Güncelleme Tarihi:
FROSTBITEN
VAMPİRLERİN ŞAFAĞI
Yön: Anders Banke
Oyn: Jonas Karlstörm, Petra Nielsen, Grete Havnesköld, Emma T. Aberg
Tür: Gerilim
Bugüne kadar “kan hayattır” diyen ne vampir filmleri geldi geçti hayatımızdan. Bu kırmızı yaşamsal sıvıyla hayat bulan, her yeni ölümle tekrardan doğan vampirler defalarca beyazperdeye konuk oldular.
1922 yılında F. W. Murnau’nun Nosferatu’su ile başlayan uzun yolculuk Dracula, Near Dark, Blade ve Underworld gibi farklı filmlere uzandı. Vampirler yıllar geçtikçe sinema izleyicisinin kanını daha çok emmeye başladı.
Uzun ve keskin dişli bu yaratıklarla ilgili hikayeler genelde Doğu Avrupa’dan geliyor olsa da vampir filmlerinin çoğunun çıkış noktası Amerika’ydı.
Bu haftanın sürprizi olarak nitelendirebileceğimiz Vampirlerin Şafağı’nın işte bu nedenle bizim için özel bir yeri var. Çünkü vampir filmimiz bu kez Doğu Avrupa ya da Amerika’dan değil, uzun ve hiç bitmeyen geceleriyle vampirlere en uygun ortamı sağlayan İsveç’ten geliyor.
Üstelik Vampirlerin Şafağı, ülkenin ilk vampir filmi. İsveç’liler de çorbada tuzları olsun istemişler. Vampir filmlerine farklı bir boyut getirmeyi de başarmışlar doğrusu.
Film İkinci Dünya Savaşı yıllarından asker manzaralarıyla açılıyor. Terk edilmiş bir eve sığınan askerler önce hırıltılı seslerle irkiliyorlar. O gece tam olarak neler yaşandığını filmin ilerleyen dakikalarında anlamak üzere yıllar sonrasına geçiyoruz.
Henüz 17 yaşında bir genç kız olan Saga ve genetik tıp konusunda uzman olan annesi Annika şehirde yeniler. Saga bu kente alışmakta güçlük çekse de tuhaf arkadaşı Vega sayesinde kendine yeni arkadaşlar edinmeye başlıyor. Annika’nın çalıştığı hastanede ise bir şeyler ters gitmekte. Kısa süre içinde herkesin kanını donduran şüpheli ölümler ve kazalar yaşanmaya başlıyor.
Tüm bu olayların tohumları İkinci Dünya Savaşı’nda o ıssız evde atılmış. Ve gözün kar ve buzdan başka bir şey görmediği bu karanlık şehir korkunç bir sır gizliyor.
KONUŞAN KÖPEKLERE NE DERSİNİZ?
İsveç, vampir filmlerine uygun atmosfer yaratımı açısından son derece uygun bir yer. Yılın belli aylarını tamamen karanlıkta geçiren ve karlarla kaplı olan bu ülke vampirler için biçilmiş kaftan.
“Güneşin hiç doğmadığı bir yerde, vampirlerin şafağı doğmak üzere” sloganıyla izleyicisine seslenen film bu haliyle zaten maça önde başlamış oluyor.
Filmin benzersiz atmosferini etkileyen bir başka özellik de havanın sisli ve etrafın karla kaplı olması.
Kanın kendini en fazla gösterdiği renk kar rengi, yani beyaz. Kar üzerine damlayan kan mükemmel bir görsellik sağlıyor.
Filmde kullanılan makyaj ve özel efektler standartların üzerinde. Vampirler inandırcı ve ürkütücü. Ne var ki oyunculuklar için iyi şeyler söylemek zor. Sebastian’ı canlandıran Jonas Karlström dışında kalanlar perdede oldukça amatör duruyorlar.
Filmimiz, vampirlerle ilgili temel inanışlara karşı gelmiyor. Vampirler yine tahta bir tabuttan çıkıyor ve yine kan emerek besleniyorlar. Vampirlerin Şafağı’nı diğerlerinden ayıran özelliği ise, izleyiciyi hem korkutup hem de kahkahalarla güldürmeyi başarıyor olması.
Şaka gibi bir film var karşımızda.
Vampir tasvirlerinde başarılı olan ve özellikle ilk yarısında korku filmi öğelerini iyi kullanan film ne var ki bir süre sonra izleyicinin kahkahalarla gülmesine neden olacak sahnelere yelken açıyor. Öyle ki koltuklarımızdan korkuyla değil, kahkahayla zıplıyoruz.
Örneğin, partide vampirlerin gençlere saldırdığı sahneler son derece komik. Köpeklerin konuşmaya başladığı bölümdeyse insanın karnına gülmekten ağrı giriyor.
İsveç’in ilk vampir filmi olan Vampirlerin Şafağı, korku ve komedinin harmanlandığı vampir filmlerinden hoşlananlar için hoş bir deneyim. Yılın yarısını karanlıkta geçiren İsveç’in sonunda bir vampir filmi yapmayı akıl etmiş olması da ayrıca sevindirici.
“Vampirlikle, uyuşturucu kullanımı arasında benzerlikler var.”
Vampirlerin Şafağı’nın yönemeni Andre Banke, Moskova’da sinema okumuş. Bu nedenle genelde Doğu Avrupa kültüründe var olan vampir hikayelerine kendini yakın hissettiğini söylüyor. İsveç’in ilk vampir filmini çeken Banke filmiyle ilgili soruları Keyif okurları için yanıtladı.
* Vampirlerin Şafağı, korku sinemasına taze bir bakış getiriyor. Filmin hikayesi nasıl doğdu?
Bu benim coğrafyamdan çıkan ilk vampir filmi. Diğer Batı ve Kuzey Avrupa ülkelerinde olduğu gibi İskandinavya’da da belirgin bir vampir mitolojisi yok. Ünlü biyolog Carl Linnaeus türleri tanımlarken İsveç’in kuzeyinde yaşayan ve kan emerek beslenen ‘Furia Infernalis’ adlı bir yaratıktan bahseder. Hikayemiz kuzeyden geliyor.
* Çekimleri hiç bitmeyen bir karanlıkta yapmak nasıldı?
Film puslu bir geriye dönüş sahnesi ile başlıyor ve geri kalanında gün ışığı hiç görünmüyor. Film boyunca her karede mutlaka karanlık bir alan bırakmaya özen gösterdik. Seyircinin hemen her sahnede bir vampirin ortaya çıkabileceği tedirginliğini yaşamasını istedik. Bence bu sürekli karanlık hissi filmin bütününe keskin bir tekinsizlik hissinin egemen olmasını sağladı. Filmde eğlenceli bir sahne bile izlerken bir sonraki sahnede ne olacağını kestiremiyorsunuz.
* Korku ve mizah iyi dengelenmiş. Bunu nasıl sağladınız?
Filmde her ne kadar komedi unsuru belirginse de ‘bakın vampirlerin kafasını kestik, beyinleri vıcık vıcık akıyor’ gibi sulu ve ucuz bir mizah anlayışından uzak durmaya çalıştık. Scary Movie tarzında korku parodisi yapmak yerine, An American Werewolf in London gibi son derece korkutucu ama bir o kadar da eğlenceli bir film yapmak istedik. Mizah öğesi büyük ölçüde vampir diye bir şey olmadığını düşünen normal insanların, vampirlerle karşılaştığı ya da vampire dönüştüğü durumlarda oluşan absürd durumlardan kaynaklandı. Film sonuç olarak karanlık ve korkutucu bir çizgide ilerliyor gibi görünebilir ama diğer taraftan seyirciye kendisini çok da ciddiye almamasını söylüyor.
* Filmde gençler uyuşturucu kullanılan bir partide vampire dönüşüyorlar. Vampirlik ve uyuşturucu bağımlılığı arasında sembolik bir ilişki kurdunuz mu?
Kişisel olarak ağır uyuşturucuların kullanımına karşı olsam da, daha en baştan uyuşturucu karşıtı ahlakçı bir film yapmamaya kararlıydım. Vampirlerin Şafağı, içinde uyuşturucunun da olduğu bir partide işlerin ne kadar çığrından çıkabileceğinin abartılı bir örneği. Vampirlikle, uyuşturucu bağımlılığı arasında sıkı bir benzerlik olduğunu düşünüyorum. Sıradan bir insanın vampire dönüşmesi misali, uyuşturucu bağımlısı haline gelen birey de büyük bir değişim geçiriyor. Çoğu zaman bu dışarıdan da rahatlıkla gözlemlenebilen fiziksel bir değişiklik oluyor. Kana ya da uyuşturucuya açlığınız, arkadaşlarınıza farklı şekilde bakmanıza neden oluyor ve bağımlılığınızı arkadaşlarınıza bulaştırabiliyorsunuz. Her iki durumda da toplum için bir tehdit haline dönüşebiliyorsunuz. Bir açıdan bakıldığında Vampirlerin Şafağı’nın şöyle bir mesajı olduğu da iddia edilebilir: “Uyuşturucu kullanmayın, uyuşturucu sizi karanlıkta saklanmak zorunda kalan yaratıklara dönüştürebilir”