Didem ÇOKSAYAR dcoksayar@dbr.com.tr
Oluşturulma Tarihi: Aralık 08, 2004 00:38
Geçen hafta o hep korktuğum ve gördüğüm yerde hızla yanından uzaklaşmak suretiyle gaza sonuna kadar bastığım kamyonlar hakkındaki önyargılarımı hafifleten bir gerçeğin farkına vardım. Meğer onlar olmasa elimiz kolumuz bağlı kalırmışız.
Meğer ne kadar çok hayatımızın içindeymiş ve faydalı işler peşindeymiş. Hani hayata direkt girdiler vardır ya, bir de dolaylı girdiler vardır? Bazen aslında o dolaylı girdilerin payı toplam içinde direkt girdilerden daha yüksek olmasına rağmen adı dolaylı olduğu için gözükmez ya... Kamyonların ki de bu hesap. Yani otomobil direkt girdi, kamyon ise dolaylı girdi. Nedenine gelince... 18 yaşına giren herkesin hayalinde ne vardır? Otomobil ehliyeti almak ve ondan sonra otomobil sahibi olabilmek. Kimse kamyon almayı hayal etmez. Durum böyle olunca otomobil hayatımızın içindedir ve onu çok severiz. Ama aslında kamyon hayatımızın daha da çok içindeymiş. Çünkü tükettiğimiz ürünlerin tamamı bize bir kamyon vasıtasıyla ulaşıyormuş. Yani daha çok hayatımızda ama algılama olarak daha geride. Doğru ya... Bunu daha önceden nasıl tahmin edemedim. Memlekette gelişmiş bir raylı sistem ya da deniz taşımacılığı mı var? Hayır. Her şey karayolu ile taşınmıyor mu? Evet. Taşıma işini de kamyonlar yapmıyor mu? Beni bu konuda şuura erdiren kim mi oldu? Askam Otomotiv’in Genel Müdürü Çiğdem Topaloğlu. Yani bu haftaki sohbet konuğum.
Topaloğlu kamyoncu mu yoksa gerçek bir kamyon dostu mu ayırt edemiyorsunuz. Gerçi D tipi sürücü ehliyeti var. Yani benden 1-0 önde çünkü kamyon kullanmış. Önce lastikçi şimdi de kamyoncu. 1997 yılında Satış ve Pazarlama Müdürü olarak Askam’da çalışmaya başlamış. Geçtiğimiz Eylül ayından beri de şirketin genel müdürü. Askam, Türkiye’nin ilk kamyon üreten firması. Şu Fargo ve DeSoto var ya...
Siz aslında lastikçisiniz değil mi daha öncesinden?
Evet. Ben ‘lastikçi’den hiç rahatsız olmam ama sakın bunu diş doktorların yanında siz dişçi misiniz diye sormayın çünkü bu konuya korkunç bir antipatileri var.
Bir yönetici olarak kamyonculuğu nasıl görüyorsunuz? Otomobil biraz daha elit, biraz daha elegan. Yanılıyorsam düzeltin ama kamyon bambaşka bir şey.
İsterseniz önce ikiye ayıralım. Ben şunu açıklamak istiyorum. Dediniz ki otomobil daha elegan. Bu birkaç yıl öncesine kadar doğruydu çünkü kamyon biraz daha katı görünümlü, üzerinde fazla estetik değerler taşımayan bir ürün olarak algılanıyordu. Fakat eğer şimdi kamyonlarla ilgili trendlere bakarsanız adeta otomobillerle yarışır düzeyde bir dizayn farklılaşması var. Bir kere estetik ilk olarak farlardan başlıyor, tampon yapılarına kadar, dış görünüşteki değişiklikler. Çok daha farklı aerodinamik yapılar kazandılar. Çünkü otomobil konsepti de işin içine girdi dizaynda. Tabi ki fonksiyonellik çok ön planda ama onun dışında o fonksiyonelliği yok etmeden ne kadar daha estetik kazandırabiliriz diye bir kaygı uyandırdı.
Yani kamyon üretiminde de bir tasarım ve estetik kaygısı mı var?
Kesinlikle bir tasarım kaygısı var, çünkü artık müşteriler tasarıma da çok önem veriyorlar. Bu ilk önce dış görünümüyle ilgili. İçine geldiğinizde aslında kamyonun sunduğu konfora bakarsanız, kamyonların sunduğu konfor, otomobillerin sunduğu konforla başa baş gidiyor diyebiliriz. Biz artık o kadar mikro düzeyde detaylarla ilgilenmeye başladık ki, çift yataklı kamyon kullanımı başladı mesela.
Peki sektörü biraz değerlendirmeniz mümkün mü?
Türkiye’de nakliyenin yüzde 95’i karayolu ile yapılıyor. Ekonomide canlılık varsa taşımacılık çok fazla artacak. İhracat artıyorsa ürünler üretildiği yerden son noktasına kadar bir şekilde taşınmak zorunda. Gıda, inşaat, yol, baraj, konut inşaatları. Ekonomideki bu canlılık kamyon tüketimi gerektiriyor. Çünkü dünyanın neresinde olursa olsun kamyon olmadan yapamazsınız. Çimento, demir, tuğla taşıyacak. Aynı şekilde madencilikteki gelişmeler de bire bir ilgilendiriyor. Bu dinamikler zarar gördüğünde bunların transferi de duruyor. Mesela bu sene 2-3 yıl çok ertelenmiş bir talep vardı. Bu ertelenmiş talep nedeniyle geçen yıl biraz daha ekonomide istikrar havasına geçince insanlar ertelenmiş taleplerini karşılamaya başladılar. Aslında ekonomide bu kadar büyük canlılık olmamasına rağmen biz inanılmaz bir canlılık yaşadık. Bu güzel günler Mayıs 2004’e kadar sürdü.
Şimdi durum ne?
Şu an sakin ve kamyon sektörüne yönelik kampanya ilanlarını gazetelerde görebilirsiniz. Bakıyorum, gözlerime inanamıyorum. Bir gazetede 5 firmanın birbirinden farklı kampanya ilanları. Şu an çok durgun piyasa. Bu durgunluğun birkaç tane sebebi var. Irak pazarının bize çok olumlu etkileri olmuştu. Bir sürü ürün nakliyesi Türkiye üzerinden yapılıyordu. Oradaki istikrarsızlık burayı etkiledi. İkinci etkisi, Türkiye’de halkımızdan önce kamyoncu AB’ye giriyor! Hepsi 17 Aralık tarihini bekliyor. Söylediklerine göre kredilerle ilgili belki daha da düşüş olur diye bekliyorlar. Tersini hiç düşünmüyorlar. Tersi de olabilir. Bizde öyle dramatik şeyler de yaşanabiliyor. Ama şu anki hava pozitif.
Şoförlerle kahvehane sohbeti
Siz kamyoncu kahvelerini de mi ziyaret ediyorsunuz?
Otobanla süreler çok kısalınca uçakla Ankara’ya gitmekten çok daha mantıklı oldu. Son 2 yıldır acil bir işim yoksa o yolculukları karayolu ile yapıyorum ve o zaman muhakkak arkadaşlarla farklı farklı kahvelerde duruyoruz. Şoför arkadaşlarla sohbet ediyoruz. Çok farklı fikirler çıkıyor. Planlanmış bir şey olmadığı için sizi bir anda görüyorlar ne söyleyeceklerini önceden düşünmüş, çalışmış olmuyorlar. Son derece doğaçlama oluyor. Çok farklı bilgiler edinme imkanımız doğuyor.
Kamyoncuların fikirleri ve ihtiyaçları doğrultusunda yeni bir model üretmek mümkün olabilir mi?
Zaten sektördeki bütün firmalar buna çok önem veriyor. Onların görüşleri alınmadan hiçbir şey dizayn edilmiyor. Otomobil gibi yüz binlerce üretilip satılan bir şey değil kamyon. On binlerle sınırlı. Onun için biraz daha terzivari ürünler çıkarmanız gerekiyor. Biz de mesela bu son kamyonda çok fazla fikir alış verişinde bulunduk. Bir taraftan gizlilikler var, onları paylaşamıyorsunuz ama bazı şeyleri de test ettirmek lazım, istedikleri şeyle uyguladığımız şey aynı mı? İnanın her şey için kendilerini ifade etme sistemleri var. Çok güzel bir örnek vermek istiyorum. Biz ilk dört dingilli kamyonu çıkardık. Aracın tanıtımı yapıldı. Bayilerimizden birisi aradı bir gün, yeni araçla ilgili ’Biz şimdi kırkayağı nasıl anlatacağız?’ diye. ‘Kırkayak nedir?’ dedik, yeni çıkan araca kırkayak demişler.
Kamyonlarına ayakkabı ile binmiyorlar
Kamyonlarda yenilik oluyorsa dolayısıyla alıcısı da buna göre değişiyor mu?
Tabii değişiyor. Hatta size bununla ilgili bir örnek vereyim. Araçlarının temizliği, içine ne kadar önem verdikleri ile ilgili: Özellikle de uzun yol nakliye araçlarında şoförler sokakta giydikleri ayakkabılarıyla araca binmiyorlar. Ayakkabılarını çıkarıp yedek ayakkabı veya terlikleri var, ikinci basamağına geldiğinde aracın ayakkabıları çıkarıp biniyorlar.
Ama yine de kamyoncu kültürü denen şey de var.
Kesinlikle var.
Siz bu kültüre hakim misiniz, anlatır mısınız? Her şey çok modern olsa bile bir arabesk durum var. Biraz bunu anlatır mısınız?
Genelde kamyon kültüründe bir yalnızlık var. Neden yalnızlık duygusu var, maksimum iki kişi yolculuk yapabiliyorlar. Sosyalleştikleri zaman, bu bahsettiğimiz kahvelerde durdukları zamanlar. Çünkü yolculuk boyunca yalnızlar. Türkçe’de çok özel bir kelime var ya, sıla hasreti diye hep bu hasretliği çeken bir grup insan. Onun için dinledikleri müzikler, tercih ettikleri sanatçılar, bir takım alışkanlıkları diğer sektörlerden daha farklı.
Daha acılı bir bakış açısı?
Daha acılı, evet. Ben mesela şimdi bazı ziyaretler sırasında şoför kahvelerine gittiğimizde kasetlere çok dikkat ederim, neler var diye. Orada kaset ve CD’si olan sanatçıların hiçbirini tanımıyorum. Bu onlara önem vermek veya vermemek anlamında değil ama onların içinde o kadar ünlüler var ki, onun dışında hiçbir sanatçıyı dinlemeyen, almayanlar var. Onların zevklerine hitap ediyor. Bir de o kültürde şöyle bir şey var: yalnızlık ve evden uzakta olmakla aracın içinde onları gidermekle ilgili bir eğilim var.
Dantel süslerden, kamyon yazılarından mı bahsediyorsunuz?
Evet. Bu özellikle Türk şoföründe çok daha fazla. Türkiye’de doğuya doğru gittiğiniz zaman daha da artıyor. Orada artık ince detaylar vardır, gazete ve dergilerde de çıkar, makyaj yapılmış araçlar, gözler falan... Duvar yazıları gibi kamyon yazıları. Paçalık lastik deriz biz arkadaki lastiklere, paçalık yazıları vardır. Sıla hasreti yüzünden aracın içini süslediklerinde kendilerini ev ortamında, eve yakın hissediyorlar. Ve o süslemeyi doğal olarak kimler yapıyor? Kızları, eşleri, sevgilileri veya anneleri, yaşamlarında önemli olan bir takım insanlar. Böylece bunlar yalnız yolculuklarında onlara bir nevi eşlik ediyor.
Sonradan kestirilen kamyona sünnetli deniyor
Kendilerine ait bir jargonları var.
Anlatırken çok daha kolay kelimeler seçerler. Birbirlerini de çok iyi anlarlar. Son derece seri tadilat yaparlar araçta. Mesela biz son derece yüksek fiyatı olan yeni bir kamyonu çıkardık. Her markaya bağımlı tüketiciler var. Bunun da öyle müşterileri var. Müşterilerden bir tanesi Gaziantep’te, aracı dört gözle bekliyor. Araç çıkmadan önce dört ay boyunca telefon ediyor. Sonuçta ilk çıkan araçlardan 2 tane aldı ve biz bu aracı aslında damper için değil uzun yol için çıkardık. O iki tane aracı güzelce kestirdi ve onları damperli kamyon haline getirdi. Tesadüfen onun akabinde ben Gaziantep’e seyahat yapmıştım. Hemen kamyonu getirdiler. Aslında komik. Bu kamyonlara da isim takmışlar ‘sünnetli’ diye. Düşünebiliyor musunuz yani ne kadar büyük bir mühendislik çalışması gerektiren bir ürün. Bir kamyonu dizayn etmek için minimum 3 yıl çalışmak gerekiyor. Çok uzun yıllar süren projeler. Şasiden 1 cm kısalık veya uzunluk, dingilin yerinin doğru ayarlanmaması o aracın dengesi ve performansı ile ilgili, her şeyini bozabiliyor. Fakat bizim kamyoncu kültürümüzde bu çok rahat yapılabiliyor. Şunu da söylemem lazım düzenlemeler buna biraz ortam hazırlıyor. Ondan yararlanıyorlar.
Bazı kamyonların yanından nasıl kaçıyorum biliyor musunuz? Üzerinize devrilecekmiş gibi gidiyorlar yolda.
Ben aslında o kişilere de çok fazla kızmıyorum. Neden kızmadığımı söyleyeyim. Hepimiz birey olarak bunlardan doğacak çok olumsuz sonuçlara maruz kalmaya adayız çünkü hepimiz o tehlike ile karşı karşıyayız, ama bizim gibi toplumlarda maalesef birtakım o bilinçlenme dediğimiz düzeye gelmek için biraz kontrol gerekiyor. Biz bunu kendi kendimize yapamıyoruz.