Ricks gerçekten
ezan dinlemeye bayılıyor. Daha doğrusu o, sofradaki beyaz peynirden, sokaktaki boyacı çocuğa kadar Türkiye’deki her şeye hayran. Amerika’daki evini satıp, yerleşmek üzere geçen ay eşiyle beraber İstanbul’a gelmiş. Cahit Berkay’la 14. Efes Pilsen Blues Festivali’nde konserler vermek üzere hazırlık yapıyor. Hem blues yapacaklar hem de ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ı söyleyecekler. İkiliyle blues, konser ve Ricks’in Türkiye aşkını konuştuk.
Son House, Sleepy John Estes, Skip James ve Furry Lewis gibi bir çok büyük blues ustasıyla çalıştınız. Cahit Berkay’la çalmak nasıl bir şey?
-Jerry Ricks: Tam anlamıyla muhteşem. Çünkü saz, cura gibi perde yapıları çok farklı enstrümanlarla çalışıyoruz. Tonlar farklı. Benim kulağım trompet, gitar, saksofon gibi enstrümanların sesine alışmış. Türk çalgılarının belirgin bir vurmalı özelliği var. Bu nedenle Cahit’le çalışmak keşif gibi heyecan verici.
Peki iyi anlaşıyor musunuz?
-J.R: Sanki birbirimizi yıllardır tanıyormuşuz gibi. Müzisyenlerin eğer kalpleri aynı atıyorsa, dünyanın neresinden olurlarsa olsunlar kafaları mutlaka anlaşıyordur. İlk karştığımızda 3-5 saniye birbirimize şöyle bir baktık, her şey bir anda yerine oturdu.
BİRBİRİMİZİ TANIMADAN CD’LERİMİZİ DİNLEDİK Nerede karşılaştınız ilk?
-J.R: Her şeyi Pozitif (Tanıtım) organize etti. Bize birbirimizin CD’lerini vermişlerdi. Bir araya geldiğimizde aynı dünya görüşüne sahip olduğumuzu anladım. Zaten ancak böyle iyi müzik yapılır. Cahit iyi bir müzisyen, ben öyleyim ama aramızda elektrik yoksa müzik olmaz.
-Cahit Berkay: Robot değiliz. Bu işler ruh, gönül işi. Jerry ile insanlık anlayışlarımız çok örtüşüyor. O nedenle de müzik çok samimi oluyor. Öbür türlü robot... Atarsın insanın önüne notaları; abi sen bunu çalcan, ben de bunu çalcam dersin, takır tukur çalınır. Bir şeye benzemez.
Nasıl gidiyor provalar?
-J.R: 3 haftadır prova yapıyoruz. İlk gün iyi gitti ama şimdi mükemmel. Çünkü şimdi sadece kalplerimiz değil, düşüncelerimiz de uyum içinde. Provalarda repertuvarın ötesine geçiyoruz, duygularımız çılgınca havada uçuşuyor.
- C.B: 2 saat prova yapıyoruz, 5 saat de konuşuyoruz. Ve Jerry benim için Amerikalı filan değil. Tipik bir dünya insanı. Amerikalıların aksine dünyayla ilgili, meraklı. Çok geziyor. Birçok toplumu, ülkeyi biliyor.
Festivaldeki konserleriniz nasıl olacak? Ne planlıyorsunuz?
-C.B: Gitar, bas, davul ve bakır üflemeli çalgıların yanı sıra blues’a bağlama, cura ve yaylı tambur katıp yeni bir ruh getireceğiz. Aslında halk müziğimizin gamları tamamen kendine özgü. Yine de Karacaoğlan’lardan, Pir Sultan’lardan gelen türkülerimizin ve blues’un doğası çok örtüşüyor. Enstrümanları uyuşturmak tamamen teknik bir sorundu, onu da aştık.
Jerry Ricks için farklı olduğu kadar sizin için de farklı bir deneyim ama bu birliktelik...
-C.B:
Bağlamayı zaten Arif Sağ gibi bir üstattan farklı çalıyorum. Kendimce yarı gitar, yarı bağlama tarzı geliştirdim, akorlar basabiliyorum. Yıllardır blues dinliyorum. Dolayısıyla kulaklarım dolu. Ama bağlamayla, tamburla ilk kez blues yapıyorum. Bağlamayı elinize aldığınızda sizi mutlaka türkü formatına götürür. Üç haftalık provada bu sorunu aşıp, blues’a yöneldik. Oluyormuş. Hatta çok hoş oluyormuş.
Blues müziğinin hissi nasıldır, nasıl tarif edersiniz?
-J.B: Zenci Amerikan müziği ile iş şarkılarının karışımıdır. 1800’lerin sonunda pamuk tarlalarında çalışanların söylediği şarkılarla başladı. Enstrümanları yoktu. Sadece bir telleri vardı. Onu duvara gerip, şişe kapağıyla çalarlardı. Batı tarzında olmayan melodilere sahipti o müzikler. Batı sistemindeki gibi do, re, mi, fa, sol yoktu.
BLUES’U İLK KUŞAKTAN ÖĞRENDİM Blues niye çok satmıyor?
-J.B: Hiçbir zaman çok satmadı. Belki ilk çıktığı dönemde, 1920’lerde popülerdi. Ondan sonra Büyük Buhran başladı. Sonra 2. Dünya Savaşı. Ve müzik yeraltına indi. Elektronik enstrümanlar icat edildi. Orijinal blues müziğinde asla elektronik enstrüman kullanılmaz. Bu arada iyi müziklerin çoğu iyi satmaz. Ama blues’un çok ciddi fanatikleri vardır, Finlandiya’dan Japonya’ya kadar. Ama aynı anda aynı yere toplamak çok zordur o insanları. Festivaller sayesinde biraz bu sorun aşılıyor.
-C.B: Türkiye’de de bir sürü Blues hastası var. Şaşarsınız bildikleri detaylara. Kim kimle kaç yılında hangi konserde beraber çalmış söylerler. Ama tabii bir de özenti kesim var. O kesimle gerçek bluesseverleri ayırt etmek gerekiyor. Biz eskiden onlara aysel derdik, şimdi tiki diyorlar. Özentilere, moda neyse anlamadan yapanlara derdik.
Blues müzisyenlerinin neden hep takma isimleri vardır ve bu isimlerle bilinirler?
-J.R: O Mississippi John Jurt, çünkü oralı. Ben Philadelphia Jerry çünkü oralıyım. Sleepy John Hurt’e gelince onun gözleri görmüyordu, o yüzden ona Sleepy (uykulu) dediler. Afrika kültüründe vardır bu, başka kimseyle karıştırılmasın diye herkese böyle ikinci bir isim takarlar.
-C.B: Bu gelenek bizde olsa bana da Ispartalı Cahit derlerdi işte (gülüyor).
Size Blues’un yaşayan efsanesi diyorlar, siz ne diyorsunuz?
-J.R: Pazarlamacılar size bir sürü isim bulabilir (gülüyor). Blues’u efsanelerden öğrendim. Küçükken trompet çalardım. Teyzeme gitar çalmak istediğimi söyledim. Çünkü o bütün efsanevi blues’cuları tanıyordu. 1955 yılıydı, onların çaldığı yere gittim. İlk başlarda beni hep getir götür işlerinde kullandılar. Sonra sana hiçbir zaman nasıl çalındığını göstermeyeceğiz, sadece nasıl çalındığını anlatacağız dediler. Blues’u eski yöntemlerle, ilk kuşaktan öğrendim. Sadece üçü hayatta ve 90’lı yaşlardalar. Bir kez tüm eski blues’cularla bir festivalde konser vermiştik, onların isteğiyle grubu ben yönetmiştim. Konserin bir yerinde ‘Jerry biz çok yorulduk, sen biraz seyirciyle sohbet et, onları oyala’ dediler. Ben de konuşmaya başladım. Üçüncü cümleden sonra ‘Offf kapa çeneni, çok gevezesin’ dediler. O zaman rahatladım ve şahane bir konser olacağını anladım.
JERRY RICKS:
Sadece kalplerimiz değil, düşüncelerimiz de uyum içinde. Provalarda repertuvarın ötesine geçiyoruz, duygularımız çılgınca havada uçuşuyor.
CAHİT BERKAY:
Bu işler ruh, gönül işi. Jerry ile insanlık anlayışlarımız çok örtüşüyor. O nedenle de müzik çok samimi oluyor.
Blues müziğinin yaşayan en büyüklerinden olan Jerry Ricks, Amerika’daki evini satıp İstanbul’a yerleşti Burayı çok sevmişsiniz. Tası tarağı toplayıp buraya yerleşmeye karar vermişsiniz. Doğru mu?
-J.R
: Doğru, nedenini de tam bilmiyorum. Geçen yılki festival için buraya geldiğimde bir şey oldu. Uçaktan indiğimde bir enerji ruhumu kapladı. Türkiye turnesi yaptık ve her gittiğim yerde sanki burayla ilgili bir şey sistemime girdi. İnsanlar, kokular, mekanlar... Beni hipnotize etti. Ama sonra turne bitti ve Amerika’ya geri döndük. Fakat eşim de ben de bir türlü Türkiye’yi aklımızdan çıkaramıyorduk. Gidip Türkiye’yle ilgili kitaplar aldık. Türk dükkanlarından zeytinyağı ve beyaz peynir almaya başladık. Ne zaman, nasıl tekrar Türkiye’ye gidebileceğimizi düşünmeye başladık. Sonra Pozitif bize bu festival için teklif yaptı. Ama büyük ihtimalle bizim orada ağladığımızı fark ettikleri için çağırdılar (gülüyor). Özellikle eşim Nancy her gün acıklı mail’ler atıyordu Pozitif’e.
Şimdi burada mı yaşayacaksınız?
J.R: Evet. Oradaki evimizi ve her şeyimizi sattık. Şimdilik Pera Palas’ta kalıyoruz ama ev arıyoruz. Otel ekibiyle küçük bir aile olduk. Siz içinde yaşadığınız için anlamıyorsunuz ama çok sıcakkanlı insanlarla çevrili burası. Sayelerinde, kendimizi evimizde hissediyoruz. Bu bizim aldığımız büyük bir karar gibi görünebilir ama bazen bir his o kadar güçlüdür ki ona karşı koyamazsınız. Buraya taşınmaktan başka bir şansımız yoktu anlayacağınız.
KONSERLERAnkara, 19-20 Kasım 2004 19.30 HiltonSa
İstanbul, 3-4 Aralık 2004 19.30 Lütfi Kırdar-Rumeli Salonu
İzmir, 10-11 Aralık 2004 19.30 Hilton
Eskişehir, 14 Aralık 2004 19.30 Doors Park