İstanbul’u gönlümce yaşıyorum sırlarını kitaplarıma taşıyorum

Güncelleme Tarihi:

İstanbul’u gönlümce yaşıyorum sırlarını kitaplarıma taşıyorum
Oluşturulma Tarihi: Nisan 28, 2008 00:00

Barbara Nadel, İngiltere’nin en ünlü çağdaş polisiye yazarlarından. 1970’lerden bu yana Türkiye’ye gelip gidiyor. Eserlerinin ilginç yanı, çoğunun Türkiye’de geçmesi.

Çetin İkmen isimli bir dedektifle onun yardımcısı Komiser Süleyman’ın hikayelerinin fonunda ağırlıklı olarak İstanbul var. Ödüllü romanı Ölümcül Ağ, Kapadokya’da geçiyor. Gelecek yıl ocak ayında yayınlanacak olanı ise Mardin’i anlatıyor. Belşazzar’ın Kızı, Uyuşturucu Kafesi, Arabesk, Haliç’te Cinayet gibi isimler taşıyan eserlerinin beşi Türkçe’ye çevrilip yayımlandı. Nadel’in romanları çok gerçekçi, mesela Arabesk isimli kitabında Doğulu bir ses sanatçısı olan Erol Urfa’yı anlatıyor. Balat’ın arka sokakları, Moğolların Meryemi Kilisesi, Daphnis Hoteli gibi mekanlar satır aralarında okurla buluşuyor. Nadel, eserleriyle Türkiye’nin tanıtımına büyük katkıda bulunuyor. Yazarı, yeni bir romanı için Sulukule ve Hasköy’e gitmek üzereyken bir kafede yakaladık, Türkiye ilgisinin nedenlerini sorduk. Nadel, "İstanbul bir cinayet romanı için ideal mekan" diyor.

Polisiye yazmaya nasıl karar verdiniz?

- Akıl sağlığı bozuk olan hastalara hukuki danışmanlık yapıyordum. Yaptığım iş çok stresliydi, akşam eve geldiğimde karısının kafasını kesmiş bir adamın hikayesini anlatmak istemiyordum. Oysa duyduğum hikayeler inanılmaz, tanıştığım kişiler çok enteresandı. Nedenler üzerine kafa yormaya başladım, onları suça iten neydi, bunları araştırdım. İşim beni çok besledi, en sonunda stresimi atmak için yaşadıklarımı kağıda dökmeye karar verdim. Dokuz senedir de yazmaya devam ediyorum.

Kitaplarınız kaç dile çevrildi?

- Çince, Japonca, Katalanca ve Baskça da dahil olmak üzere 16 dile çevrildi.

Türkiye’de geçen polisiye deyince akla ilk olarak Agahta Christie’nin 1934 yılında yazdığı "Şark Ekspresi’nde Cinayet" geliyor? Sizin favori yazarlarınız kim?

-İngiliz Eric Ambler’in 1950’lerde yazdığı ve Türkiye’de geçen polisiyelerini çok severim. "The Light of The Day" (Günışığı) isimli eseri daha sonra meşhur Topkapı filminin senaryosuna temel oldu. Julian Rathbone’un 1960’lı yıllarda yazdığı ve Edirne’den Kars’a geniş bir coğrafyada geçen eserlerini de beğenirim.

II. ABDÜLHAMİD DEVRİ POLİSİYE İÇİN İDEAL

Ülkemizle ilk tanışmanız nasıl oldu?


- Bir akrabam bir Türkle evleniyordu, düğün için gelmiştik. Düğün bana sıra dışı bir ülkenin kapılarını araladı. İstanbul’un sokaklarında kayboldukça romanlarımın kahramanları ve onların mekanları kafamda belirmeye başladı.

Romancı olarak, Türk tarihinde etkilendiğiniz olaylar var mı?

- Atatürk inanılmaz bir lider, önemli bir barış taraftarı. Avrupa’da aynı dönemde kraliyet ailelerine mensup kişiler devrimlerin ardından hayatlarını kaybederken, Türkiye’de sadece sürgüne gönderiliyorlar. 1950’lerde Joan Haslip’in yazdığı II. Abdülhamid biyografisinden çok etkilenmiştim. Abdülhamid’i ve aynı dönemde yaşayan Mithat Paşa’yı ilginç buluyorum. O dönemde yaşanmış olaylar polisiye romanlar için biçilmiş kaftan.

İSTANBUL’DA CESET SAKLAYACAK MEKAN ÇOK

Neden kitaplarınızda Türkiye ve özellikle İstanbul’u tercih ediyorsunuz?

- İstanbul dünyanın en muhteşem ve en görkemli şehirlerinden biri. Büyük ve gürültülü, her an patlamaya, yeni olaylar yaratmaya hazır bir düdüklü tencere gibi. Bir cinayetin ardından ölü bedenleri saklamaya müsait o kadar çok mekana sahip ki. Kapadokya ise peri bacalarıyla meşhur, buralarda bir cinayet kurgulamak çok ilginç geldi.

Mardin’in size cazip gelmesinin sebebi ne?

- İngilizler maalesef Tükler hakkında çok yanlış önyargılara sahip. Benim amacım onlara farklı bir Türkiye portresi çizmek. Türkiye’de nüfusun yüzde 99’u Müslüman ama ülkede çok kozmopolit köşeler de var. Taşın şehri Mardin bunlardan biri. Dünyanın ilk Hıristiyan olmuş kavimlerinden Süryaniler yüzyıllardır burayı bir merkez olarak görmüş. Mardin’e Paskalya zamanı gidip bir hafta kaldım. Kırklar Kilisesi’ndeki ayinden çok etkilendim. Papaz Gabriel Akyüz, kiliselerin el baskısı perdelerini yapan Narsa Hanım başta olmak üzere Süryani cemaatinden insanlarla tanıştım. İngilizlerin ve kitabımı dünyanın değişik köşelerinde okuyan kişilerin bu zenginliği ve renkliliği bilmesi lazım, diye düşünüyorum. Hikayem çölde ibadet edip, oruç tutan bir rahibin Mardin’e geri dönmesiyle başlıyor.

THE TIMES’A, MARDİN HAKKINDA YAZI HAZIRLIYORUM

Kitap dışında başka çalışmalarınız var mı?

- Makaleler ve kısa hikayeler yazıyorum. Şu anda da Times gazetesinde çıkacak olan Mardin yazımı bitirmeye çalışıyorum. Kitaplarla ulaşacağınız okur sayısı belli ama iyi bir gazete milyonlarca okurun elinden geçiyor. Mardin’in görkemini daha geniş kitlelere anlatma fırsatı veriyor.

Gece Yarısı Ekspresi filmi Türkiye imajına çok zarar vermişti, Türkiye aleyhtarı bazı kitaplar da Türkiye’ye gelecek insanları olumsuz etkileyebiliyor. Kitaplarınızın Türkiye’yi tanıtma açısından nasıl bir işlev görüyor?

- Özellikle İngiliz okurlarım sadece Akdeniz sahillerinizi tanıyorlardı. İstanbul onlar için Doğu’nun mistisizmiyle özdeşleşmiş bir şehirdi. Benim anlattığım İstanbul ise bir dünya şehri, hem Batı’nın köklerine, hem de Doğu’nun gizemine sahip. Kahramanlarım arasında Türkiye’nin aydınlık yüzleri de var. Eminim ki okurlarım arasında Türkiye’yi ziyaret edenler ülkenizle ilgili önyargılarından çok daha arınmış bir kesim.

Türkiye’de nerelere gitmeyi seviyorsunuz?

- Tabii ki gözdem İstanbul, çünkü Londra’da doğdum, büyük şehir insanıyım. İstanbul yorucu bir şehir ama sürprizleri de bir o kadar fazla. Diğer yerlere gelince, İngilizlerin gittiği Dalyan, Ölü Deniz ve Kalkan’ı tercih etmiyorum. Kapadokya’daki İbrahim Paşa’yı, Pamukkale’yi, Mardin yakınlarındaki Dara’yı seviyorum.

GENELLİKLE SULTANAHMET CİVARINDA KALIRIM

İstanbul’da günleriniz nasıl geçiyor?


- Genellikle Sultanahmet civarında kalıyorum. Fener, Balat, Yıldız Parkı ve Büyükada’da yürümeyi seviyorum. Fener Rum Erkek Lisesi ve yanındaki Moğolların Meryemi Kilisesi’ni çok ilginç buluyorum. Sahaflar Çarşısı’nda dolaşıp, Beyazıt Camii önünde çay içiyorum. İstanbul’da sokakta yemek yemek muhteşem bir şey, kokoreçe bayılıyorum. Balık Pazarı’nda gezinirken, araya gizlenmiş Üç Horan Kilisesi’nde soluklanıyorum. İstiklal Caddesi’ndeki Botter Aparmanı’nın önünden her geçişimde içim cız ediyor. Art Nouveau mimarinin bu müthiş örneği niye böyle ihmal ediliyor, diye düşünüyorum. Pera Palas Oteli’nin yakınında dolaşırken bir an önce restore edilmesi için dilekte bulunuyorum. Mimar Sinan’ın eseri Süleymaniye Camii’nde büyülenip, Dolmabahçe Sarayı’ndaki ihtişamı hayranlıkla seyrediyorum. Topkapı Sarayı’nın girişinde nöbet tutan yakışıklı askerleri görünce Buckhingham Sarayı’nın önündeki nöbet değişim törenlerini hatırlıyor ve çocukluğuma geri dönüyorum. Ben İstanbul’da yaşamıyorum ama İstanbul’u doyasıya, gönlümce yaşıyorum, sırlarını da kitaplarıma taşıyorum.

TİYATRO EĞİTİMİ ALDI

Doğu Londra’da doğan Barbara Nadel, tiyatro eğitimi aldı. Ardından bir süre Ulusal Şizofreni Derneği’nde halkla ilişkiler sorumlusu olarak görev yaptı. Psikiyatri kliniğinde hastalara yardımcı oldu. Cinsel istismara uğrayan çocukların terapi süreçlerinde görev aldı, çeşitli okullarda psikoloji dersleri verdi. Psikolojik sorunlar yaşayanlara yardım amacıyla bir vakıf kurdu. Manchester’ın dışındaki Pennines’te yaşıyor. 1970’lerden bu yana Türkiye’ye sık sık geliyor. Çetin İkmen serisinden yayımlanan polisiye romanlarının kahramanları Mehmet Süleyman, Baltazar Kohen ve Ermeni patoloji uzmanı Arto Sarkisyan. 2005-2008 arasında yayımlanan diğer üç polisiye romanı ise Londra’da geçiyor ve başlıca kahramanı Francis Hancock. 2005’te Ölümcül Ağ ile CWA Ödülü aldı.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!