Güncelleme Tarihi:
İstanbul dünyaya açılan kapımız
Nilüfer Moayeri (Sanatçı)
Tahran’da sanatçı bir ailenin çocuğu olarak doğdum. 1980’lerde İstanbul’a geldik çünkü burası bir sanatçı için çok çekici. Pera Güzel Sanatlar’da işe başladım. 10 yıldır hem ressam hem küratör hem de eğitmenim. Gittiğim her yerde çok başarılı İranlı sanatçılarla karşılaşıyorum. İran’da sanatçılar için birçok zorluk var ama buna rağmen sanatlarını öyle icra ediyorlar ki dünyada hem film sektöründe hem sanatta çok başarılılar. İstanbul’a İran’dan sadece sanatçı göçü yok. Her meslekten İranlılar dünyaya açılabilmek için buraya geliyor. Çünkü İstanbul, sanat açısından Avrupa’nın önemli şehirlerinden. Burada hem oryantal bir hava hem Avrupa özgürlüğü var. Türkiye’de sanata çok destek var. Kısıtlama olsa böyle olmazdı.
Bizden daha dindarsınız
Farzad Golpayegani (Müzisyen)
Tahran’da doğdum. Aslında grafik tasarım okudum ama profesyonel müzisyen oldum. İçinde Farsi ve Ortadoğu ezgileri de bulunan füzyon, metal, rock ve enstrümantal tarzda parçalar besteliyorum. İlk albümüm 10 yıl önce, Hatemi zamanında çıktı. İran’da bu tarzdaki ilk albümdü. O zamanlar birkaç konser bile vermiştim. Rock müzik İran’da tümüyle yasak ama az sayıda konsere izin veriliyor. Tahran’da bar veya kulüp olmadığından büyük salonlarda konser vermeniz gerek. 2004’te ikinci albümüme yeni hükümet izin vermedi. Hükümet baskısı nedeniyle şarkılarıma isim bile koyamadım. Üç yıl önce de İstanbul’a taşındım. Buradaki atmosferi çok sevdim ama başarılı olamadım. İran’da tutuklanma riskine rağmen konser verebiliyordum. Buradaysa hiç sahneye çıkamadım. O yüzden Los Angeles’a gideceğim. Türkiye’de yaşamayı tercih ediyorum çünkü burada güvendeyim. İran’da evde bile bir sorunla karşılaşabiliyorum. Ancak Türkiye’deki politik durum da beni korkutuyor. Ama Türkiye’nin İran’a benzeyeceğini söyleyemem çünkü dinamikler çok farklı. Türkler İranlıların muhafazakâr olduğunu düşünür ama bence Türkler çok daha dindar.
Sanatçı olmak her yerde zor
Ramin Farhangniya (Tenor)
1973’te Artavil’de doğdum. 20 yıldır da müzikle uğraşıyorum. Eğitimime İran’da başladım. Opera ve klasik batı tarzında tenorum. Ancak, ilerleyemeyeceğimi anlayınca İran’dan ayrılmaya karar verdim. Aslında daha erken terk etmeliydim ülkemi ama ailem gitmemi istemedi. Beş-altı yıl Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de yaşadıktan sonra dört yıldır da İstanbul’dayım. Ailem İran’da olduğundan iki ülke arasında gidip geliyorum. Yaşamımı müzikle sürdürüyorum. Konserler veriyorum. Geçen ay da albümüm çıktı ve çok da başarılı oldu. İstanbul’u eskiden de çok severdim; tabiatı, dili, kültür ve medeniyeti İran’a benziyor. Burada mutluyum. Kendimi yabancı gibi hissetmiyorum ama burada yaşamak çok zor. Türkiye’de müzik serbest. Her tarz icra ediliyor. Ama ne burada ne İran’da sanat ve sanatçıya değer verilmiyor. Bir eser okurken ne kadar zahmet çektiğini anlamadıklarından maddi sıkıntılar çekiyorum. Hiçbir yerden destek alamıyoruz. Sanatın her tarzına daha fazla değer verilmesini diliyorum.
Sansür, kendiniz olmanıza izin vermiyor
Samareh Ahmedi (Ressam)
Tahran’da doğdum. Tehnaz Azad Üniversitesi’nde resim okudum. İran’da hem resim yapıyor hem de devlet bankasında çalışıyordum. Dört yıl önce Türkiye’ye taşındım. Sebebi, hem Türkleri sevmem hem de kültürlerimizin birbirine çok yakın olması. Ayrıca coğrafi olarak da yakınız. Vize yok. Ailem beni görmeye rahatça gelebiliyor. Buradaki ilk üç senemde hayatımı kazanmak için dövme yapıyordum. O dönemler zor geçti ama Allah’a şükür şimdi işler düzeldi. Beş yıldır burada yaşayan Amerikalı bir eşim var. Resimle uğraşıyorum. Hayatımdan çok memnunum. Her iki ülkede de sanatçılar zor para kazanıyor. Ama burada bir sanatçı kendini çok daha rahat anlatabiliyor. İran’da rahat rahat bir çıplak kadın resmi yapamazsınız. O kadar fazla sansür var ki siz siz olmuyorsunuz sonunda.
Parası olan herkes kaçmaya çalışıyor
Milad Mohavedi (Besteci)
1978’de Tahran’da doğdum. Tahran Konservatuvarı’nda müzik eğitimi aldım. Son sekiz yıldır filmler, reklamlar, belgesel, dizi ve animasyonlar için beste yapıyorum. İstanbul’a geleli iki ay oldu. Ülkemi bırakıp taşınmak hiç kolay değil ama İran’da işler giderek kötüleşiyor. Siyasi eğilimli biri değilim ama rejim veya hükümet karşıtı bir şey söylememiş olmama rağmen bu röportaj bile geri döndüğümde başıma bela açabilir. Kesin olan hiçbir kural yok. Her şeyle ilgili çok dikkatli olmanız gerekiyor. Parası olan herkes ülke dışına kaçmaya çalışıyor. Türkiye’yi seçtim çünkü vize almak diğer yerlerden daha kolay. Ayrıca iş ve sanat dünyası profesyonel. Türkiye’de yaşayan çok İranlı var. İran televizyonlarında Türkiye’ye gelmek için nasıl vize alınacağıyla ilgili birçok reklam yayımlanıyor. Burada çok mutluyum. Kendimi yabancı gibi hissetmiyorum. Türk insanını çok seviyorum. Birlikte vakit geçiren, içki içen, dans edenleri görmek beni mutlu ediyor. Tek sıkıntım henüz tam anlamıyla çalışmaya başlayamadım. Diğer ülkelerle dostsunuz. İran’ın 2500 yıllık geçmişi var fakat kültürümüzü öne çıkarmak istemiyorlar. İran’da da işlerin bir gün düzeleceğini ümit ediyorum ama rejim değişikliği konusunda eminim değilim. Kafamdaki soru hep şu: Neden dünyadaki tüm ülkelerle düşman oluyoruz? Neden bu yolu seçtik? Türkiye de Müslüman bir ülke ama tüm dünyayla düşman değil.
Türkçeyi Hakkı Devrim’den öğrendim
Saeed Nasiri (Gazeteci-yönetmen)
1979’da Tahran’da doğdum. Devlet üniversitesinin radyo ve televizyon bölümünü kazanarak gazeteci oldum. Tahran Radyo Televizyon’un siyasi masasındaydım. 2003’ten sonra İran Haber Ajansı’na geçtim. 2005’ten sonra Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda görev aldım ama Ahmedinecad göreve gelince işime son verildi. Seçimlerden sonraki bir yılda 25’ten fazla dergi ve gazete kapandı. Ben de önce İngiltere’ye gittim. Ama oradaki yaşam şartları zor olduğundan sekiz ay sonunda Kıbrıs’a geldim. Bir yıl orada ders verdim. 2008’den beri İstanbul’dayım. Aslında sadece bir iş için gelmiştim ama İstanbul’u çok sevdim ve kaldım. Burası zıtlıkların şehri. İran’la ortak bir kültür de var. Atatürk lider olarak bölgeyi çok etkiledi. İranlılar İstanbul’u yabancı gibi değil adeta ülke içi bir şehir gibi görür. Ama bu şekilde yaşamak zor. Dönmek istiyoruz ve bir gün döneceğiz... Sürekli bir anı bekliyor ve kendinizi tutuyorsunuz. Örneğin başlarda nasıl olsa döneceğim diye dil öğrenmek için kursa falan yazılmadım. Fakat kimseyle irtibat kuramayınca kendi kendime öğrendim. En büyük fayda Okan Bayülgen’in programı oldu; hiç Türkçe bilmeden Hakkı Devrim’in konuşmalarını anlıyordum. O değerli insanı bir yıl takip edip dil öğrendim. Burada bulunduğum sürede BBC Farsça için çok sayıda belgesel yaptım. İran’la Türkiye mukayese edilecek gibi değil. Burası gazeteciler, televizyoncu ve sanatçılar için bir cennet.