Oluşturulma Tarihi: Haziran 05, 2005 00:00
İstanbul Hilton Oteli Cuma günü 50 yaşına basıyor. Conrad Hilton’un 10 Haziran 1955 yılında altın anahtar ile hizmete açtığı otel, o günden bugüne kadar kentin sosyal yaşamına birçok ilki kattı, birçok şeyi öğretti.Uzun yıllar İstanbul’un simgelerinden biri olan Hilton, kalitesinden, zarafetinden hiçbir şey kaybetmeden öğretmenliğini sürdürüyor.1950’li yılların başlarında İstanbul’daki otel sayısı iki elin parmakları kadar bile değildi... Bunların en ünlüleri Pera Palas, Park Otel, Büyük Londra, Tokatlayan, Sirkeci’de Meserret’ti. Bunlara ek olarak birkaç tane de Anadolu’dan gelen tüccarların konakladığı otel vardı. Pera Palas ile Park Oteli’nin ayrı bir yeri ve ünü vardı. Pera Palas’ta genellikle yabancılar kalırdı. Park Otel ise daha çok politikacıların uğrak yeriydi. Özellikle Başbakan Adnan Menderes burada kaldığı için, milletvekilleri, işlerini çözümlemeye çalışan iş- adamları da bu otelde kalmayı tercih ederlerdi. Park Otel’in bir de barı çok meşhurdu. Bu barda her akşam politikadan, yazar çizer takımından bir çok ünlü simayı görmek mümkündü.Aslında bu oteller o zamanki İstanbul’un ihtiyacını karşılıyordu. Öyleyse Hilton projesi nereden çıktı?.. Amerikalı araştırmacı Annabel Wharton’un öngörüsüne göre, dünyanın dört bir köşesinde Hilton Otelleri inşa edilmesinin arkasındaki ana amaç, soğuk savaşın politik bağlamında gizliydi. Dünyanın dört bir yanında, yaratılacak olan ‘Küçük Amerikalar’ komünizme karşı mücadelede, çeşitli yatırımlarla hem birbirlerine hem de Amerika’ya yakınlaştırılmalıydı. Conrad Hilton, otellerini komünizmin tehdidi altında olduğu zannedilen bölgelere inşa etmekle, Amerikan davasına katkıda bulunduğuna inanıyordu. NATO’ya üye olması ve 1950’lerde Batı’nın yeni stratejik ve ekonomik yapısı içinde yer alma isteği içinde bulunması, Hilton’un Türkiye’ye yatırım yapması için önemli nedenleri oluşturdu.Ondan sonrası çorap söküğü gibi geldi.Taksim Meydanı’ndan Spor Sergi Sarayı (şimdiki Lütfi Kırdar Kongre Salonu) ve Açık Hava Tiyatrosu’na kadar kesintisiz bir yeşil alan olarak planlanan ve uygulanan Taksim Gezisi, Hilton’un yapımı için imara açıldı. Otel 1952 yılında tanınmış Amerikalı mimarlar Skidmore, Owings ve Merrill tarafından tasarlandı. Bu mimarların yerel danışmanlığını ve kollaboratörlüğünü mimar Sedat Hakkı Eldem üstlendi. Mali yükümlülük ise Marshall Yardım Programı çerçevesinde sağlanan kredi ile gerçekleştirildi.MERMERLER İTALYA’DANHer şey iyi hoştu da bu işin Türkiye’deki sahipliğini kim yüklenecekti? İşte tam burada ‘her derda deva’ futbol imdada yetişti. Türk hükümeti ile Hilton şirketi arasında anlaşma imzalandığı sırada, Futbol Federasyonu Başkanı ve yeni kurulmuş olan Emekli Sandığı’nın Genel Müdürü Ulvi Yenal sıkıntı içinde kıvranıyordu. İsveç Milli Takımı’nı İstanbul’da yerleştirecek uygun bir yer bulamayan Yenal, birçok eleştiriye hedef oluyordu. İsveç gazeteleri, İstanbul otellerini kötüleyen
haber ve yorumlarla dolup taşıyordu. Çözümsüzlükten bunalan Ulvi Yenal, şapkasını alıp odasından çıkmaya hazırlanırken, kapısı açıldı ve içeriye Hilton Oteli’ne mal sahibi arayan Türk ve Amerikan heyeti girdi. Emekli Sandığı ile Türk-Amerikan heyeti arasında anlaşmanın imzalanması pek uzun sürmedi. Takvim 9 Ağustos 1951 tarihini gösteriyordu.1952 yılında otelin temeli atıldı. Mermerler özel izinle İtalya’dan ithal edildi. Salon duvarlarının dekorasyonunu üstlenen Sedat Hakkı Eldem, 16. yüzyıl camilerinin iç mimarisinden esinlendi ve bunun için Kütahya’daki asırlık fabrikalara özel çiniler ısmarlandı. Konya’daki hemen hemen tüm halı tezgahları Hilton’un halıları için seferber edildi. Bu arada otelin kilit noktalarında görev alacak olan 20 erkek ve kadın personel, otelcilik eğitimi için Amerika’daki Hilton otellerine gönderildi.İnşaat bir seferberlik havasında sürdü ve 21 ay gibi rekor denebilecek kısa bir sürede bitti. Tarihi açılış töreni 10 Haziran 1955 tarihinde yapıldı. O tarihli Hürriyet Gazetesi birinci sayfadan verdiği habere, ‘Conrad Hilton, dün saat 12’de otelinin kapısını altın bir anahtarla açtı’ başlığını atıyordu. Hilton’un açılışı ile ilgili bir başka haber de, Conrad Hilton’un ‘biricik oğlu’ Nick Hilton’a aitti. Elizabeth Taylor’un eski kocası olan Nick, çevresini saran Türk
magazin muhabirlerine, bütün kadın tiplerini sevdiğini söylemekten başka ipucu vermiyordu.Ertesi günkü Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan bir fotoğraf ise küçük çapta bir skandala neden oldu. Gazete o gün kapış kapış satıldı. O yıllarda küçük bir çocuk olduğum için, gazetenin ikinci baskı yapıp yapmadığını bilmiyorum. Gazetenin birinci sayfasının büyük bölümünü kaplayan fotoğraf, ünlü oyuncu Terry Moore’a aitti. Gazeteci İlhan Demirel’in çektiği fotoğrafta Terry Moore’un en mahrem yerleri görünüyordu. Genç kadın içine külot giymeyi ya unutmuş ya da kasten giymemişti. Türk halkının bir günlük gazetede gördüğü belki de en müstehcen fotoğraflardan biriydi. Gazeteyi satan seyyar bayiler adeta saldırıya uğramıştı. Savaş haberleri bile böylesine bir ilgi görmemişti. Bu fotoğraf yayınlanınca kıyamet koptu, Terry Moore’un sevgilisi Nick Hilton bir sürü tehditler savurdu. Gazetenin o günkü sahibi Ercüment Karacan fotoğrafın filmini Hilton’lara iade etmek zorunda kaldı.Ben Hilton öyküsünün bu bölümlerini hatırlamıyorum. Çünkü o zaman sokağa bile tek başına çıkamayacak kadar küçük bir çocuktum. Hilton benim yaşamıma çok sonraları girdi. Lise çağlarına gelince arkadaşlarla Maçka Parkı’na gider, ağaçların altında oturup karşıdaki Hilton’a bakarak hayaller kurardık. Kimse yasaklamamıştı ama, biz otele yaklaşmaya çekinirdik. Orasını başka bir ülke sanırdık. Gazetelerin birinci sayfaları Hilton’la ilgili haberlerle dolup taşardı. Kimler burada konaklamamıştı ki: Kraliçe Elizabeth, Rafaella Carra, Prens Rainer, Prenses Grace , Sophia Loren, Carlo Ponti, Pierre Cardin, Danny Kaye, Rockefeller, Tom Jones, Michael Douglas, Michael Caine... Bunlar ilk gözüme çarpanlardı. Unuttuklarımın çok daha fazla olduğunu biliyorum... Orada beş çayı içmek, lokantalarında
yemek yemek, davetler düzenlemek, garden partiler vermek... Tüm bunlar statü ve zenginlik sembolüydü. O zamanlar Hilton’da boy göstermeyene sosyete denmezdi. Orada bir gece kalanlar bile gazetelere günlerce konu olurdu. Hilton’un bir gecelik oda fiyatıyla bir ev alınabileceği yaygın dedikodular arasındaydı.Hilton artık 50 yaşında, orta yaşlı, kibar bir ‘beyefendi’. Bir zamanlar önünden geçmeye ürktüğüm bu ünlü otel, şimdi fırsat buldukça uğradığım mekanların başında geliyor. Lalezar Bar’dan karşıdaki Maçka Parkı’na bakarken, gençlik yıllarımdaki ‘ulaşılmaz’ Hilton’u ve onun için kurduğum hayalleri düşünüyorum. İstanbul’a birçok ‘ilk’i öğreten Hilton, aradan bunca yıl geçmesine rağmen hálá çok zarif, çok görkemli ve insanların orada bulunmaktan hálá övündükleri bir otel. Özetle Hilton, İstanbul’a modern yaşamı öğreten kıymetli öğretmenlerden biri. Manşetlerde Hilton10 Haziran 1955 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin birinci sayfasında Hilton Oteli’nin açılışı şöyle veriliyordu:‘Amerika dahilinde ve haricinde 34 bin odası bulunan ve 29 büyük otelin sahibi ‘Otel İmparatoru’ Conrad Hilton, cebinden bir kutu çıkardı ve kutunun içindeki altın anahtarı İstanbul Hilton Oteli’nin giriş kapısının kilidine soktu. O sırada saat tam 12.00 idi. Altın anahtarı bir defa çevirerek kapı kilidini açtı. Sonra daima kurdele kesmeye alışkın İstanbul Valisi’ne: ‘Buyurun, ilk defa siz kapı tokmağını çevirip içeri giriniz’ dedi. Ne zamandan beri İngilizce hususi ders alan İstanbul Valisi, etrafındakilere ilk defa İngilizce olarak hitap etti... Saat 13.30’a doğru yemek gongu çalınmaya başladı. Burada yurt içinden ve yurt dışından davet edilmiş seçkin misafirler bulunuyordu. Reisicumhur Bayar, Başvekil Menderes ve Meclis Başkanı’ndan başka hemen hemen tüm vekiller orada idiler... Yemek sonuna doğru dağıtılan Fransız şampanyaları, İstanbul Hilton Oteli’nin şerefine kaldırıldı...’Dünyanın sekizinci harikasıDünyanın dört bir yanında çok önemli olaylara tanıklık etmiş olan gazeteci Güneş Karabuda, anılarını kaleme aldığı ‘İndim Zaman Bahçesine’ adlı kitabında Hilton’la ilgili anılarını şöyle anlatır:‘Hilton’un açılışına devlet protokolüne dahil olduğu için babam da davetliydi. Ama Ankara’daki işlerini bırakamadığı için davetiyesini bize verdi. Böyle bir fırsatı kaçırmak için sonradan değil, doğuştan enayi olmak gerek!.. Bu süper modern otelin kısa sürede, modernleşme çabasındaki Türkiye’nin nasıl simgesi haline geldiğini anımsıyorum. Sultanahmet ve Ayasofya camilerinin yanı sıra Hilton, kartpostalların aranan motifi olmuştu. Ülkenin dört bir köşesinden insanlar bu, dünyanın sekizinci harikasını görmeye gelirlerdi. Mütevazı aileler, evlenme çağındaki genç kızlarını, bütçelerini zorlama pahasına ‘belki iyi bir kısmet çıkar’ diye Hilton’un beş çayına getirir; sosyete dilberleri başlarında duayenleri Benli Belkıs olduğu halde otelin lobisinde boy gösterirlerdi...’
button