Oluşturulma Tarihi: Ağustos 27, 2004 00:00
Ziya’yı vurmayı düşünüyorum. Dostum mostum ama insanoğlu bir noktadan sonra bencilce kendi sağlığının derdine düşüyor. Ve Ziya’nın varlığı, benim varlığımı düpedüz tehdit ediyor.Geçenlerde Kaktüs’te oturmuş, standart gazete etüdümüzü yaparken yine keyifle gerindi ve ‘Hissediyorum; galiba yağmur geliyor’ dedi.‘Aramızdaki mesafe bu kadar kısayken, yani alnının cidarına kafayla dalabileceğim bir menzildeyken, böyle şeyler söylememeni tavsiye ederim’ dedim. Bu Ziya’dan korkulur. Geçtiğimiz ilkbaharda havalar hemen açmasın ve millet açıkhava mekánlarına doğru akmasın ki onun dükkánı iyi iş yapsın diye bağladığı peçetelerin ‘büyü’ bombardımanından arta kalan ‘artçı yağmurlar’ olduğundan bile şüpheleniyorum bu yağanların.Şaka değil valla, çok ciddiyim. Başta ben de dalga geçiyordum; ‘Yanındaki boş sandalyede oturan hayali arkadaşın Murteza’ya da bir bira ısmarlayalım mı? Etrafta dolanan cüce filler filan da görüyor musun?’ filan diye ama yok yani azizim... Ziya ve peçeteler bir araya geldi mi orada durmak gerektiğini zaman içinde öğrendim.Bir mesele mi var, Ziya bir peçete alır, bağlar ve mevzu kapanır.Geçen sene Beşiktaş’ı kendisinin şampiyon yaptığını iddia ediyor. Kanadım kolum bir ortak dostumuza söz vermiş, bu sene Galatasaray’ı şampiyon yapacak; eksik olmasın.‘Şu senin dediklerini gazetede yazayım bari’ dedim; ‘belki Ergün Gürsoy’dan cevap gelir. Reha Muhtar, gazete sayfalarına taşıdığı güzide programı Ateş Hattı’nda seni, Mondragon’u ve Medyum Memiş’i ağırlar. Hiç değilse şu yağmurlu havalarda gülecek iki satır malzememiz olur.’Tehdidimi hiç ciddiye almayıp pis pis sırıttı sefil: ‘Bak söylüyorum, kesin yağmur yağacak...’Böyle bir yağmur budalası görülmemiştir. Ona kalsa, senenin 12 ayı yağmur yağabilir. Hiç mahzuru olmaz. Hatta ne mahzuru, adam zil takıp oynamacasına sevinir...Bir önceki hayatında Londra’da yaşayan bir büyücü filan değildiyse ne olayım...Ve bilin bakalım?! Hemen akábinde bir başka kanaldan ne şekilde bilgilendirildim? N’evvvet, Bu pazar yine yağmur bekleniyormuş efen’im...Üstelik bu seferki meteorolojiden, yani kapı gibi bilimsel...Şom ağızlı pis büyücü!.. Ben ona gösteririm!Algıda seçicilikten olsa gerek, nereye baksam yağmura dair şeyler görüyorum.Aktüel’in giriş bölümü Protein’de Aykut Aykanat, Ali Özer adında, şemsiye satan bir işportacıyla röportaj yapmış. Özer, bir komik adam... Şemsiye memsiye derken, arada kadın milletinin, daha doğrusu ‘bir kısım kadının’ analizini çıkarmış:* Semsiyeleri en çok kadınlara mı satıyorsun, yoksa erkeklere mi?- Şimdi ayıp ettin!* Neden?- Böyle soru olur mu? Bunu bilmen lázım. Tabii ki kadınlar daha çok alıyor. Hatta bazı günler sadece kadınlara sattığım oluyor. Çünkü bir kadın için ıslanmak ölüm gibi bir şey!* Ama yağmurda sevgilisinin kolunda ıslanan pek çok kadın gördüm.- Onlar daha yeni çıkmaya başlayan çiftlerde görülebilecek bir durum. İnan bir kadın, o zaman bile ‘Bu günler bir gelip geçse de böyle romantik ayaklarına ıslanmasam’ diye geçiriyordur içinden.* Islanmak niye ölümdür bir kadın için?- Ölüm, çünkü makyajı akacaktır, pudrası çamur olacaktır, saçı bozulacaktır, degajından su kaçacaktır... Yani hep problem. Bu yüzden yağmura yakalanmak istemezler. Hemen bana gelirler şemsiye almaya.Ben makyaj yapmam. Saç deseniz hani neredeyse iki numaraya vurdurdum. ‘Degaje’ giymem. Üstelik şemsiye de kullanmam.Ama yağmur, hakikaten bir nev’i ölüm...Islak çoraplar, sıkışık trafik, karanlık bulutlar, çamurlu sokaklar...Ve genellikle Beyoğlu taraflarında dolandığım için şahsım adına kalıcı körlük tehlikesi...Bu havalar hep böyle devam edecekse, İstiklál Caddesi gibi kalabalık caddelerde şemsiye kullanımının yasaklanması adına dilekçe yollamak için yetkili bir merci arıyorum.Ya da ne bileyim, şemsiye kullanmak için ehliyet veren kurslar açılmasını istiyorum.Yürürken sağına, soluna, hatta önüne bakmayan bir millet için çok tehlikeli bir şey şemsiye...Yine yağmur geliyormuş! İ-na-na-mı-yo-rum! Pes abicim, pesss be! Hayatımda ilk defa bir şemsiye almayı ve o şemsiyeyi Ziya’nın kafasında kırmayı planlıyorum.Asparagas Yazısız karikatürSavaş Ay’ın ‘saftoron bir kız bulup onu rezil rüsva etme’ amaçlı yeni röportaj dizisi ‘Anlat Savaş Abi’ne’ye konuk olan ve algının sınırlarını zorlayan Helin Avşar’ın birkaç yanıtını, hiç dokunmadan alıntılıyoruz. Yazısız karikatürler gibi düşünün:HA: Televizyon arkasında çalıştım.SA: Nasıl yani, tamircilik filan mı?HA: Yok abi, reji asistanlığı, Kanal D’de mesela...SA: Haaa, kamera arkası çalıştın. Hangi rejisörün asistanıydın?HA: Hatırlamıyorum adını.SA: Nasıl iş bu? Asistanı olduğun yönetmenin adını bilmiyor musun?HA: Tamam tamam Oğuz Koloğlu’ydu.SA: Kim o çıktığın çocuk mu?HA: Yok be aaabi, onun asistanıydım ben işte. Abi bak bunu yaz, kalbim boş. Baran’dan sonra hiç ilişkim olmadı...SA: Nasıl yani öpüşmedin mi bile? O Mısır’daki İtalyan futbolcu ne peki?HA: Yooo! Öpüşmedim bile. O çocuk, Roberto yani, benim İsviçre’den arkadaşım. Zaten orada, Arap ülkelerinde otelde, odadan odaya gidemezsin. Aç Mısır’a sor...SA: Kime sorayım, Hüsnü Mübarek’e mi?HA: Otele sor...SA: Otelde yapmazsın, gider denizde yaparsın...HA: Yok yok, her yerde deniz müdürleri var. Açılamıyorsun...SA: Dalarsın, orada yaparsın.HA: Dalamıyorsun, shark’lar var. Hem zaten dip görünüyor.
button