Önce sarı bir top gibi karanlık tepenin ardından ışıklar saçarak yükselen, daha sonra gümüş rengine boyanan ve karanlığı simli bir aydınlığa çeviren mehtaptan kim etkilenmez ki!.. Gökyüzünde gümüşten bir tepsi gibi parıldayan ay, kimilerini korkutmuş, kimilerine kurt adam öykülerini hatırlatmış, kimilerinin aklına kanlı vampirleri getirmiş ama en çok da aşk konulu öykülere ilham kaynağı olmuştur.
Ay, doğuşundan sonraki 14’üncü gününde en muhteşem görüntüsüne kavuşur. Tam bir yuvarlaktır. Doğuş anı muhteşem olur. Dünyanın bir çok yerinde bu an kadehler kaldırılarak kutlanır. Aşıklar 14’üncü gecede birbirlerine en sihirli kelimeleri fısıldar. Kent ışıkları bu şöleninin hakkıyla yaşanmasını engellese de, mehtaplı geceler h l insanlığı heyecanlandırır.
Mehtap alemlerinin en görkemlisinin bir zamanlar Boğaziçi’nde yapıldığını acaba kaç kişi bilir? Aslında bu, bir alemden çok bir tapınmaydı. Kayıklarla mehtap turuna çıkanlar, doğayla müziğin eşsiz uyumuyla oluşan gizemli atmosferde kendilerinden geçerdi. Onun için Ahmet Hamdi Tanpınar mehtabı, bir "ayışığı ibadeti" olarak niteliyordu. Yazara göre mehtap alemi, "zevk tarihimizin en dikkate değer icadı, maşeri bir operaydı."
VENEDİK-İSTANBUL
Abdülhak Şinasi Hisar’ın "Boğaziçi Mehtapları" adlı kitabını okuduğunuzda, mehtap alemlerinin Boğaziçi medeniyetinin kendine özgü icatlarından biri olduğunu görürsünüz. Turgut Cansever bunu şöyle açıklar: "Su üzerinde hayat çok önemlidir Boğaziçi’nde. Venedik’te de gondollarda şarkı söylenir. Ama bir koyda çalınan müziği dinleyenler onu bırakıp başka bir koydaki müziği dinleme imkanına sahip değildir. Çünkü kanallar yollar gibidir. Halbuki Boğaz, büyük bir sofa ve körfezler de onun odaları addedilmiş, böylece bu zengin yaşantı ortaya çıkmıştır."
"Mehtap" demek, dolunayda Boğaziçi’nde dolaşan kayıktaki saz takımı, peşinden onu dinleyerek yapılan gezinti demekti. "Valde Paşa’nın mehtabı" demek, bu eğlenceyi onun düzenlendiğini belirtmekti. "Mehtapçılar" ise gezintiye katılanlardı. Bu müzikli gezinti için "zevk tarihimizin en dikkate değer icadı" tanımlamasını kullanan Ahmet Hamdi Tanpınar, bu eğlencelerin çıkışını "Beş Şehir" adlı kitabında şöyle açıklıyordu: "III. Mustafa devrinde, Büyükdere’de Fransız sefarethanesinde yapılan bir musiki alemini kıskanan semtin Rum ahalisi, hemen o gece saz takımlarıyla sandallara atlayıp sefarethanenin karşısına gelir. Bu rekabet Tanzimat’ın Boğaz’daki mehtap eğlencelerinin başlangıcı sayılabilir..."
EN UYGUN ZAMAN
Mehtap alemleri zannedilmesin ki her mehtapta düzenlenirdi. Bu muhteşem eğlenceler yılda belki iki, üç en fazla dört kere tekrarlanırdı. Bu gece çok titiz hesaplamalarla seçilirdi. Haziran Boğaziçi için henüz erkendi. Yalı sahiplerinin çoğu kışlık evlerinde olurdu. Eylülün 15’inden sonra rutubet çoğalır, yalıdakiler dönüşe geçerdi. Karadeniz’den esen rüzgar denizi çalkalar, insanı ürpertirdi. Boğaz’ın üstü balıkçı kayıklarıyla kaplanırdı. Onun için mehtap alemleri temmuz, ağustos aylarında ve eylülün ilk haftasında düzenlenirdi. Alem için bulutsuz bir gece gerekirdi.
Birden fazla alem düzenlenirse sazların sesi birbirine karışır ve alem bozulabilirdi. Bunun önüne geçme yöntemini Abdullah Şinasi Hisar’dan öğreniyoruz: "Birbirlerinin seslerini bozabilecek iki saz takımının dolaşması, o zamanki Boğaz için bir rezalet sayılabilirdi. Onun için sazı düzenleyen bütün Boğaziçi’ne karşı bir sorumluluk almış olduğunu bilir ve geceyi eğer böyle bir rakibi varsa, daha görkemli bir alem hazırlayabilecek daha zengin ve hatırı sayılır birisine bırakırdı."
Mehtap alemini düzenleyenin işi zordu. Öncelikle saz heyetini bir araya getirmek sorumluluk isteyen bir işti. Çünkü tuttuğu saz heyeti bir önceki alemden aşağı kalmamalıydı. En meşhur hanendenin ve sazendenin bulunması için elindeki tüm olanakları seferber ederdi. Mehtap alemini kimin düzenleyeceği haberi, Boğaz vapurlarında ağızdan ağıza yayılır, bu geceleri bekleyen kiralık kayıkçılar yalılara
haber salardı. Yani çok kısa bir sürede tüm Boğaz, Valde Paşa’nın veya Sait Halim Paşa’nın yahut Suphi Paşazade Sami Bey’in "Mehtabı" olduğunu öğrenirdi.
SAZ TAKIMINA İKRAMO gece mehtaba çıkmak için heyecanlı bir hazırlık başlardı. Hemen her yalının bir çiftesi veya kayığı olurdu. Olmayanlar ise kiralık kayıklara haber gönderirlerdi. Beyler hangi kayıkta kimlerin çıkacaklarını kararlaştırırlardı. Akşamcılar, bir sepet içinde mezelerini ve rakılarını yanlarına almayı asla ihmal etmezlerdi. Ama bu işi gizlice yapmaya özen gösterirlerdi.
Saz takımı için köyün Pazar Kayığı kiralanırdı. Bu kayıkların arkasındaki düz ve uzun bölüme hanendeler ve saz takımı yerleşirdi. Abdullah Şinasi Hisar’a göre, "hanende ve sazendelerin neşelerini artırmak için kayıkta Erdek, Umurca gibi zamanın en iyi rakıları, mastikalar, muhtelif cins taze balıklar, siyah ve sarı havyarlar, Gelibolu sardalyesi, Tirilye zeytini,
balık yumurtası, türlü türlü peynirler, çeşit çeşit salatalar, zamanın en makbul mezeleri, meyveler, bir de karlıklar için buzlu sular bulundurulurdu."
Mehtaba katılan sandallarda ışık olmazdı. Sadece saz takımını taşıyan Pazar kayığında mumlar ve fenerler yanardı. Kayık sazı düzenleyen yalının rıhtımına yanaşır, buradan hanendeleri ve sazendeleri alıp Boğaz’a açılırdı. Mehtap aleminin toplanma yeri Kalender’in önüydü. Çünkü ayın doğuşu en güzel buradan seyredilirdi. Boğaz’ın her köyünden yola çıkan kayıklar, Pazar kayığının etrafında toplandıktan sonra yolculuk başlardı. Pazar kayığının etrafındaki kayık sayısı durmadan artardı. Sazın önemine göre 300’ü bulduğu olurdu. Sandaldakiler, saz sesleri "buğulanmasın" diye nefes almaktan bile çekinirdi. Saz takımının rotası Kalender ile Kuruçeşme arasındaydı. Sonrasında sahili saraylar işgal ettiği için buradaki köyler mehtaba ilgi göstermezlerdi. Kalender’den Sarıyer’e kadar olan sahil ise alafranga sayılırdı.
KAYIKLARIN GÜZERGAHIKafile, şarkılar ve fasıllar eşliğinde kendini yavaşça Yeniköy akıntısına kaptırır, oradan İstinye önlerine gelir ve sonra karşı kıyıya geçerdi. Mehtaba biraz sapa gelen İstinye koyuna girilmezdi nedense. Karşıdaki ilk durak, Boğaziçi’nin en meşhur mehtap meydanı olan Kanlıca Körfezi olurdu. Buraya başka geceler sırf bülbül dinlemek için gelinirdi. Burada hanendeler en gür sesleriyle gazel okurlardı. Eğer sular elverişliyse bir iki de fasıl söylenirdi. Körfez sesleri öylesine güzel yansıtırdı ki, şarkılar neredeyse tüm Boğaz’dan duyulurdu.
Kafilenin, saz sahibinin akrabasının veya yakın bir dostunun yalısı önünde durması, bir iki fasıl söylemesi mehtap gecelerinin göreneklerindendi. Çalınan müzik ve söylenen şarkılar, son durak olan Bebek Koyu’nda yeryüzü alemi olmaktan çıkar, bir ibadete, bir teslimiyete dönüşür, dinleyenler adeta kendi vücutlarından ayrılarak, sazın, mehtabın, Boğaz sularının bir parçası olurlardı.
Zengin-fakir halkın birlikte eğlenmesini sağlayan "Mehtap Alemleri"ni düzenleyen önemli isimlerin başında, Valde Paşa’nın Bebek Sarayı, Rumelihisarı’nda Prens Halim Paşa, Emirgan’da Hidiv İsmail Paşa, Yeniköy’de Sait Halim Paşa, Kanlıca’da ise Suphi Paşazade Sami Bey geliyordu.
MASALIN SONUBu Boğaziçi masalı, II.Abdülhamid zamanında engellenmeye başlandı. O dönemin canlı şahidi olan Şair Leyla Saz Hanım bu hazin sonu şöyle anlatıyordu: "Bir gece bütün sandallar Hidiv İsmail Paşa’nın yalısının önünde toplanmıştı. Bir an Boğaz sandallarla kapanacak sandım. Yalının karanlık pencerelerinin ardından ud, rübab, ve def seslerine Arap hanendelerinin nağmeleri karışıyordu. Ertesi gece bütün sandallar yine aynı yalının önünde birikmişlerdi. Ve yine aynı saz, aynı ses başlamıştı. Fakat çok sürmedi. Sıcak diyarların bizi ağlatan bu baygın sesi birden bire susmuştu. İşte susuş o susuştur. Meğer jurnalciler ’denizde toplanıyorlar’ diye Sultan Hamid’e yazmışlar o da kuşkulanmış, mehtapları yasak etmiş."
O sesler bugüne kadar bir daha hiç duyulmadı. İstanbul renklerini kaybettiği gibi neşeli seslerini de yitirdi. Bir zamanlar İstanbul bir şenlikmiş. Yeniden bu şen sesler mehtapta yine yükselemez mi? Sesler derken, gezi teknelerinden ve kıyıdaki eğlence yerlerinden yükselip tüm boğazı kirleten bangır bangır sesleri kastetmiyorum tabii ki. Benim söylediğim, bir zamanların ahenkli sesleri!
YETKİLİYE ÜÇ ÖNERİFestivaller, şenlikler insanlara yaşama sevinci verir, kent bilincini artırır, kenti sevdirir, ona daha çok sahip çıkmasını sağlar. O festivaller sayesinde kentler dünyada daha çok bilinir olur. Kent yönetimine veya Kültür Bakanlığı’na üç şenlik önerim olacak. Bunların dünyada eşi yok. Hep birlikte gerçekleştirebilirsek, İstanbul’u dünyanın sevgililerinden biri yaparız.
Erguvan İstanbul’un ağacıdır. Nisan sonunda Boğaz’ın iki yakasındaki koruları ve evlerin bahçelerini mor-pembeli çiçekleriyle süslemeye başlar. Baharı müjdeler. Acaba erguvan ağaçları çiçek açmaya başlayınca, bir haftalığına "Erguvan Şenlikleri" düzenlenemez mi? Şenliğin rengi belli, etkinlikleri ise el birliği ile buluruz.
1 Eylül’de, denizlerde av yasağı kalkıp sezon açıldığında "Hoş geldin Balık" festivali düzenlenemez mi? Örneğin Boğaz’ın iki yanında insan zinciri kurulup, denize çiçekler atılamaz mı? O hafta balık-ekmek şölenleri düzenlenemez mi? Balık lokantaları o hafta daha ucuza servis yapamaz mı? Balık konserleri, balık konferansları organize edilemez mi?
Temmuz veya ağustosta bir haftalık "Mehtap Şenlikleri" düzenlenemez mi? Danslı, müzikli, ışıklı, yemeli şenlikler, dünyanın da dikkatini çekmez mi? Belki yeniden canlandırılacak açık hava sinemalarında, mehtap konulu
filmler gösterilmez mi?