Güncelleme Tarihi:
15 Eylül çok sevilen yazar Christie’nin 120. doğum günüydü. Pek çok ülkede kutlamalar yapıldı ama belki en özeli, İstanbul’daydı. Çünkü 1934’te çıkan ‘Şark Ekspresi’nde Cinayet’ adlı romanını yazdığı Pera Palas Oteli’nde torunu Mathew Prichard ve sevenleri biraraya geldi. Bir diğer dikkat çeken isim de Christie’nin gizli defterlerini kitap haline getiren John Curran’dı
Deniz İNCEOĞLU Fotoğraflar: Selçuk ŞAMİLOĞLU
İstanbul onun için gizemli bir yerdi ve öyle de kalmasını istiyordu
AGATHA CHRISTIE’NİN TEK TORUNU MATHEW PRICHARD
Bu yılki kutlamalar için neden Türkiye’yi, Pera Palas’ı tercih ettiniz?
- Doğumunun 120. yılında ‘Şark Ekspresinde Cinayet’i yazdığı otelde biraraya gelmenin anlamlı olacağını düşündük. Çünkü burası Agatha Christie için de özel bir yerdi. Suriye ve Irak’a giderken konaklamıştı. Onunla gerçekten bağlantısı olan bir yerde kutlama yapmak bize daha hoş geldi.
Anneanneniz size buralardan bahsetmiş miydi?
- Doğuya trenle yaptığı seyahatlerden bahsetmişti. Trenleri çok severdi. Ama ne yazık ki İstanbul’la ilgili bir şeyler anlattığını hatırlamıyorum. Sanırım İstanbul onun için gizemli bir yerdi ve öyle de kalmasını istiyordu.
Agatha Christie öldüğünde 30 yaşındaydınız. O zamana kadar aranızda nasıl bir ilişki vardı?
- Her anneanne ve torun arasındaki sevgi dolu ilişkiyi yaşıyorduk. Kitaplarına yoğunlaşması ya da popüler biri olması aramızdaki ilişkiyi hiç etkilemedi. Zaten böyle olması için çabalardı. Birlikte müzik dinlerdik, kimi zaman aptalca oyunlarıma bile katlanırdı. Ama daha da önemlisi tanıdığım en iyi dinleyiciydi. En yakın arkadaşım gibiydi. Anlattığım her şeyi merak ve heyecanla dinlerdi. Sanırım çok iyi yazarlardan biri olmasının önemli sebeplerinden biri de bu özelliği.
Birlikte neler yapardınız?
- Çok küçükken iki tane mavi kulaklı, kırmızı gövdeli filim vardı. Bana sürekli onlarla ilgili kısa öyküler anlatırdı. Greenway Konağı’nın çevresindeki nehir kenarında oturup saatlerce teknelerin geçişini izlemeye bayılırdık.
Ona dair çocukluğunuzdan aklınızda kalan en önemli şey nedir?
- Trenleri çok severdi. Ben dört yaşındayken ahşaptan çok uzun bir tren hediye etmişti. Dokuz yaşındayken, Mousetrap adlı oyununun telif haklarını bana vermişti. İlginç bir hediyeydi ama tabii ki değerini daha sonra anladım.
KİTAPLAR HAKKINDA KONUŞMAYI SEVMEZDİ
Nasıl bir yaşam tarzı vardı? Hep evde miydi, yoksa dışarıda olmayı mı severdi?
- Çok olağan bir hayatı vardı. Rutin yaşıyordu. Her yıl mart ayından mayıs sonuna kadar Suriye ve Irak çevresinde gezerdi. Çünkü eşi arkeologdu. Dönüşünde de temmuza kadar kitabını yazardı. Ardından tüm aile iki ay için Greenway’de buluşurdu. Bundan sonrasını da hep İngiltere’de evinde geçirirdi.
Gençliğinizde size kitap tavsiyesinde bulunur muydu?
- Hiçbir zaman kitaplar hakkında konuşmazdı. Tavsiyede de bulunmazdı. Kimsenin de kitap zevkine karışmazdı. Kitap onun için bir işti. Ve işinden ailesine bahsetmezdi.
Hobileri nelerdi?
- Müzik vazgeçilmeziydi. Klasik müziği çok severdi. Zaten bildiğiniz gibi yazarlıktan önce neredeyse şarkıcı olacaktı. Son anda vazgeçmişti. Birlikte operaya giderdik.
Tüm dünya onu polisiye romanın kraliçesi olarak görüyor. O kendini nasıl görürdü?
- Dinine çok bağlı bir Hıristiyandı. Her pazar kiliseye giderdi. Bu onun hayatının büyük bir parçasıydı. Bu da onun kibirlerini kırıyordu. Normal ve sade bir hayat yaşamayı seviyordu.
Kitap yazmak onun için sadece bir işti
YAZAR JOHN CURRAN
‘Agatha Christie’nin Gizli Defterleri’ni yazmanızdaki amaç neydi?
- Amacım herkese Agatha Christie’nin ne kadar akıllı bir kadın olduğunu göstermekti. Okuyucusu onun romanlarını, öykülerini tanıyor. Ama bunları nasıl kurguladığını, yazarken aklından neler geçtiğini, neler yazıp neleri karaladığını bilmiyor. Kitapta hepsi var. Şimdiye kadar yazılanlarda aynı biyografik özellikleri anlatılıyor. Bense her sayfasında onun bilinmeyen bir özelliğini anlatıyorum. Bunu da torunu Mathew’un beni defterlerle istediğim özgürlükte çalışmamı sağlamasına borçluyum.
Tüm dünya onu polisiye romanın kraliçesi olarak görüyor. O kendini nasıl görürdü?
- Popüler olduğunu biliyordu ama çok utangaçtı. Hiçbir zaman böbürlenmezdi. Kariyerinin erken döneminde bazı arkadaşları ona “En iyisi sensin” derdi ve öyleydi de. Ama hiç kabullenmezdi. Biraz da utangaç olduğundan hiç röportaj vermedi. Zaman içinde çok akıllıca hikayeler yazdığını kendisi de keşfetti. Ama yine de bunu büyük bir olay haline getirmedi. Sadece bir kez radyo röportajı yaptı. Onun da metin kaydını önceden gönderdi. Kitaplar onun için ne kadar önemli olsa da ailesiyle vakit geçirmeyi daha çok seviyordu. Kitap yazmak onun için sadece işti.
Diğer polisiye yazarlarla ilgili ne düşünüyordu?
- Diğer polisiye yazarları çok okurdu. Çünkü onların neler yaptığını görmek de işinin gereklerindendi. Amerikalı yazar Elizabeth Daily’yi çok severdi. O da tıpkı Christie gibi basit yazıyordu. Kan ya da şiddet kullanmazdı. O da utangaçtı. Yeni Zelandalı Ngaio Marsh’ı da çok beğenirdi. Bunun dışında filozofi, tarih, biyografi ve coğrafya kitaplarına meraklıydı.
Peki, onun üzerine doktora tezi yazan biri olarak diğerlerinden farkını nasıl özetlersiniz?
- Şimdilerde popüler olan şiddet, seks ya da psikoloji başlıklarına ihtiyacı yoktu. Hikayelerinde entelektüel yapbozlar vardı. Bunu nasıl yaptığı da defterleri sayesinde hazırladığım kitapta rahatlıkla görülüyor.
GİZLİ DEFTERLER KİTAP OLDU
Agatha Christie üzerine tez yazan John Curran, onun saklı kalmış defterleriyle dört yıl çalıştıktan sonra ‘Agatha Christie’nin Gizli Defterleri’ adlı kitabı çıkardı. Yeni yazarlar için bir rehber, okuyucuların merakını giderecek bir hazine olan kitapta adeta Agatha Christie’nin aklını okuyorsunuz. Kitap Füsun Doruker’in çevirisiyle Altın Kitaplar’dan Türkçe olarak da basıldı.
KARDEŞİNE İNAT YAZAR OLDU
* Önceleri okula gitmedi. Eğitimini bir süre annesi evde verdi.
* İlk kitabını yazar olan kız kardeşi Madge’in, “Bahse girerim sen iyi bir dedektif öyküsü yazamazsın” demesiyle yazdı. Yoksa müzikle ilgileniyordu, neredeyse şarkıcı olacaktı.
* İlk kitabı ‘Ölüm Sessiz Geldi’, altı yayıncı tarafından reddedildi. Ancak beş yıl sonra basılabildi.
* Kitaplarının kahramanı Hercule Poirot’un milliyetini Torquay’daki Belçikalı mülteciler belirledi.
* Yöre dispanserinde çalışmış olması kitaplarında sıkça kullandığı zehirler konusundaki bilgisinin kaynağı oldu.
* Mary Westmacott takma ismiyle altı romantik roman yazdı.
* Mavi Trenin Esrarı (The Mystery of the Blue Train) kitabı için, “Yazdığım en kötü kitap” dedi.
* Köpekleri, yeşil rengi ve çayı çok severdi.
* Hayattaki en büyük tutkusu klasik müzikti, özellikle de Wagner operaları.
HÂLÂ ÇOK SATIYOR ÇÜNKÜ...
* Dürüstlük: Kitabını planlarken okuyucuya daha en başında tüm ipuçlarını veriyor. Bu sayede okuyucu son bölümde “Evet. Bunu çok önce fark etmeliydim. Bunu ilk bölümlerde anlatmıştı” diyor.
* Çok kitap: Sekiz yıl boyunca her ay yeni bir kitap çıkardı. Her biri yaklaşık 200 sayfa olduğundan o dönemde bir tren ya da uçak yolculuğunda okunabilecek en iyi kitaplardı.
* Akıllıca ama basit: Kitapları çok akıllıca yazılmış olmasına rağmen aslında çok basitler. Cevaba ulaştığınızda, “Tabii ki ya. Ne kadar da belliydi” diyor insan.
* Okunabilirlik: Anlatımı her zaman su gibiydi. Karakterleri inandırıcı ve farklı, kitaplarının büyük bölümünü diyaloglar oluşturuyor. Uzun soru-cevaplara, ayrıntılı açıklamalara ve uzun betimlemelere yer vermiyor.