İsmi Nur. Sabaha karşı beşte evi silahlı milisler tarafından basıldığı için Somali’yi terk etmek zorunda kaldı.
İsmi Maza. Komutanının tecavüzüne uğradı, kaçtı.
İsmi Muhammed. Ya ordu için çalışacaktı ya ölecekti. Hayatta kalmak için Sudan’dan ayrıldı.
İ
smi Almaz. Yehova Şahidi olduğu için Eritre’de yaşayamadı.
Onlar dünyada sayıları 13 milyona yaklaşan mültecilerden sadece dördü. Ama hikayeleri geride kalanlardan farklı değil. Doğup büyüdükleri, aşık olup evlendikleri ülkelerini zulüm, taciz, tecavüz, savaş veya doğal afet nedeniyle terk ettiler. Avrupa’ya gitmek isterken kendilerini Türkiye’de buldular. Türkiye’ye geldiklerinde bırakın Türkçe konuşmayı Latin Alfabesi’ni bile tanımıyorlardı. Bir kısmının uğradıkları insan hakları ihlalleri nedeniyle ağır psikolojik sorunları vardı. Geçmişleri, geldikleri ülkeler gibi çok çeşitliydi. Onlarla Helsinki Yurttaşlar Derneği Mültecilere Hukuki Destek Bürosu sayesinde tanıştım. Batı’dan gelmedikleri için Türkiye’nin mülteci statüsü vermediği on binlerce sığınmacıya, bu statüyü kazanmaları için yasal destek veren büro bir yıldır açık. Yaklaşık 500 mülteci için Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne başvuru yapmışlar. 20’si kabul edilmiş. Almaz, Nur, Muhammed ve Maza bu yirmi kişinin içinde. Mülteci statüsü kazandıkları için çok yakında kabul edildikleri ülkelere gidecekler. Gitmeden önce bize hikayelerini anlattılar.
MÜLTECİ KİM?
Irkı, dini, milliyeti, siyasal düşüncesi veya belirli bir sosyal gruba mensubiyeti nedeniyle haklı bir zulüm korkusu ile ülkesini terk etmek zorunda kalan kişi.
NUR (20)
Geldiği şehrin İstanbul olduğunu yolda rastladığı Afrikalıdan öğrendi
Çok uzun, çok zayıf... Somalili. İngilizce bilmiyor. Tercümanıyla birlikte karşıma oturuyor, hiç konuşmuyor. Soru soruyorum, cevap vermiyor. Yalnızca bakıyor. Bana hiç güvenmediğini gözleriyle anlatıyor. Bir süre sonra aynı şeyi sözleriyle dile getiriyor:"Konuşabilmemiz için önce sen benim sorularımı cevaplamalısın" diyor. Peki, diyorum. Soruyor, cevaplıyorum. Sonra o anlatmaya başlıyor:
"Ailem vardı benim. Annem, babam, kız kardeşim. Evimiz vardı, aynı çatı altında uyurduk. 2003 sonbaharıydı. Sabaha karşı beşte evimiz silahlı milisler tarafından basıldı. Bana, anneme ve kız kardeşime işkence yaptılar. Yaralıydım ama ellerinden kaçmayı başardım. Şuursuz bir şekilde saatlerce koştum. Ayağım takıldı ve derin bir çukura düştüm. 48 saat yarı baygın, çukurda kaldım. Beni bulanlar öldüğümü zannetmişler. Eve dönemezdim. Milisler bu kez beni kesin öldürürlerdi. Kaçmak zorundaydım."
Nur’un ve ailesinin hedef ilan edilmesinin bir tek sebebi var: Azınlık kabilesine mensup. Türkiye’ye deniz yoluyla geldi. Geldiği ülkenin Türkiye olduğunu bilmiyordu. Daha doğrusu Türkiye diye bir ülkenin varlığından bile haberi yoktu. Yalnız değildi. Benzer nedenlerle ülkelerinden kaçan 10 kişiydiler. Nerede olduklarını anlamak için sokaklarda yürümeye başladılar. Çok değil bir iki saat sonra karşılaştıkları bir Afrikalı onları aydınlattı: "Burası Türkiye, İstanbul. Aksaray’daki McDonald’s’a gidin. Orada bizim gibi çok insan var."
McDonald’s’da tanıştığı birkaç Somalili sayesinde kalacak yer buldu. 25 kişiyle aynı odayı paylaşıyor, iki günde bir
yemek yiyor, ayda bir kez yıkanabiliyordu. Fiziksel ve psikolojik problemleri vardı. Yaşadıkları aklından gitmiyordu. Birer saatlik kısa uykularından kabus görerek kan ter içinde uyanıyordu. Sık sık ölmeyi düşünüyordu.
Helsinki Yurttaşlar Derneği Mültecilere Hukuki Destek Bürosu sayesinde 9 Aralık 2005’de mülteci olma statüsünü elde etti. Şimdi Amerika’ya gitmek için gün sayıyor. Bir fabrikada çalışıyor ama para kazanamıyor, bu işe muhtaç olduğumu bildikleri için beni sömürüyorlar, diyor.
ALMAZ (42)
Yehova Şahidi olduğum için öldüreceklerdi
Kan almak yerine ölmeyi tercih eden, doğum günlerini kutlamayı reddeden, dünyanın yok oluşu için belli tarihler koyan ve yeryüzünde yeni bir cennetin kurulacağına inanan bir dinin mensubu. "Ben Yehova Şahidiyim. Bu yüzden doğup büyüdüğüm, evlenip çocuk doğurduğum yerden, Eritre’den kaçtım."
Dini yüzünden birçok kere hapse atıldı. İnancından vazgeçmesi için işkenceye uğradı. Kızı da kendi gibi Yehova Şahidi’ydi. O da hapisteydi. Önce kızı kaçtı. Hem cezaevinden hem de Eritre’den... Seçeneği kalmamıştı. Kızının yaptığını yapacak, Eritre’yi terk edecekti. Böylece hayatta değer verdiği iki şeye birden kavuşacaktı. Kızına ve özgürlüğüne...
İlk durak Sudan’dı. Oradan Libya’ya geçti. Libya’dan yola çıktığında İtalya’ya gittiğini zannediyordu. İnsan kaçakçıları hakkında çok şey duymuştu. Tetikteydi. İstanbul’da limana vardığında hálá parayı ödememişti. Çevredeki insanların konuştuğu lisanı çözmeye çalışıyordu. Nece konuşulduğunu anlamadı ama bu dilin İtalyanca olmadığı apaçık ortadaydı. Kaçakçılarla kavga etmeye başladı. "Burası İtalya değil. Beni kandırdınız. Size paranızı veremeyeceğim" dedi. Dediğini yapamadı. Hem parasını aldılar hem de iki gözü morarıncaya kadar dövdüler.
O gece hangi ülkede olduğunu bilmeden, ıssız bir parkta, kirli bir bankta uyudu. Ertesi gün uzun zamandır olmayan bir şey oldu. Gülümsedi. Çünkü karşısına Eritreli bir adam çıktı. Birlikte Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin Tünel’deki bürosuna gittiler. Kayıt oldu. Dosyası hazırlandı. 30 Nisan 2005’te BM’ye başvurdu, Eylül 2005’te mültecilik statüsünü kazandı. Bir iki haftaya kalmaz Kanada’ya kızının yanına gidiyor.
MUHAMMED HARUN YAKUP (46)
Türkiye’ye Avrupa’ya kaçabilmek için gelmişti
Sudanlı. Türkiye’ye ilk kez 1988’de geldi. O zaman yalnızca turistti. Güzel günlerdi. Yedi, içti, gezdi, eğlendi ve vatanına döndü. Bir ilaç fabrikasında tekniker olarak çalışıyordu. Ülkesindeki iç savaş bir türlü bitmek bilmiyordu. 2002’de durum hepten kötüleşti. Afrikalı kabilelerin tacizi ve şiddeti yüzünden çok kan döküldü. Askerler Muhammed’den işini bırakmasını orduya ait bir fabrikada çalışmasını istediler. Kabul etmek istemedi. Kabul etmek demek, savaşa destek vermek demekti. Ama orduya "hayır" cevabı vermek de ölüm fermanını imzalamakla aynı şeydi. Kaçmaya karar verdi. Evli değildi. Geride anne, baba ve erkek kardeşini bıraktı.
Denizci bir arkadaşının yardımıyla 2003’te Türkiye’ye ikinci kez geldi. Türkiye’ye geldi, çünkü bu ülkeyi tanıyordu. Ve daha da önemlisi bu ülkeden yasadışı yollarla Avrupa’ya geçilebileceğini duymuştu. Üç kere denedi. İki kere Bulgaristan’a, bir kere Yunanistan’a... Elektrikli telleri, mayınlı arazileri düşünmedi bile. Gecenin zifiri karanlığında saatlerce koştu. İlkinde Bulgar polisi, ikincisinde Yunanistan polisi, üçüncüsünde de Türk polisi tarafından yakalandı. Ve sonunda bu sevdadan vazgeçti. Kanunlara uygun hareket etmeye karar verdi.
Helsinki Yurttaşlar Derneği’nden yardım aldı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne başvurdu. Kararın çıkmasını beklerken, dernek için Arapça-İngilizce tercümanlık yaptı. Bir yandan para kazandı, bir yandan aynı dili konuştuğu ve aynı kaderi paylaştığı insanlara yardım elini uzattı. 2005’in sonlarına doğru karar çıktı. Artık yasal bir mülteciydi. Kanada, Harun Yakup’u kabul etti. Çok yakında yeni ülkesine gidecek. Peki mutlu mu? "Fikirlerime ihanet etmediğim için mutluyum. Ama ailemi çok özlüyorum."
MAZA (24)
Karayı görüp görmediğini sordular görüyorum, deyince suya ittiler
Babası Eritreli annesi Etiyopyalı. Etiyopya’da doğdu, Eritre’de büyüdü. Eritreli her genç kız gibi 18 yaşındayken 2000 yılında askere alındı. 2002’ye kadar üniformayı üzerinden çıkarmadı, tüfeğini elinden hiç düşürmedi. Liderim dediği komutanı tarafından tecavüze uğradığı zaman bile silahı elindeydi. Bir ara üzerindeki hayvanı öldürmeyi düşündü. Ama yapamadı. Eğer öldürseydi iki saniye sonra öldürülürdü.
Askerlik bittiğinde Eritre’ye döndü. Erkek kardeşini buldu. O da askerliğini bitirmiş, çatışmada tek bacağını yitirmişti. İki yıl boyunca birlikte yaşam mücadelesi verdiler. 2004’te ordu Maza’yı tekrar askere çağırdı. Olacak iş değildi! Daha fazla leş ve kan koklamak istemiyordu. Hálá uykuları tecavüz kabuslarıyla bölünüyordu.
Kaçtı. 2004 Aralık’ta Eritre’den Sudan’a geçti. Sudan’da bir grup insan kaçakçısı ile anlaştı. Bütün parasını İtalya’ya gitmek için onlara verdi. Bindiği gemiye gemi demek için bin şahit gerekirdi. Sallanıyor, tuvalet kokuyor, su alıyor, bir türlü yol alamıyordu. Yıl kadar uzun gelen birkaç günden sonra beş kişiyle birlikte güverteye çıktı. Daha doğrusu çıkarıldı. Uzaktaki kara parçasını görüp görmediğini sordular. "Görüyorum" deyince gemiden suya ittiler.
Ölmekten beter bir halde çıktığı kara parçasının Kuşadası olduğundan haberi yoktu. Hemen arkasından denize itilen diğerleri de yüzerek kurtulmayı başarmıştı. Adaya ayak basar basmaz tutuklandı, sorgulandı. Arkadaşlarıyla birlikte otobüse bindirilip İstanbul’a gönderildi.
Helsinki Yurtdaşlar Derneği’nin Mülteci Destek Programı’ndan kısa sürede haberdar oldu. Mayıs 2005’te Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne başvurdu. Ekim 2005’te mülteci statüsünü kazandı. Bir iki aya kadar Kanada’ya gidecek: "Hapiste gibiyim. Ayda 145 YTL ile geçinmeye çalışıyorum. Bir an önce yeni bir hayata başlamak istiyorum."
MÜLTECİLERE HUKUKİ DESTEK BÜROSUYaklaşık bir yıl önce, İstanbul Tünel’de bir ofis olarak açıldı. Amaçları, çeşitli sebeplerden ülkelerini terk etmek zorunda kalan kişilere Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nden mülteci statüsü kazandırmak. Böylece istedikleri bir ülkeye mülteci olarak gidebilmelerini sağlamak. Arada geçen süre için de, iş bulma, kalacak yer ayarlama ve psikolojik destek gibi konularda bu kişilere mümkün olduğu kadar yardım etmek. Avukat, psikolog, gazeteci gibi pek çok meslekten insan büroda gönüllü olarak çalışıyor. Temel ekip, Rachel Levitan, Andrew Gardner, Amy Slotek’ten oluşuyor. Amy Kanadalı. Bir Türk’le evlendiği için İstanbul’a yerleşti. Rachel, Amerikalı. Eşi bir gazetenin İstanbul temsilcisi olduğu için buraya geldi. Andrew ise İngiliz. İstanbul’a yerleşme nedeni Türkçe öğrenmekti. Ortak özellikleri, Türkiye’ye gelmeden önce insan hakları ve mülteciler için çalışmış olmaları. İstanbul’da da kiliseler tarafından idare edilen göçmen yardım organizasyonlarına gönüllü yazıldılar. Orada tanıştılar. Derken devreye Helsinki Yurttaşlar Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Murat Çelikkan girdi. Birleştiler ve bu büroyu kurdular.
Sadece Batı’dan gelene kapılar açıkTürkiye, Cenevre Sözleşmesi’ni imzalarken coğrafi çekince koymuş. Ancak Avrupa ülkelerinden birinden zulümden kaçan insanları mülteci olarak kabul ediyor. Doğudan gelenleri değil. Ancak AB’ye uyum gereği 2012’ye kadar bunu değiştirmesi gerekiyor. Ancak Türkiye, eski Yugoslavya, Çeçenistan, Irak, İran, Sudan, Somali, Etiyopya, Eritre ve daha birçok Afrika ve Asya ülkesinden mülteci akınına uğruyor. Büyük çoğunluğu kayıtdışı olduğundan, mültecilere ilişkin kesin ve güvenilir rakamlar yok. Ancak sayılarının yaklaşık 7 bin olduğu tahmin ediliyor. Bu insanların büyük bölümü Türkiye’yi Avrupa’ya geçiş için transit ülke olarak kullanmayı tercih ediyor. Bu durumda Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne ya bireysel avukatları ya da İnsan Hakları Derneği, Uluslarası Af Örgütü, Helsinki Yurttaşlar Derneği gibi sivil toplum örgütlerinin yardımıyla başvuruda bulunuyorlar.