İşte benim en sevdiğim şeyler

Güncelleme Tarihi:

İşte benim en sevdiğim şeyler
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 15, 2004 00:00

Julie Andrews’ün; yıllar sonra ‘Ulan ben o kikirik zırvalarda rol almayı nasıl ve niçin kabul ettim?’ sorusu eşliğinde andığı filmlerinden biri olan Neşeli Günler’de bir sahne vardır.Dilerseniz, önce müzikali şöyle bir hatırlayalım.Bir Avusturya manastırında büyüyen ve fakat haylaz tabiatlı bir Çalıkuşu olan Maria, genç kız yaşlarına ulaştığında, rahibeler tarafından Yüzbaşı Von Trapp’ın evine yollanır.Pollyanna’yı açık ara geride bırakacak kıvamda, neredeyse eblehlik boyutunda iyi niyetli ve iyi kalpli Maria, disiplin hastası, dul Von Trapp’ın boy boy çocuklarına bakacaktır.Maria, başta evin manastırdan beter bir Nazi kampı olduğunu görüp dehşete kapılacak, ancak sonradan çocukların aslında çok fırlama ve fakat sevgi ve şefkate fena hálde aç olduklarına ayacaktır.Tabii ki onları sevgi manyağı yapmakla kalmayacak, aynı zamanda bulaşıcı cici tabiatıyla umut budalası kılacak, sadece çocukların değil, Von Trapp’ın buz kesmiş kalbini de kazanacaktır.Ve tüm bunları, pek ince perdeden söylediği, abidik gubidik şarkılar eşliğinde başaracaktır.İkinci Dünya Savaşı kapıdadır; üstelik Yüzbaşı, çocukların hiç sevmediği bir kadınla nişanlıdır ama olsundur. Hayat yine de ekmek kadayıfı tadındadır; güzeldir, hoştur...İşte o ‘garibin ekmeği umut’ modeli şarkılardan biri olan ‘Favorite Things / Sevdiğim Şeyler’i de, çocukları avutmaya çalıştığı bir sahnede söyler. (Gerçi şarkının ‘o kadar da’ hakkını yemeyelim. John Coltrane icra ettiğinde ya da Tony Bennett söylediğinde kulağa hiç de fena gelmez.) Şarkının ilk ve son kıtası acele bir çeviriyle, şöyledir:Güller üzerinde yağmur damlaları ve kedi yavrularının bıyıkları... Parlak bakır çaydanlıklar ve yumuşacık yünden eldivenler... İple bağlanmış kesekağıdından paketler:İŞTE BENİM EN SEVDİĞİM ŞEYLER...Ne zaman köpek ısırsa, ne zaman arı soksa... Ne zaman mutsuz hissetsem...Sevdiğim şeyleri hatırlarım ve böylece kendimi O KADAR DA KÖTÜ hissetmem...Şarkı böyleyken böyle...Geçenlerde ana haber bültenleri arasında zaplarken, bir baktım ki zihnimde şuursuzca devşirdiğim şarkıyı şuursuzca mırıldanmaktayım... Ey okur, balataları iyice sıyırmış mıyım, gidip acilen bir kliniğe yatmalı mıyım; sen söyle:‘Şimdi de iyi haberler’ diye lafa giren ‘Türkiye’de iyi şeyler oluyor’ diye devam eden spikerler...Mutlu mesut otlayan öküz ve ineklerin baktığı, raydan çıkmayan ve çarpışmayan trenler...Mazgallardan akan, 1257 eve su basmasına neden olmayan yağmurlar ve adam gibi altyapılar... Az şiddetli depremlerde ve hatta durduk yerde yıkılan evler inşa etmeyen, malzemeden çalmayan müteahhitler...‘Yaraları saracağız’ palavrasından öte edecek lafı olan yetkililer...Evini su basmış, üç çocuğunu kaybetmiş gariban ve acılı bir aile için ‘O ailenin yapısında bir sıkıntı var’dan daha mákûl bir cümle kurabilen valiler...Seri feláketlerin yaşanmadığı huzurlu günler...Ve tüm bu olan bitenleri Allah’a havale etmeyen, istifa kelimesini Afrika’da yetişen bir tür gazoz ağacı zannetmeyen bakanlar:İŞTE BENİM EN SEVDİĞİM ŞEYLER...Ne zaman bir feláket peydahlansa, ne zaman bakanın biri ağzını açsa...Ne zaman insanlığımdan utansam...Sevdiğim şeyleri hatırlarım ve bunların hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini bildiğim için DAHA DA BOKTAN hissederim. Zira burası Türkiye, bilirim. O KADAR DA SALAK değilim...Tral-la-laaa....Zincirleme reaksiyon Eli kulağındadır... Bir ‘Yine sevgilimden ayrıldım ve yine kendimi keşif yolunda illüminasyon yaşadım. Benim için en önemli şey işim. Artık özel hayat meselesini bitirdim. Kalp defterini kapattım. Her türlü teklife açığım’ beyanatı da Hande Ataizi’nden bekliyorum.Diyeceksiniz ki; ‘O bir kere sevgilisinden değil, kapı gibi bir haftalık kocasından ayrıldı. Üstelik ne teklifi; zaten reytingi olan bir dizide oynuyor.’Olsun, fark etmez... Bu magazinel bir reflekstir... ‘Söylemezsem çatlarım, doğam elvermez’ meselesidir.‘Manita gitti, HER TÜRLÜ teklife açığım’ magazin dünyasının en güzide, olmazsa olmaz klişesidir.10 küsur senedir, Zekeriya Beyaz’ın sosyolojik merakından porno seyredişini andıran bir yaklaşımla; yanisi meslek aşkıyla, vallahi sırf iş icabıyla (!) bu ‘tür’ü lup ile izliyoruz.Ablaya bilmişlik taslamayın yani! Herhalde burada ihtisas konuşturuyoruz!Memleketin ilk ‘evlilik öncesi anlaşma’ sorunsalı ya da geyiği, cümlemize hayırlı uğurlu olsun...Şimdi zincirleme reaksiyona buyrun. Neymiş?Bir sonraki perdede, Seren Serengil’in popstarda derece almış bir arabeskçi aday adayı ile ilişkisi, adamın, Serengil’in annesinin dayattığı evlilik öncesi anlaşmasını imzalamayı reddetmesiyle nihayete ererse, hiiiç şaşırmıyoruz.Bil-er-kişi Haberi gördünüz mü? Romanya’nın kumsallarıyla ünlü kıyı kenti Köstence’de polis yetkilileri, 60 yaş üzeri kadınlara üstsüz güneşlenme yasağı getiriyormuş. Zira polis, ‘pervasızca’ güneşlenen yaşlı kadınlardan ‘korkan’ genç turistlerden çok şikáyet alıyormuş.‘Üstsüz güneşlenen güzel kadınları seyretmenin her zaman keyif verici olduğunu’ söyleyen bir polis memuru; ‘Ancak yaşlı kadınlar için bunu söylemek zor’ diyerek memnuniyetsizliğini dile getirmiş.Siz bu asparagas olması kuvvetle muhtemel haberi görmediyseniz bile eminim ki Erman Toroğlu atlamamıştır. Yarın öbür gün, köşesinde bu konuyu en ‘bil-er-kişi’ üslûbuyla ele alır.‘Aldatmayan erkek ya kendine güvenmiyordur ya da beceriksizdir’ üzerine ‘Çapkın erkek yoktur, çapkın olan kadındır. Gerisi hikáye... Hangi erkek zorla bir bağğğyanı götürüp de çapkınlık yapabilir’ şeklinde peşpeşe vecize yumurtlayabilen bir ‘iç-bayan-organlar’ mütehassısı, üstelik kurallar konusunda otorite tonundan konuşmaya alışkın bir eski hakemse, hayatta susmaz.Bizleri, kadınların hangi yaşta ve ne şekilde meme açmasının uygun olduğu, erkeklerin bu kadınlara ne gibi durumlarda nasıl bakması gerektiği konusunda tez vakitte aydınlatmasını bekliyoruz.Kuş uyur, su uyur, Haydar Dümen uyur; Erman Toroğlu, uyumaz...Beni ben yapan şeylerden geçtimmesela gözaltı beyazım ve dudak kalemimSeren Serengil hiç pes etmeyecek değil mi?..Ne zaman bir manita eskitse yaptığı üzre, röportaj üstüne röportaj veriyor yine bu aralar. Seren Serengil, yine yeni yeniden, ‘kendi -piyano çalan ve çocukken baleye gitmiş olan zengin çocuğu- seviyesinden düşük’ bir adamı ‘adam etmeyi’ beceremedi ve yeşil sahalara döndü ya hani...Her zamanki komik ötesi üslûbuyla, Sema Denker’in teybine doğru, yoruma hacet bırakmayan yazısız karikatür misali dile geldi: * Benim için artık özel hayat bitmiştir. Başarı çirkin olan bir kadını güzelleştirebiliyor, insanı hayatta daha kuvvetli yapıyor. Artık önce mesleğim, sonra ben ve en sonda da aşk gelecek.* Hiç alaturka değilim. Giyimden yaşam tarzıma kadar hayatta her şeyin kalitelisini seviyorum. Ama ilişkimde prestij aramıyorum. Çünkü ben kendim bir değerim. Ayrıca çok iyi aile çocuklarının çok kez hesabını ödemişimdir de. O yüzden ambalaj değil, içindeki önemlidir.* Şu an nadasa bıraktım kendimi. Çok güzel kilo verdim, vermeye de devam edeceğim. Sonra işime dört elle sarılacağım. Çok kabiliyetliyim, güzelim, iyi bir insanım. Sanat camiasında niye bu örnekler çoğalmasın ki?* İyi bir oyuncu olduğuma inanıyorum. Ancak hep sahne sanatçısı ya da bir süs bebek gibi lanse edildiğimden dolayı, başka hiçbir şey yapamayacağım sanılıyor. Oysa ben çok güzel bir köylü kızı da olabilirim, şehirli de... Kostüme dayalı bir dizi filmde oynamak istiyorum.* Çocukça davranışlarımı, boşverişlerimi, dudak kalemimi, gözaltı beyazımı, aynamı, en doğrusunu ben bilirimleri, sevgiliyi, aşkı, fedakárlıklarımı, her şeyi ama her şeyi bıraktım.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!