Ä°SMÄ°YLE MÜSEMMA BÄ°R DÜNYA VATANDAÅžIYDI: BARIÅž "Simsiyah

Güncelleme Tarihi:

Ä°SMÄ°YLE MÃœSEMMA BÄ°R DÃœNYA VATANDAÅžIYDI: BARIÅž Simsiyah
OluÅŸturulma Tarihi: Åžubat 02, 2001 00:00

Ä°SMÄ°YLE MÃœSEMMA BÄ°R DÃœNYA VATANDAÅžIYDI: BARIÅž "Simsiyah bir gecenin koynundayım... Yapayalnız..." (DÖNENCE'den...) Küçüksu, 3 Åžubat 1999 Simsiyah... Sâdece gecemiz deÄŸil, gündüzümüz de karardı. Üç gündür aralıksız aÄŸlıyorum. Mahallemizdeki tuhafiyeci Mustafa Bey, Barış için, "Onun ardından aÄŸlamayan var mı?" dedi. DoÄŸru, yok... Ama, yapayalnız olduÄŸu doÄŸru deÄŸil. Asla... Åžu 3 Åžubat gününde yaÅŸanan sevgi seli, herhalde, Atatürk, Zeki Müren ve UÄŸur Mumcu hariç, hiç kimseye nasip olmamıştır. Barış yalnız deÄŸildi. Zorlayan hiçbir ÅŸey yoktu. Allah'tan, devlet katından birileri de yoktu., Kanlıca'daki mezarlıkta. Aman, eksik olsunlar!... Her ÅŸey daha temiz oluyor; "show'suz... Ama, halk vardı, gönülleri dopdolu... Insanlar akın akın geldiler, sel dinmedi bir türlü. Akın akın geldiler, birbirini ezdiler. Özlenecek, hasret duymaya deÄŸer, nâdir yaratılmış bir insana yakın olabilmek, mezarını görebilmek, kabrine, toprağına el sürebilmek için birbirini çiÄŸnediler. Ben de... Türk insanı, Barış'ın sâyesinde, onun aziz hatırâsında bütünleÅŸti. Her ÅŸeyi unutttuk. O güzel, evrensel insanı bir daha sevdik, andık, aÄŸladık. Onda, kendimizden bir parça bulduk. Hem de ne kıymetli anılar, enstanteneler... Hem böylesine Türk, Anadolu'nun sesi, onun baÄŸrından kopmuÅŸ; hem de daima sevdayla tutkun olduÄŸum lisanımıza böylesine vakıf, yürekten vururcasına dillendiren, hepimizi bir diyardan alıp öbürüne götüren bir baÅŸkası gelecek mi? O, gitti... Gün geçtikçe ruhen yoksullaşıyoruz. Onun deyiÅŸiyle, "LeyleÄŸin ömrü lak lak. DeÄŸerler oldu tepetaklak..." Benim ömrümün nâcizâne bir sayfası da kapandı, gitti onunla birlikte. GençliÄŸimi, üniversite yıllarımı gömdüm az önce... "DAÄžLAR, DAÄžLAR..Kurban olam, yol ver geçem...SevdiÄŸimi son bir olsun, yakından görem."Bizim nesil, Barış'ın ÅŸarkıları ile adam olduk, sahiden. Onunla birÅŸeyler öğrendiÄŸimizin belki de, farkında bile deÄŸildik. Daha çok duygu seline kapıldık, savrulduk belki... Ama, o coÅŸku ne güzeldi' Bana mısın demedik, sevdik. Zira, daima sevgi aşılıyordu. YüreÄŸimizin derinliklerindeki aÅŸka, o gizli, ortak sevgiye dokunuyordu. AÅŸkın, zedeleyen yanına hiç aldırmadan. Erken terketti bizi. Göçtü... Biz de bittik. Ölümün acısının tarifi bulunamıyor. Hele, bir de erkense. Hayat, ansızın alıverdi onu elimizden... MeÅŸum gün... Barış'ı uÄŸurlayacağız. Ama, nasıl? Türkiye'de yüzbinlerce insan, bu sabah uyandığına bin piÅŸman, eminim. Bir gün "Dönence"nin geleceÄŸine nasıl inanacağız? Elimiz mahkûm, inanacağız. Bu ülke, böylesine kıymetli, evrensel deÄŸerde insanlar yetiÅŸtirebiliyorsa, inanacağız. Sabah, sızlana sızıldana fakirhanemi toparladım, saçlarımı yıkadım, çöpleri attm. Zira, hayat devam ediyor. Ancak, Kanlıca'ya, mezarlığa yetiÅŸebileceÄŸim. Otobüs ÅŸoförü genç, yakışıklı da. Yol boyu Barış'ı konuÅŸtuk. Mezarlığın yerini tarif etti. Tam inerken dönüp baktım. Åžoför kardeÅŸimiz muhabbet dolu nazarlarla uÄŸurladı beni. Bakışlarındaki yumuÅŸacık sevgi yükü, Barış içindi aslında. YokuÅŸu tırmandım, insan ve sevgi selinin arasında. Sürüklendik. Ama, insanları aÅŸmak mümkün deÄŸil ki. Korkunç bir polis kordonu. NeymiÅŸ efendim, güvenlik? Kargalar güler... Adamlarla itiÅŸirken, arada istem dışı kucaklaÅŸmalar pahasına, mezarlık meydanına ulaÅŸabildim. Herkes aÄŸlıyor... Birden, müthiÅŸ bir hareket oldu. Yanıbaşımdaki polise sordum: "Geliyor mu?" "Evet..." dedi. Önce inanamadım... Bir marangoz hatası yüzünden her yere geç kalan ben, ilk defa bir randevuya erken gelmiÅŸim. Utanarak. kendimle gurur duydum. Polisler telsizle konuÅŸuyor. Mezarlık yolu uzun. Yol boyu tıklım tıkış, adam almıyor ve herkes onu bekliyor. "Eller üstünde mi gelsin, cenaze arabasıyla mı?" Hemen yanımdaki polisle konuÅŸuyoroz. "Millet, tüm ahali onu bekliyor. Eller üzerinde taşınmalı ki, insanlar onunla bütünleÅŸebilsin." Beyhude bir teselli olduÄŸunu bile bile... Polis, sürüyle emniyet talimatı almış, çaresiz... "Haklısın, ama yol öylesine tıkalı ki. Ben de eller üzerinde gelmesini istiyorum. Ama, ÅŸaşırdım, kaldım." "SEN YOKSUN YA, ÇOK YAZIK..." Barış bir kaç dakika sonra geldi. Tabutu çiçeklerle kaplı. Deli gibi kabrinin kazıldığı yere koÅŸmaya baÅŸladım. En az 100 polis beni durdurmaya çabaladı. Tabiî ki, baÅŸaramadılar. Her seferinde, "Bırakın beni..."dedim. Birisi, arkamdan, "Akrabası galiba..." demez mi? Komik... Barış ile yakın tanış olmadık, onun karakterinden fışkıran sıcaklığın dışında. Ne salaklık! Bir insanı sevmek için, illa, akrabası mı olmak lazım? Bir noktada gene boÄŸuÅŸmaya varan itiÅŸ kakış. Bir ara yere bakacak oldum, ki eyvah! Yeni kapatılmış bir mezarın üzerindeyiz. Avazım çıktığı kadar, "Allah rızası için açılın, yapmayın. Bir mezara basıyorum." Diye haykırmışım. Allh adını duyan ahali ânında açıldı. Tekrar bayır aÅŸağı koÅŸarken, yarı yolda gene güvenlik kordonu, izdihamı yara yara Lale'yi getirdi. DeÄŸil yürümek ya da konuÅŸmak, nefes alamaz haldeydi. Nasıl seviÅŸtiklerini hep biliyorduk. AÄŸaca dayanmış, mecali tükenmiÅŸ Lale'ye bakarken, sevdiÄŸim hayatta diye suçluluk duydum. Aramızda bir metre mesafe var, yok. Insan kucaklamak istiyor: Ama, acısını paylaÅŸayım derken, tâciz etmek daha olası. Kalbimde binbir cümle. "Ne ÅŸanslısın. Seneler boyu, dünya güzeli bir insana yoldaÅŸlık ettin." demek istedim. Sonra, "bağışlanma ricası"nın eÅŸiÄŸinden de döndüm: "Affet bizi. SevdiÄŸin adamı, erkeÄŸini tek başına gömmene izin vermedik. Ne çare ki, bir adam bu kadar çok sevilirse, böylesine bir duygudaÅŸlık akışını durduramazsın." Barış sahiden eÅŸsizdi... "Sıradan olmayı" reddetmiÅŸti! Bunun tüm bedellerine de katlandı. Özel olanı da -hemen- kavrardı. Nazan Åžoray'ın "Halhal"ı çok istediÄŸini anladığında, "bir insan, birÅŸeyi çok istiyorsa, mutlaka elde eder, etmeli de..." demiÅŸti. Stüdyoda, iki kıtalık ÅŸarkıyı iki günde zor zahmet okuyabilenlerin, "sanatçıyım..." diye ortalarda dolaÅŸtığı bir ortamda, Nazo Gelin "Halhal"ı ilk seferde okuyuvermiÅŸti.Ãœstad'ın tesbiti nasıl da isabetliymiÅŸ... Malûm, "özel"in hakkını vermek, Türk toplumunda zor rastlanan bir haslet. Insanımızın"özel biri" ile ilk toslaÅŸmasında, ivedi tepkisi -çoÄŸu zaman- "haset"tir. Barış, o inanılmaz her türlü insana "nüfuz" kaabiliyeti ile, "haset duvarı"nı bir sıçrayışta aÅŸmıştı. Hiçbir ÅŸablona eyvallah demeyip bu kadar çok insana eriÅŸmek, yüreklerinde taht kurmak, hangi kula nasip olmuÅŸ? En büyük hayranları, destekçisi, çocuklardı. Halkımızın -daha da kötüsü, gençlerimizin- 500 kelime ile "gûya" Türkçe tekellüm ettiÄŸi bir devirde, çocuk korolarına "AYI"yı okuturken, cümbür cemaat'i belletmek, deÄŸme babayiÄŸidin harcı deÄŸildir. Çocuk kısmı kül yutmaz! Tekrar pols kordonu. Ahaliyi yarıp önce Batıkan'ı, sonra da DoÄŸukan'ı getirdiler. Ne de güzel çocuklar... Annelerine sarıldılar, gittiler. Biz kaldık bir başımıza. Nihayet, Barış'ın mezarına varabildiÄŸimde, tükenmiÅŸtim. BoÄŸaziçi'nin en güzel panaromalarından biri, aÅŸağıda uzanıyor. GüneÅŸ gözlerimizi yakıyor. Ve o, toprağın altında, bunların hiçbirini göremiyor. Barış'ın baÅŸucunda hiçbir dua okumadım. Dualar kifayetsiz... Öylece, onu örten topraÄŸa baktım. Ama, elimi bile süremedim. Kültürümün çok nâdide bir parçası, orada yatıyordu. Daima doÄŸru bildiÄŸini yapmış bir adam. Dünya, evrensel bir deÄŸeri, fazla erken kaybetti. "Niçin kendini bu kadar çok yordun? Bizi terketmeye hakkın yoktu ki..." GAZETECILIK BAÅžA BELA! Barış'ın mezarı başında, gencecik bir foto muhabiri. FotoÄŸraf çekmeye çabalıyor. Ama, sâdece "çabalıyor"! Zira, delikanlı iri kıyım da olsa, o itiÅŸ kakış da, netlik âyârı denen ÅŸey, hak getire. Ãœstelik, yamaçtayız. YaÄŸmurun ıslattığı toprakta, yamaç aÅŸağı öyle kayıyoruz ki, ayakta dahi durmak imk^nsız. Maddî-manev^î tüm enge hesapları altüst!.. Genç irisi foto muhabiri her kayışında üzerime kapaklanıyor. Bu istenmeyen samimiyet yüzünden, çerçöp cüssemle (???) ezilmek üzereyim. Zor zahmet bir istinat noktası yakalayıp adını dahi bilmediÄŸim gazeteciyi sırtından desteklemeye çalıştım. (Meslek dayanışması...) En az on dakika mücadele verdik, bir kaç kare fotoÄŸraf için. Artık, dayanamayacağım. Insan duvarını nasıl aÅŸabildiysem, aÄŸlaya aÄŸlaya sahile indim. Yol üstünde bazı gençlerin, "Ayyy, TV muhabirleri geldi. Soru sordu, film çekti. AkÅŸama ekrandayız." sözleri refakatinde. "BEN NASIL UNUTURUM SENI?CAN BEDENDEN ÇIKMAYINCA..." BoÄŸaz'ın o her an deÄŸiÅŸen renklerine bakarken, "Nasıl unuturuz?" diye düşündüm. Bizim nesil, çok ÅŸanslıydık. "DaÄŸlar, DaÄŸlar"ı, "Domates, Biber, Patlıcan"ı yaÅŸadık. Bir tek adamın, farklı kültürleri biribirine nasıl nüfuz ettirdiÄŸini öğrendik. 57 yaşında gidilir mi? Atatük'ü de 57 yaşında kaybetmedik mi? 57 uÄŸursuz bir rakam olabilir mi? Kimse gibi deÄŸildi!.. "Bakın... Ben deÄŸiÅŸik bir ÅŸey yapmak istesem... Berbere giderdim... Bu yaşıma geldim. DeÄŸiÅŸik bir ÅŸey yapmayı hiç istemedim. Ben buyum." Adama bakar mısınız? "DeÄŸiÅŸik"in Barışça'sı... Berberle sahiden hiç arası yoktu. BilindiÄŸi gibi, "sıradan" olmayı reddetmiÅŸti. Åžeffaftı. "Yasaklar yasaktır. Ve dâima yasak olmalı"ya inanmıştı... Medyanın dön dolaÅŸ uzun saçlarını diline pelesenk etmesi, akıl almaz bir sığlıktı. Ama Barış, yel yepelek saçlarıyla, Türk kültürünü, geleneÄŸini çok uygarca temsil etti. (Anlayana...) Yetmedi, Batı nosyonunun inceliklerini, Avrupa'yı Avrupa yapan zihniyeti "içkin" -eski deyiÅŸle, "mündemiç"- bir karakterdi.Ali Sirmen'in müstesna sözlerini anmamak mümkün mü: "Gayrı ciddi bir toplumda, asık suratlı, ama laubali insanların arasında, güler yüzlü, ama çok ciddi bir adamdı..." Küçüksu, 1 Åžubat 2000...Bir ozan ne demiÅŸ?"Ah akÅŸamlar!..Ah yaÄŸmurlar!..Yârimin gözyaÅŸları..." GözyaÅŸları tüm sevdalılardan ırak olsun. Yine de, seneler devriliyor... Barış'ı unutmadık. Bizim nesil istese de unutamaz. GözyaÅŸları bizim. Çünkü, kısır kalan biziz... Küçüksu, 2001Iki yıl geçti. Barış'ın kupürleri günbegün kabarıyor. Bu yıldönümü, çeÅŸitli tarihlerde verdiÄŸi mülakatlarda kendini nasıl anlattığına dönmek için iyi bir fırsat olmalı. (Ä°KÄ°NCÄ° YAZI: BARIÅž'ın AÄžZINDAN... Jülide ERGÃœDER - 2 Åžubat 2001, Cuma Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!