı duygusu. Bizim gibi kapalı toplumlarda insanın kendini bulması ancak 30’unu buluyor. Üstelik o bulduğuna da her zaman ‘Aa bu benim,’ demek pek mümkün değil.
n İnsan 50 olunca korkuyor mu? Ya da sizin girmekten ürktüğünüz, sıkıntı duyduğunuz bir yaşınız oldu mu?
- İnsan otuzda da, kırkta da, ellide de korkar; çünkü kronolojik zamana tutsak olmuş bir kültürde yaşıyoruz. Bir sporcu, bir balerin için emeklilik yaşı, bir yazar için bahar başlangıcı olabilir. Yazarlıkta yaş bir kayıp değil hatta çoğu kez kazançtır.
n Herkes 50 olunca özel bir numara çekiyor. Şahane partiler veriyor mesela. Neden? Nedir 50’nin önemi? 35, 50 mi oldu? ‘Yolun yarısı’, 100’ün yarısı mı oldu?
- Doğum günümde kimselere
haber vermeden, yanıma telefonlarımı bile almadan Mardin’e kaçtım. Elli yaşıma çocukluğumla girmek istedim. Büyüdüğüm evin karşısındaki çay bahçesine oturup saatlerce evimizi, odamın penceresini, balkonumuzu seyrettim. Ben 50 yıldır çocukluğuma ‘çocuğum’ gibi baktım. Kitaptaki ‘Kan Kalesi’ öykümde, ‘içimizden geçen zamanla etimizden geçen zaman aynı değildir’ diyorum. Elbette gövdemizin, organlarımızın bir yaşı var. Bütün mesele tabiatla iddialaşmadan diri kalmanın yollarını bulmak. Boyum 1.80, kilom 70. Şu anda 38 beden pantolon giyiyor ve gömleğimi pantolonumun içine sokabiliyorum. Yoga yapıyorum, spora gidiyorum, haftanın iki günü mutlaka dans ediyorum, bu yıl İspanyolca öğrenmeye başladım, kendimi asla hiçbir şeyden mezun etmiyorum. Ruhum zaten yüz elli yaşında, yaşım elli olsa ne çıkar? Hem kronolojik zaman dediğin nedir ki?