Gazale’nin tek hedefinin üniversiteyi bitirmek olduğu günlerdi. İran’da kızların üniversitede okuması hayli zorken, o bilgisayar mühendisliği bölümüne girmeyi başarmıştı. 1998 yılında ‘görücüler’ ziyarete geldiği sırada henüz ikinci sınıf öğrencisiydi.
Öğrenime devam etmek konusunda ısrarlıydı Gazale. Ancak, yıllar önce Norveç’e yerleşmiş olan aileye geri adım attıramadı. Tıp fakültesini bitirmek üzere olan oğulları Ekber’i, kendi memleketlerinden bir kızla evlendirmek için gelmişlerdi İran’a. Yakınlarının tavsiyesiyle gördükleri Gazale’yi çok beğenmiş, hemen oğullarını çağırmışlardı.
Gazale, gerçekten çok güzel bir kızdı. Adı gibi ceylanlara benzer, görenleri büyülerdi. Ekber de onu sevmiş, ilk gördüğünde vermişti evlenme kararını.
İkna edip, Gazale ile evlenene kadar da Norveç’e dönmeye niyeti yoktu. ‘Üniversiteye Norveç’te devam edersin. Senin için daha iyi olur’ diyordu.
Annesi ve babası da Gazale’nin evlenmesinden yanaydı. Onlar da eğitimine Norveç’te devam edebileceğine inanıyor; İran’la yaptıkları ticaret sayesinde zengin olan bir aileye gelin gitmesinin hayrına olacağını söylüyorlardı. Molla rejimine muhalifti ailesi.
Sıcak bir temmuz akşamında büyük bir otelde yapılan düğünle evlendiler. Düğünden on gün sonra eski bir geleneğe uygun olarak ‘Patakhti günü’ düzenlendi. ‘Patakhti’, Farsçada ‘yatakaltı’ anlamına gelir, eskiden gelin bir yatağın üzerine oturtulur, takılar da yatağın altına konurdu. Günümüzde, takılar, yatağın altına konmuyor, doğrudan geline sunuluyordu.
‘Takı töreni’ sırasında kayınvalidesi ağır bir altın gerdanlık, kayınpederi ise 150 dolar taktı. Aile dostlarının taktığı altın neredeyse bir kiloyu buluyordu.
İran geleneklerine göre takılar, geline ait kabul ediliyordu. Ama ‘Takı töreni’nin ertesi günü, kayınvalide gerdanlığı alıp bir torbaya koydu. Şaşkın bakışlarla kendisini izleyen Gazale’ye de ‘İstediğin zaman alıp takabilirsin’ demekle yetindi.
İLK KRİZİ NORVEÇ’TE YAŞADI
Ekber, vize işlemlerini yaptırmak üzere önden gitti Norveç’e. Gazale, ondan
haber gelmesini dört ay kadar bekledi. Oslo’ya gidişi kasım ayını buldu.
Oslo havaalanında elinde rengarenk bir çiçek buketiyle bekliyordu Ekber. Gazale, gülerek kollarına atıldı kocasının. Bir arkadaşları fotoğraf çekerek ölümsüzleştirdi o anı. İkisinin de gözlerinin içi parlıyordu fotoğrafta.
Siyah çarşaftan kurtulduğuna çok sevinen Gazale, Oslo’da kendine yepyeni, bembeyaz bir sayfa açtı. Hemen bir dil okuluna yazıldı. Üniversiteye devam edebilmesi için neler gerektiğini araştırmaya başladı. Geleceğe güvenle bakıyordu, Ekber’le mutluydu.
Sekiz ay kadar sürdü huzurlu günler. Bir sabah uyandığında dehşet içinde sağ tarafını hissetmediğini farketti. Vücudunun yarısı yoktu sanki, kıpırdayamıyordu.
Ekber de şoka girmişti. 20 yaşındaki gencecik karısına ne olduğunu anlayamadı. Apartopar bir ambulans çağırıp hastaneye kaldırdı onu. Tahliller yapıldı, MR çekildi. Uzun araştırmalardan sonra doktorlar teşhis koydu; Multiple Sclerosis. Kısacası ‘MS’ hastalığının pençesine yakalanmıştı Gazale.
Doktor, yeni bir kriz geçirmemesi için tavsiyelerde bulundu ve üzüntüyü kesinlikle yasakladı. Yarı felç durumunun geçmesi iki ayı buldu. Bu süre içinde Ekber, olumsuz birşey söylemese de karısına karşı ilgisi azalmıştı. Oslo’nun o uzun gecelerinde Gazele’yi yalnız bırakıyor, çoğunlukla hastanede çalışıyordu. Stajını bitirmeye yoğunlaşmıştı.
Norveç’te yeni mezun doktorlar, 1.5 yıl süreyle ülkenin uzak bir köşesinde görevlendiriliyordu. Ekber doktorluk sertifikasını alınca, eşinin rahatsızlığı nedeniyle Oslo’ya yarım saat uzaklıktaki bir sahil kasabasına atandı. Bu kasaba, Gazale’ye iyi geldi. Burada bulunduğu aylar boyunca tek bir kere bile kriz geçirmedi. Hatta yeniden üniversiteye hazırlanmaya başladı.
Bu dönemde Gazale’yi üzen tek gelişme, kayınvalidesi Fateme’nin, ilk günlerdeki sevecen tavrının değişmesiydi. Kayınvalide, giysilerine karışıyor, ailece birlikteyken kocasının yanına oturmasına izin vermiyor; her fırsatta azarlıyordu gelinini.
Evlendikten sonra iki yıl boyunca ülkesine hiç gitmemişti Gazale. Zaten ailesi de kısa bir süre önce Türkiye’ye kaçmıştı. Yüksek rütbeli bir subay olan babası, molla rejimine karşı siyasi faaliyetler yürütüyordu. Cezaevine düşme tehlikesi ile karşı karşıya kalınca, ülkesini terketmişti. Böylece Gazele’nin memleketini ziyaret etmesine neden de kalmamıştı.
MÜTHİŞ PLAN UYGULAMADA
Ancak, 2000 yılı Temmuz’unda herşeyi göze alıp, ülkesine gitmek zorunda kalacaktı. Başına gelecek felaketlerden haberi yoktu.
Gezmek amacıyla İran’a giden kayınpederi ve kayınvalidesi
trafik kazası geçirmişler; kayınpederi yaşamını yitirmiş; ayağı kırılan kayınvalidesi ‘İlla oğlumu ve gelinimi yanımda isterim’ diye tutturmuştu.
Ekber ile birlikte uçağa atladıkları gibi İran’a gittiler. Fakat ısrarla gelinini hastanede yanında isteyen bir kayınvalide değildi karşılaştığı kadın. Hem kendisine baktırıyor, hem de her dakikayı cehenneme çevirmek için elinden geleni yapıyordu.
Sıcaklar ve çarşaf da bunaltıyordu Gazale’yi. Biraz rahatlamak için saçlarını kısalttırmak istedi. Diğer kuaförler gibi evinde çalışan yengesine kestirdi saçlarını.
Ancak kayınvalidesi, kıyameti kopardı; ‘Bir cenaze evinde olduğunu ne çabuk unuttun da kendini süse verdin? Bizim acımızı hiçe saydın. Bu ne saygısızlık’ diye bağırıyordu.
Oysa kayınpederinin ölümünün üzerinden neredeyse üç hafta geçmişti. Görümcesi de birkaç gün önce saçını kestirmiş, hatta komple cilt bakımı yaptırmıştı ama kimse ona birşey dememişti!
Ardından Ekber girdi devreye. Oslo’da tek kötü söz etmeyen sevgili kocası, bambaşka bir yaratık olup çıkmıştı sanki. Gazale’yi bir güzel dövdükten sonra eline taksi parası sıkıştırıp sokağa attı akşam saatinde.
Gazale, çareyi büyükbabasının evine sığınmakta buldu. Sokağa atılacak ne yapmıştı? Kavrayamıyordu kocasındaki bu değişimi!
PASAPORTUNU GÖTÜRMÜŞTÜ
Ekber, birkaç gün sonra telefon etti Gazale’ye. Sesini duyduğunda yok yere dayak yediğini bir anda unuttu genç kadın. Bildiği, tanıdığı Ekber geri mi gelmişti yoksa? ‘Annemi, babamın mezarına götüreceğim. Döndükten sonra gelir alırım seni’ dedi. Umutlandı Gazale.
Bir hafta sonra bir daha telefon etti Ekber. ‘İki gün sonra geleceğim. Seninle Norveç’e döneriz’ dedi bu kez. Gazale’nin bekleyişi yine günler sürdü. Bir hafta sonra dayanamayıp telefon etti kocasının kaldığı yere.
Aldığı cevap inanılmazdı; ‘Kocan Norveç’e döndü.’
Oraya yığılıp kaldı genç kadın. Dünya başına yıkılmış, yaşlı büyükbabası ve felçli büyükannesiyle başbaşa kalıvermişti.
Kendine geldiğinde neler yapabileceğini düşündü. ‘Norveç’e gitmeliyim’ diye geçirdi içinden. Kocasından altınlarını alıp, kendine yeni bir yaşam kurabilir, üniversiteye devam edebilirdi.
Ama önemli bir sorunu vardı, Norveç’e dönebilmek için pasaportu olması gerekliydi. Ekber, pasaportunu yanında götürmüştü!
Bütün telefonlar yüzüne kapanıyordu. Ekber, gider gitmez ev telefonunu değiştirmişti. İşyeri telefonuna da çıkmıyordu. Vazgeçmek gibi bir lüksü yoktu Gazale’nin. Bıkmadan çevirmeye devam etti telefonları. Oradaki dostlarını, uzak tanıdıkları araya soktu.
Aylar sonra kavuşabildi pasaportuna. Ekber, pasaportunu bir arkadaşıyla göndermişti sonunda. Gazale, heyecanla açtı pasaportunu. Norveç vizesinin süresi bitmişti. Demek pasaportu göndermek için aylarca bekletmesinin nedeni buydu!
Dahası, ilk vizeler birer yıllıkken, sonuncusu 10 aylıktı; 27 Ekim 2000’de süresi dolmuştu. Hasta olan karısını İran’da terk etme planını belli ki çok önceden yapmıştı Ekber.
Gazale kendisini sevdiğini sanırken, sevgili kocası, bir düşman gibi sinsice planlar yapmıştı. Hatta babasının ölümü bile onu durduramamış, tam tersine bundan yararlanıp planını düşündüğünden birkaç ay önce uygulamaya koymuştu!
Pasaportla birlikte bir de ‘Boşanma sözleşmesi’ göndermişti Ekber. Gazale imzalamayı kabul etmedi.
Henüz İran vatandaşıydı Gazale. Vize için Norveç Konsolosluğu’na başvurdu. Ancak Ekber, karısının yapabileceklerini hesaplayıp önlemini almıştı. ‘Karım Norveç’te yaşamak istemediği için beni terk etti, İran’da boşanma davası açtı. Ben de onunla yaşamak istemiyorum’ diye başvurmuştu konsolosluğa.
Sonuç, Gazale için hüsran oldu. Evlilik cüzdanını göstermesi, ‘Bana ait olan altınlarımı geri alıp boşanacağım’ demesi de işe yaramadı. Vize başvurusu kesin olarak reddedildi.
ÜLKESİNDE GELECEĞİ KALMAMIŞTI
Norveç kapısını vizelerle açamayacağını anlayınca Ocak 2001’de Türkiye’ye geçti. Ülkesinde bir gelecek kalmamıştı onun için.
Babası, annesi ve iki kardeşiyle buluştu Türkiye’de. Küçük bir orta Anadolu kentinde yaşıyordu bütün aile. Daha doğrusu Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin kararını bekliyorlardı. Baba mülteci olarak kabul edilirse, hep birlikte İsveç ya da Norveç’e gidebileceklerdi.
Gazale de katıldı onlara. Bekledikleri olumlu karar 7 Aralık 2001’de geldi. Aylardan sonra ilk kez umutlandı Gazale. Hazırlıklara başladılar, ‘Haydi gidiyorsunuz’ denmesini bekliyorlardı; ‘Haydi.’
Ne yazık ki, terslikler devam etti. Bir süre sonra BM’den babasının dosyasının askıya alındığı haberi geldi. 15 yıl önce İsveç’e sığınma başvurusunda bulunduğu gerekçesi öne sürülüyordu.
Babası Mehdi, bunun imkansız olduğunu, mülteci olmasını gerektiren olayların son birkaç yıl içinde geliştiğini söyledi ama dinletemedi. Maalesef BM kararlarına itiraz edecek bir merci yoktu yeryüzünde.
Aradan üç yıl geçti. Bir Anadolu kentinde, köhne bir evde yaşamlarını değiştirecek ‘haber’i bekliyorlar hala. İçinde bulundukları koşullar öyle kötü ki, Gazele’nin 12 yaşındaki kız kardeşi Ziba, okuldaki arkadaşlarına evin adresini vermeye utanıyor; bir gün tesadüfen gelir de ne kadar kötü bir evde yaşadığını görürler diye.
Erkek kardeşi Siruz henüz 22 yaşında. Bütün zorluklara rağmen aileye üç beş kuruş da olsa gelir getirmek amacıyla elinden geleni yapmaya çalışıyor. Ancak çevredeki insanlar yardımcı olmuyor, tam tersine onun içinde bulunduğu durumdan yararlanmaya bakıyor. İki ay çalıştığı televizyon tamircisi, 35 milyon para ve bozuk bir VCD’yi eline verip yollamış. Yeni sanayide çalışmış, karşılığı günlük 1 milyon lira. Bugünlerde ise bir demircide çalışıyor, kaç lira ücret alacağı belli değil. Ailenin doğru düzgün bir geliri olmayınca Gazale’nin ilaçlarını da alamıyorlar, tedavi için Ankara’ya da götüremiyorlar. Üstelik üzüntü, sıkıntı artınca Gazale’nin MS krizleri de sıklaşmış. Babasının, annesinin ve kardeşlerinin gözleri, hep onun gözlerinde. Çünkü krizi ilk haber veren badem gözleri.
Yaşam öykünüzü bekliyoruzFax: (312) 428 53 18
e-mail: fbildirici@ hurriyet.com.tr
Mektup adresi: Anlatsam Roman Olur Hürriyet Bürosu Cinnah Cad.No 8 K.Dere/Ankara
Web sayfası: www.hurriyet.com.tr/anlatsam
OKURA PUSULAÖyle güzel ki bir melek gibiAvukat Nedim Yüca, 17 yıldır Türkiye’ye gelen mültecilerle ilgileniyor. Önce BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nde çalışmıştı. Şimdi de avukat olarak aynı konuya ilgisini sürdürüyor.
İranlı güzel ‘Gazale’nin, ‘Kızım olmadan asla’yı çağrıştıran trajik öyküsünü de o bana aktardı. Öyküyü kaleme alırken, mülteci statüsü gereği, tüm isimleri değiştirdim, kent isimlerini de vermedim. Yüca, önce bürosunda babayla, sonra da kaldıkları kente giderek ‘Gazale’ ile görüştü. Duru güzelliğinden esinlenerek ona ‘Melekgibi’ adını veren Yüca’dan görüşmeyle ilgili bir izlenim aktarayım:
‘Papatya gibi elleri arasında bir resim tutuyor. Kocasının onu havaalanında karşıladığı gün çekilmiş. Elinde koskoca bir demet çiçek, yanında mutlu kocası ve Melekgibi’nin dudaklarında güvende olduğuna dair bir tebessüm.’
Eğer BM, bürokratik bir soruna takılıp ‘Gazale’ ve ailesinin dosyasını kapatır, İran’a sınırdışı ederse başlarına gelebilecekleri düşünemiyorum. Bu insanlar, bunları haketmek için ne yaptı?
ÇARŞAMBA: KARDEŞLİK ÖĞRETİSİNİN AİLEDE YARATTIĞI ENERJİ SORUNU