Güncelleme Tarihi:
Binbir surat insan psikolojisi
Önceki gece TV kanallarının birinde bir haber bülteninde izlediğim bir şey beni çok düşündürdü. Depremin birçok evin yıkılmasına ve çok sayıda insanın yaşamını yitirmesine neden olduğu afet bölgesinden İstanbul'a gelmiş bir depremzede ile görüşülüyordu. O da, diğer İstanbullular gibi, bir parktaydı. Sözcüklerle tanımlaması güç bir dehşeti yaşamış, sağ olarak kurtulabilmiş bir depremzedeydi. Hiç kuşku yok ki hayatının en korkunç deneyimini yaşamıştı. Kendisiyle görüşen muhabirle konuşurken birden soğukkanlılığını yitirdi ve neredeyse ağlayarak çevresindekileri gösterip, ‘‘Burada bir piknik havası var, insanlar sanki hiçbirşey olmamış gibi, pikniğe gelmişler gibi..’’ diyerek isyan etti. O, bu isyanında haklıydı.
Çünkü cehennemden geliyordu.
Çünkü yakınlarını, evini, herşeyini kaybetmişti.
Çünkü içi kan ağlıyordu.
O hala bir kabusu yaşıyordu. Ve etkisi kolay kolay silinmeyecek bir kabustu bu.
Çevresindeki piknik havası ona kayıtsızlık gibi geliyordu. Bu, çok anlaşılabilir bir durum.
Ama İstanbulluların deprem korkusu yüzünden parklarda sabahlamalarındaki, ‘‘piknik havası’’ gibi yansıyan atmosfer de anlaşılır bir durum bence.
Ben de başta bu piknik havasına şaşırmıştım. Ama biraz düşününce ve biraz da duygularımı analiz edince bunun nedenini kendimce kavradım.
Biraz da psikoloji
Bunda iki şey rol oynuyor kanımca. Birincisi, hani pekçok savaş filminde işlenen bir psikolojik duruma benziyor. Çarpışmada gözünün önünde feci bir şekilde en yakın arkadaşını kaybeden asker, savaş sonrasında bunalıma girer. Açıklayamadığı bir suçluluk duygusu içindedir. Sonuçta bunun altından ne çıkar ortaya, biliyor musunuz? O çarpışmada kendisi değil de, arkadaşı öldüğü için sevinmiştir; yani basitçe sağ kaldığı için sevinmiştir. Ama bilinçdışında bu, arkadaşının ölümüne sevinmek gibi yansıdığı için derin suçluluk duygularına kapılmaktır.
İşte, bu korkunç felaketten zarar görmeyenler, hele felaketin boyutlarını öğrendikçe doğal olarak sevinç duyuyorlar. Bu aslında hiçbir zaman, ‘‘komşuma oldu, bana olmadı’’ sevinmesi değil. Basitçe sağkalmanın mutluluğu.
Gelelim açık hava görüntülerinden yansıyan piknik havasına. Dediğim gibi, ben de başta biraz şaşırdığımı söyleyebilirim. Hatta kendi kendime ‘‘acaba göçebelik ruhu genlerimizde mi var?’’ gibi hipotezlere daldım; ama sonra kendi duygularımı analiz ettiğimde gerçeği kavradım. Bir düşünün, deprem dışında hangi felakette korunmak için açık havaya çıkılır? Felaketlerden korunmak bir anlamda saklanmayı gerektirir. Sözgelimi savaşta bombardımanı düşünün. Sığınaklara girilir ve saklanılır. Üstelik saklanmak korkunun çaresi değildir. Korku yine de devam eder.
Fırtına, yağmur, aşırı sıcak, salgın hastalık ne bileyim örnekler çoğaltılabilir. Birçok tehlike karşısında korunmanın yolu kapalı yere girmek, yani saklanmaktır. Depremse bu açıdan çok farklı: Açık havaya çıkmakla hem korunuyoruz, hem de asıl önemlisi korkudan sıyrılıyoruz. Bence bu çok önemli. Başka felaketlerde saklanıp korunsak da korku sürer.
Deprem olduğunda hemen kendimi dışarı atabileceğim bir mekanda veya 8 şiddetindeki bir depreme dayanıklı olduğu söylenen bir binada kendimi güvende hissedebiliyorum ama korkum sürüyor. Açık havada ise zembereğim boşalmış gibi kendimi hafif ve iyi hissediyorum.
Öyle sanıyorum ki açık havada konaklama manzarasının piknik havası görüntüsü sergilemesinde bu unsurlar rol oynuyor.
Deprem, hiçbir zarar görmeyen insanlar üzerinde de ciddi ya da geçici etkiler yaratabilir. Örnek olarak kendimi gösterebilirim: Deprem olduğu sırada bulunduğum odaya girmek istemiyorum. (Ama orası yatak odası, n'olacak şimdi?!) Hava kararmaya yüz tutunca ben de kararıyorum. Oturup artçı deprem bekliyorum (onlar olunca büyük deprem olmuyor ya!). Gürültüye karşı aşırı tepki geliştirdim. Oysa deprem sırasında çok soğukkanlıydım. Herşeyden öte açıkhavada kendimi sebepsiz bir sevinç haleti ruhiyesi içinde buluyorum. Etki-tepki kanunu işte. Öyle geriliyorsunuz ki, uygun ortamda zemberek boşalıveriyor.
İnsan baskıdan kaçar
Kimi arkadaşlarım, hiç alkol alışkanlıkları yokken yatarken alkol alıyor, nedeni çok açık: herkes geceleri yatağa girerken tedirgin çünkü. Yeşil reçeteyle sakinleştirici veya uyku ilacı almaktan kolay.
Depremden beri geceleri programlar yapılıyor. Yemek gibi.
İnsan baskıdan kaçar. Bu çok doğal. Öyle veya böyle, KAÇAR.
TV izlerken bile içinizi kazıyan deprem görüntülerden kaçmak için kanal değiştirdiğiniz bir an gelmiyor mu?
Bu, olanlara üzülmediğiniz, hatta kahrolmadığınız anlamına mı geliyor? Yardım etmediğiniz ya da etmeyeceğiniz anlamına mı geliyor. Değil. Hiç değil.
Büyük deprem söylentilerine kanmada bile şu sözünü ettiğim kaçış rol oynayabilir. Çünkü açıkhavada konaklama devam eder.
İki okur, iki telefon
İki okurumdan telefon aldım. Biri, Anadolu Yakası'ndan arayan bir hanım okurumuzdu. Sahil yolu boyunca bütün restoranlarda geceler rakı sofralarının kurulmasından ve insanların eğlenmesini kaldıramadığını söylüyordu. ‘‘Ben de rakı içerim. Ama bu başka. İnsanlar yardım bekliyor, onlar eğleniyor’’ diyordu.
Diğer okurum Bakırköy'den arayan, kalabalık bir apartmanda oturan 17 yaşında bir delikanlıydı. Deprem gecesi dışarı çıktıklarında o güne kadar hiç iyi olmayan komşuluk ilişkilerinin birden değiştiğini, komşuların yakınlaştığını anlatıyordu.
Öyle ya da böyle, deprem psikolojisi diye bir şey var işte.
İnsanları vurdumduymazlık ya da kayıtsızlıkla suçlamada haklılık olabilir, ama gerçeğin bu olmayabileceği bilinmeli.
Aklıma kara mizah örneği bir fıkra geldi:
İkinci Dünya Savaşı sırasında, bombardımanın dumanının tüttüğü bir kasabada, yıkıntı duvar üzeride oturan iki çocuktan biri hıçkırmaya başlar ve diğerine şöyle der: ‘‘Beni korkutsana’’.
Kaçak kat gerçeği
Deprem konusunda hayli bilgilendik değil mi? (Yalnızca yer, zaman ve büyüklük konusunda önceden saptama yapılmasının mümkün olmadığına nedense bir türlü ikna olamadık).
Benim için oldukça düşündürücü bir bilgi edindim. Bunu sizlerle paylaşmak isterim. Konu kaçak kat ile deprem ilişkisi. Binalara eklenen kaçak katların, bir depremde bina için çökme nedeni olabildiğini öğrendim. Deprem sırasında binaların rezonansı (titreşmesi) diye bir durum var. Binanın ayakta kalması veya çökmesinde önemli bir unsur bu. Kaçak kat işte bu süreçte etkili olup, binayı dayanıksız kılabiliyor, dahası çökmesine neden olabiliyormuş. Bu önemli. Çünkü dayanıksız binada müteahhit unsuru kadar, kaçak kat yaptırmada ısrarlı mal sahiplerinin de varlığına dikkat çekiyor.
Dün Esenler'den bir telefon aldım. Bir apartmanın altıncı katında oturduğunu söyleyen okurumuz, apartmanın aslında beş katlı yapıldığını, altıncı ve yedinci katlarının sonradan yapıldığını anlattı. Deprem sırasında ek iki kat binadan ayrılmış. Yani altıncı kat ile beşinci katın arası açılmış. Düşündürücü, değil mi?