Ersin Kalkan
Oluşturulma Tarihi: Nisan 24, 2010 00:00
Selanik’ten 2010 Avrupa Kültür Başkenti olan İstanbul’a hediye olarak bir laterna geliyor. Laternayı eski bir İstanbullu ailenin oğlu olan Panos Ioannidis, kendi elleriyle yapıyor. Adı Dersaadet’le özdeşleşmiş olmasına rağmen kaybolup gitmiş olan laterna, buraya geldiğinde belli başlı meydanlarda ve mekânlarda çalınacak, İstanbul laternasına yeniden kavuşacak. Laternayı yapmak için bir yıldır çalışan Panos, bu ilginç müzik kutusunun silindirine 28 eski İstanbul şarkısından oluşan bir repertuvar çiviledi.
Laternayla birlikte Panos da İstanbul’a gelecek. Gelirken de atölyesinin bir kısmını kentimize getirecek ve İstanbul’un çatı aralarında, bodrumlarında unutulmuş olan laternaları tamir edecek. Bu arada, laterna üzerine dersler verecek. Bu güzel projenin sahibi ise bir müzik yapımcısı olan Nilüfer Saltık. Z Müzik’in patronu olan Saltık, Panos’la buluşmasından, laternanın yapım aşamalarına ve İstanbul’a taşınmasına kadar olan bütün evreyi filme alıyor. DVD’ye aktarılacak olan bu belgesel, kentin çeşitli sinemalarında ve salonlarında gösterilecek. Ayrıca bu laternadaki tüm repertuvar bir CD’ye aktarılarak İstanbullulara armağan edilecek.
Bu hikâye Nilüfer Saltık’ın çocukluğunda seyrettiği siyah-beyaz bir filmle başlıyor. Filmin adını ve kim tarafından yapıldığını hatırlamıyor ama konusu parça parça aklında kalıyor. Söz konusu filmde, annesi çok hasta olan yoksul bir laternacı çocuk var, karların altında güç bela taşıdığı bir laternayı sokak sokak gezdirip annesini kurtarmaya çalışıyor.
Nilüfer Hanım, geçen yıllar içinde bu filmi unutuyor. Ama laterna oradan buradan hep karşısına çıkıyor. “Böyle Buyurdu Zerdüşt”ü okurken Nietzsche’de, Çehov’un bir hikâyesinde... Ece Ayhan’ın dizelerinde geziniyor. Maksim Gorki’nin “İnsanın Yalnızken Davranışları” başlıklı hikâyesindeki şu paragrafa takılıp kalıyor: “İnsanların, yalnızken gülüp ağladıklarına birçok kez tanık olmuşumdur. İçkiyle arası iyi olmayan bir yazar tanırdım, yalnız kaldığı sıralarda, eski bir laterna müziği ezgisini ıslıkla çalarak ağlamayı alışkanlık edinmişti kendisine...”
İki yıl önce yine durup dururken laterna geliyor aklına. Ve işin peşine düşüyor. Laterna hakkında ne kadar yerli ve yabancı kaynak varsa toplayıp okumaya başlıyor. Bu müzik aletinin İstanbul’da bir döneme damgasını vuran çarpıcı bir hikâyesi olduğu öğreniyor. Fakat bu vefasız şehirde tek bir laterna bile bulamıyor. Kalan Müzik’in sahibi olan eşi Hasan Saltık’a durumu anlatıyor. O da arıyor ama nafile. Bir gün, genç müzisyen Stelyo Berber’le konuşurken söz dönüp dolaşıp laternaya geliyor. Stelyo, Selanik’te yaşayan İstanbullu bir Rum’un, dünyada laterna imal etmeyi sürdüren tek adam olduğunu söylüyor. Ertesi gün erkenden yola çıkıyor ve Selanik’e varıp kısa bir araştırmadan sonra büyük usta Panos Ioannidis’i buluyorlar. İstanbul’dan geldiklerini söyleyince Panos ağlamaya başlıyor. Ve onlara ailesinin hikâyesini anlatıyor.
KURTULUŞ’TA BAŞLAYAN HİKÂYEBabasının babası Stelyo Ioannidis, Tatavla yani Kurtuluş ile Taksim arasında çalışan ilk elektrikli tramvayın vatmanıymış. Büyükannesi Maria Kominate ise Kurtuluş çıkışında otururmuş. Tramvay gidip gelirken görmüş onu dedesi ve âşık olmuş. Kapılarının önüne yaklaşınca tramvayın zillerini çalarmış. Büyükanne de anında camın önüne çıkar, köşeyi dönene kadar bakarmış dedesine. Bir müddet sonra Bomonti’deki bira bahçelerinde gizli gizli buluşmaya başlamışlar. Çünkü Maria Kominate, ünlü Bizans imparatorluk sülalesi olan Komnenoslar’dan geliyormuş. Soylu ve zengin bir ailenin kızı olan Matmazel Maria, Zapyon Kız Lisesi’nin ilk mezunlarından biriymiş aynı zamanda. Tıpkı eski zaman filmlerinde olduğu gibi ailesi onun kendi statüsüne uygun bir eş bulmasını istermiş. Yoksul bir vatman olan Yorgo Bey, aday listesinde bile yer alamayacak kadar silik görünüyormuş aileye. Sosyalist olması da cabası...
Stelyo Ioannidis’in ailesi, istemeye gitmiş Maria’yı ama şöyle birkaç dakika oturup kahve içtikten sonra elleri boş geri dönmüşler. Ondan sonra Maria kimselerle evlenmemiş. Stelyo da azmedip yüksekokula gitmiş ve öğretmen olmuş. Maria’nın ailesi bakmış ki kızları evde kalacak, sonunda razı olmuş bu evliliğe.
1920’lerin başında meydana gelen trajik mübadele döneminde Türkiye’yi terk edip gitmişler. Panos’un dedesi, “Burası benim memleketim, gidersek anılarımız kimsesiz kalır” diyerek direnmiş. Fakat 1950’lerde Türkiye’de azgınlaşan milliyetçilik dalgası onları da yutmaya başlayınca gözyaşları içinde çekip gitmişler Selanik’e... Stelyo Ioannidis’in çilesi burada da sürmüş. Solcu bir öğretmen olduğu için Selanik’e 36 saat uzaklıkta, Bulgar sınırında bir köye sürgün edilmiş. Yıllar böyle akıp gitmiş. Ölmeden önce çocuklarına ve torunlarına her ne olursa olsun İstanbul’u sevmelerini vasiyet etmiş...
Panos’un babası oğlunun müzik işiyle uğraşmasını istemiyormuş. Bu yüzden hep engel olmaya çalışmış. Fakat Panos bir fırsatını bulup kapağı İngiltere’ye atmış. Orada hem piyano eğitimi almış hem de bu müzik aletinin imalatında çalışmış. Okulu bitirdiğinde işin sırrını çözmüş. Selanik’e dönüp küçük bir atölye açmış. Önceleri akort ve tamir işleri yapıyormuş ama işi büyütüp imalat işine girişmiş. Piyano ile uğraşırken bir gün birisi elinde kıymetli bir laternayla çıkagelmiş. Aletin akortlarının bozuk olduğu söyleyerek yardım istemiş. Panos, laternadan hiç anlamadığını söyleyerek geri çevirmiş bu isteği. Adam, “Sen koskoca piyano imalatçısısın, bu senin için çocuk oyuncağı sayılır” deyince durup düşünmüş. “Bırak şuraya bakarız” demiş ve bu konuda araştırma yapmaya başlayınca öyle pek çocuk oyuncağı olmadığını anlamış. Silindir üstündeki çivi sayılarını ve yerlerini tutturmak, kasnaklarını, keçelerini, tel düzeneğini ayar etmek çok zormuş. Ama bir yıllık uğraş sonunda laternayı mükemmel bir şekilde tamir edip sahibine teslim etmiş. Sonra da ufak ufak bu işin imalatına da geçmiş.
İSTANBUL LETARNASI ÖZEL YAPILDIPanos, bu hikâyeyi anlattıktan sonra Nilüfer Saltık’a dönüp “Derdiniz nedir, niye geldiniz buraya” diye sormuş. “İstanbul için bir laterna kiralamaya geldik” diye yanıt vermiş Saltık. Panos, kendisinde kiralık laterna bulunmadığını, ayrıca İstanbul gibi bir şehre ayrı bir repertuvar işlemek yani yeni bir laterna imal etmek gerektiğini söylemiş. Ardından da atölyesinin sıkışık olduğunu söyleyerek bu işten sıyrılmaya çalışmış. Bu sözlerden sonra Nilüfer de oturup kendi hikâyesini, bu laternayı neden istediğini anlatmış Panos’a. Büyük usta “Tamam İstanbul için bir laterna yapacağım, siz bana hangi şarkıları istediğinizi söyleyin ama ben de kendi şarkılarımı koyacağım” demiş. Gözyaşları içinde sarılıp ayrılmışlar.
Nilüfer Saltık geçen hafta arayıp, “Panos, laternayı bitirmek üzere, hadi sen de gel birlikte Selanik’e gidelim” dedi. Bir arabaya doluşup yola çıktık.
Kentin yaklaşık 40 kilometre uzağında yemyeşil bir köyde yaşıyor Panos. Müzik hocası ve piyanist olan eşi Nikoleta ile kendilerine taştan bir ev yapmışlar. Bitişiğine, evin üç katı büyüklüğünde bir atölye oturtmuşlar. Atölyeye geçtik. Panos siyah örtüyü indirince ışıl ışıl parlayan bu sanat eseri ortaya çıktı. Laternanın balkonunun üstünde bir eski zaman resmi vardı. Bize dönüp “Bakın bakalım bu resim kime benziyor” diye sordu. Resimdeki kız Nilüfer’den başkası değildi. Elini manivelaya uzatıp çevirmeye başlayınca eski bir Rumca İstanbul şarkısı doldurdu atölyeyi. Önce Panos ağlamaya başladı, ardından Nilüfer.
Laterna yakında İstanbul’a doğru yola çıkıyor. Mayısın son günleri de kentin çeşitli meydanlarında arzı endam edecek. Nilüfer Saltık’a, İstanbul 2010 Ajansı’nın da desteğiyle yürütülen bu projeden muradının ne olduğunu sorduk:
“Proje üç aşamalı. İlk aşamada Panos’un ve laterna ile İstanbul’un merkezde yer aldığı bir belgesel gösterilecek. İkinci aşamada İstanbul’a gelecek olan laterna, iki ay boyunca kentin kamusal alanlarında İstanbullulara tanıtılıp çalınacak. Bu sırada çalgıcılardan ve dansçılardan oluşan sekiz kişilik bir ekip gösteri yapacak.
Bu ekip 19. yüzyıl sonlarında İstanbul giysileriyle meydanda yerini alacak. Bu sırada Panos da laternayı çalacak olan yedi kişilik grubu eğitecek. Laternanın İstanbul’daki iki aylık serüveni de çekilip belgesele yerleştirilecek. Ayrıca Panos’un hazırladığı repertuvar CD’lere aktarılarak 2010 boyunca belgeselle birlikte İstanbullulara sunulacak.”
Bu laternaya iki toplumun şarkıları birden konulduPanos Ioannidis, Selanik’in dışında bir taş evde yaşıyor, yanı başındaki atölyesinde belki de son laternaları üretiyor. İstanbul laternası da bu atölyeden çıktı. Bu ilginç müzik kutusunun üstüne, bir hayalin peşinde koşan Nilüfer Saltık’ın resmi işlendi, silindirine ise 28 eski İstanbul şarkısından oluşan bir repertuvar çivilendi. Repertuvarın bir bölümünü Nilüfer Hanım, kalanını ise Panos Usta belirledi.