Üniversitede ekonomi okurken İsveçli iktisatçı Gunar Myrdal’ın büyük bir tuğla ağırlığındaki 2,284 sayfalık ‘Asya’nın
Dramı’ adlı kitabı bizleri çok etkilemiş ve bu en kalabalık kıtanın geleceği açısından kötümserliğe itmişti. Doğaldır ki, dünyanın en büyük nüfusuna sahip olması nedeniyle Çin bu dramın baş aktörüydü. Oysa, Profesör Myrdal’ın ekonomi dalında Nobel Ödülü’ne layık görüldüğü 1974 yılından günümüze kadar geçen yaklaşık 30 yıllık sürede Çin yıllık ortalama yüzde 9,5 büyüme hızını yakalayarak tarih boyunca benzeri yaşanmamış bir kalkınma mucizesi gerçekleştirdi. THY’nin Pekin-Şanghay hattını açtığı Mayıs 1999 tarihinden beri ülkeye yaptığım ancak sadece bu kentler ve Hong Kong’la sınırlı kalan üç ziyaret bana Mao Zedong’un ölümünden sonra halefi Deng Xiaoping liderliğinde gerçekleşen bu mucizenin ana unsurları hakkında bazı ipuçları vermişti.
Küreselleşmenin önemini erken kavrayarak ekonomisini dışa açıp sadece ihracatı değil, ithalat ve dolayısı ile iç tüketimi de büyüten ve her iki amaçlı üretim için yılda 60 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye çekebilen liberal bir ekonomi yönetimini gıdım gıdım siyasi dizginleri gevşeten tek parti denetimiyle bağdaştırıyorlar. Ekonomide cesur adımlar atan Çin Komünist Partisi, trilyon dolarlık yatırımların yolsuzluk ve yanlışlıklar sonucu heba edilmemesi için siyasi ağırlığını sürdürmesi gerektiğine inanıyor, dünya tarihinde yaşanan en büyük kente göçü yönlendirme ve yerleştirmeye çalışıyor, kalkınmadan pay alamayan kırsal ve iç kesimlerin nüfusunun yaşamını iyileştirmeye gayret ediyor.
ÇÖLDE ÇİNLİLERLE TÜRK DANSI
Çin’in ticari merkezi Şanghay ve 2008 Olimpiyatları’na hazırlanan başkent Pekin birer süper şantiye görünümündeler.
50-100 kat arasında değişen gökdelenlerin omurgasını oluşturan inşaat vinçleri şehirlerin siluetini bir orman gibi şekillendiriyor. Üçer dörder şeritli otoyollar yılda yüzde 20’ye yakın büyüyen otomobil filosunu taşımakta zorlanıyor. Tertemiz bulvarlar kulakları cep telefonlarına yapışık, gözleri ise vitrinleri tarayan gençlerle tıkabasa dolu. Şanghay belediyesi 2010 yılına kadar mevcuda 100 kilometrelik özel otobüs ve 160 kilometrelik bisiklet yolu eklemeyi planlıyor.
Bu genç kuşağı daha yakından tanımama olanak veren bir daveti, daha doğrusu bir görevi, hem de yeri yıllardır merak ettiğim Uygur Sincan bölgesinde olunca, hemen kabul ettim. Coca-Cola’nın Çin bölümünde görevli, yaşları 25-35 arasında 100 yönetici ve çalışanla İpek Yolu’nun Urumçi ve Kaşgar bölümüyle Taklamakan Çölü’nde dört gün beraber olduk. İpek Yolu, şirket çalışmalarında mükemmeli aramanın nasıl ince ve uzun bir yol olduğunu anlatmak için kullanılabilecek etkin bir metafordu; meşakkatle refahı, rekabetle dayanışmayı aynı anda simgeliyordu. Gezinin bir amacı şirketin yeni vizyonunu içeren Büyüme Manifestosu’nu tanıtıp tartışmak, bir diğeri de etnik Çinliler için farklı bir ortamda takım çalışması ve ruhunu güçlendirmekti.
Bu amaçla Kaşgar’ın otomobille iki saat güneyinde Taklamakan Çölü’nün sınırına gittik. Orada develere binerek dünyanın bu en tehlikeli ve ikinci en büyük çölünün içerisine girdik. Nasıl ki bir tekne denize açıldıktan bir süre sonra kara tamamıyla kaybolur, tepecikler, çiftlik evleri, ağaçlar öylesine yokoldu ve kendimizi dalga dalga yayılan bir kum deryasında bulduk. Yanımızda sadece bir sırt çantası vardı. Diğer malzeme geceleyeceğimiz noktada üç öbek halinde bizi bekliyordu. Çadırların parçaları, tuvalet kurmak için dörder direkle birer naylon örtü ve gıda malzemeleri.
Takımlara ayrılıp iş bölümü yapıldıktan, plan oluşturup uyguladıktan ve pişirdiklerimizi yedikten sonra Uygur sanatçılarının müziği eşliğinde Çinlilerle Türk dansları yapmak bizi yeterince yordu ve sürekli azalan ısıya ve her
çadırda ortaya çıkan horlama şampiyonlarına rağmen hemen uykuya daldık. Gece sıfırın biraz altına düşen sıcaklık, ertesi öğle 30 derecenin üstüne tırmanmıştı. Aynen battığı gibi kıpkızıl doğan güneşi seyretmek için alacakaranlıkta ayaklandık. Civa zirve yapmadan fotoğraf çektik, kum tepeciklerinde kızakla kaydık ve Manifesto ile ilgili takım tartışması yaptık. Öğle yemeği için develerle bir vahaya giderek, ufacık bir göletin yanına kurulmuş sundurmanın altına kendimizi attık.
GARSONLUK DENEYİMİM İŞE YARIYOR
Tamamiyle kuzu, tavuk ve
balık şiş kebabından oluşan yemeği pişirmek ve servisini yapmak görevi bana ve diğer üç üst yöneticiye verilmişti. Üniversite günlerinden kalma garsonluk deneyimim işe yaradı. Uygurların ızgara sistemi de çok pratik. İnce uzun ızgaranın bir ucunda sobayla baca arası bir bölüm var ki odun parçaları bunun içinde yakılıyor ve kömürleştikçe alttaki aralıktan ızgaraya aktarılıp, yayılıyor. Şişler de doğrudan uzun ama ensiz ızgaranın iki kenarının üstüne yerleştiriliyor.
Taklamakan’ın yanıbaşında buğday, mısır, arpa, meyve ve sebze üretimi Uygurların ana ekonomik faaliyeti iken kuzeye Tienşan dağlarının eteklerine doğru yaklaştıkça hayvancılık ağır basıyor. Dolayısıyla sürekli lokum kıvamında kebap ve etli Özbek pilavı yedik. Çinlilerin çoğu yeni karşılaştıkları bu mutfağı sevdiler. Tamamına yakını Sincan’a ilk defa adım atıyordu. Yörenin giysileri, mutfağı, müziği, kısacası kültürü çok ilgilerini çekiyordu. 1442’den beri Kaşgar’ın ana meydanını süsleyen Idgah Camii’ni gezerken beni Müslümanlıkla ilgili soru yağmuruna tuttular. Çin hükümetinin Uygurların daha geniş özgürlük taleplerine gösterdikleri sert tepki 11 Eylül sonrası Amerika’nın izlediği politikayla birleşince belli ki Çinli gençlerin kafası İslam ve terör kavramları ile ilgili çok karışmış. Ancak, Konfiçyus felsefesinin oluşturduğu itaat geleneğinden gelmelerine rağmen tartışmaya açık ve çok meraklılar. Özellikle dış dünya, uluslararası olaylar, teknolojik gelişmeler, iş dünyasındaki yenilikler sorularının ağırlığını oluşturuyor.
Çin’in yüzölçümünün altıda birini, nüfusunun ise altmışta birini kapsayan Sincan Otonom Bölgesi’nde yaşayan 18 milyon içinde artık azınlık durumuna düşen Uygurların temel sıkıntıları ekonomik. Yeni ve önemli yatırımlarla ticaretin cazip kısmının etnik Çinlilerin tekelinde bulunduğunu, kendilerine ancak tarım, inşaat işçiliğiyle ufak çaplı ticaret ve üretim imkanı kaldığını savunuyorlar.
Hamlenin gözle görülür sonuçları çarpıcı: Çinli için ücra ve fakir addedilen Urumçi ve Kaşgar gibi kentleri uçakla 5-6 saatlik uzaklıktaki Pekin’e yeni otoyollar ve modern havaalanlarına inen üç dört havayolunun pırıl pırıl uçakları bağlıyor. Kent içi yollar tertemiz, yeşillendirilmiş ve giderek gökdelenlerle bezenmekte.
Kaşgar’da kaldığımız beş yıldızlı otelin banyosunda şimdiye kadar hiç görmediğim, her yerinden tazyikli su fışkıran, ayağa masaj yapabilen dikey jakuzinin kontrol panelinde 25 düğme, yani komut saydım. Her şey Çince olduğu için çalıştıramayınca yardım talebime anında üç kişi koştu: Biri pense ve tornavidalı teknisyen, diğeri çatpat çevirmen, üçüncüsü de koordinatördü. Dil yetersizliğini, güleryüz ve gayretle kapatıp sistemi çalıştırdılar. Burada, deve kervancısından turist rehberine, dükkan
sahibinden öğretmenine, Coca-Cola satıcısından şirket yöneticisine karşılaştığımız insanların işlerini en iyi şekilde yapma gayreti içinde olduklarını gözlemliyorsunuz. Gecenin geç saatlerine kadar açık dükkanlar, kıran kırana pazarlıklar, her türlü malı bulma, getirme, talebi karşılama çabaları toplumun dinamizmini yansıtıyor.
OKUL BOYANIYOR VE SONRA DANS
Son gün kırsal kesimdeki bir Uygur ilkokulundaki sosyal faaliyetimiz Çinlilerin toplu çalışma düzenini sergiledi. Amaç, dersliklerin kapı ve çerçevelerini boyamak ve sıraların bir kısmını yenilemekti. Daha otobüslerdeyken hiç patırtı gürültü yaşamadan takımlar oluşturuldu ve görevleri belirlendi. Okula varır varmaz gerekli malzemeler ayrıldı ve dağıtıldı, çalışma alanları belirlendi. Çalışanlara su, sandviç, boya, alet sağlayacak destek ekipler görevlendirildi. Sıraları monte edecek ve boyayı yapacak gruplar bir iki denemeden sonra iş akışında karar kılıp, bunu standardize biçimde üyelerine anlatıp işe koyuldular.
Üç saat sonra görev tamamlanmıştı. Son olarak öğrencilerle halk dansları yaparak olay kutlandı. 20 kadar baba çocuklarının danslarını spor alanının kenarında yere çökerek izlediler. Sonra çapalarını boyunlarına takıp bisikletlerine atlayarak tarlalarına döndüler. Gözleri cıvıl cıvıl öğrencilerin yararlanabilecekleri tek tuvalet tuğladan bir kulübenin içindeki iki delikten ibaretti ve okulda akar su yoktu. Öğle yemeklerini evden getirmek zorunda olan çocukların torbalarında yuvarlak Uygur ekmeğinden başka bir şey görmedim.
Halbuki Kaşgar’ın ünlü pazarı her türlü sebze, koca koca kavun ve karpuzlar, salkım salkım üzümler, kancalardan sallanan etler, onlardan üretilme tuzlama ve kavurmalar ve binbir çeşit baharatla dolu. Yörenin özelliği olan bıçaklar, her türlü şapka ve kasket, mobilya, nalburiye malzemesi, eyer ve diğer at kuşamları Kaşgar pazarının rengarenk çeşitleri arasında.
Deve kervanımız Taklamakan Çölü’ne girerken bizi çevre temizliği için uyarmışlardı. ‘Çölden ne bir kum tanesi çıkaracaksınız, ne de arkanızda bir çöp bırakacaksınız.’ Beş saat süren Urumçi-Pekin dönüş uçusunda bu ziyaretin sonunda Çin’den birçok şey alarak döndüğümü hissetim. Uygurların eşsiz konukseverliği ve samimiyeti; Çinli genç meslektaşlarımın, ebeveynlerinin çektikleri zorluk ve yoksulluğu tarihe gömerek zengin, istikrarlı ve barışçı bir dünyada yaşama arzuları; onların sorgulama, görme, öğrenme hevesleri; ülkenin her dokusunda ve bölgesinde hissetiğimiz hareketlilik, enerji ve gayret.
30 yıllık bir kalkınma mucizesini gerçekleştiren 1.5 milyarlık toplumun önünde hálá boyutlarıyla orantılı devasa sorunlar var; hızlı kentleşmenin yol açtığı gelir adaletsizliği ve konut ihtiyacı; sağlık ve eğitim sistemlerindeki eksiklikler; bütün bunların yol açtığı ve demokratik ve bireysel özgürlüklerin olmaması nedeniyle katlanan sosyal huzursuzluklar. Çin bu yönleriyle idealize edilecek bir toplum olmaktan uzak ama kesinlikle incelenmesi ve izlenmesi gereken bir ülke. Üstelik 4.000 yıl boyunca bir ucu ülkemizde olan tarihin en önemli ticaret ve kültür yolunun diğer ucundaki ortağımız.
TİYENŞAN’IN HAŞMETİ CENNET GÖLÜ’NDEKentin yaklaşık 80 kilometre dışındaki yaylalardaki köy evlerini ve Kazak yurtlarını ziyaret etmek ve Tiyenşan dağlarının ihtişamını seyretmek mümkün. Tiyenşan’ın haşmeti kentten 110 kilometre uzaklıktaki Cennet Gölü’nün pırıl pırıl sularına da yansıyor.
SİNCAN MÜZESİ’NİN MUMYALARI2000 yıllık tarihe sahip Kaşgar’ın 200 bin nüfusunun yüzde 75’i Uygur, kalanı etnik Çinli. Sincan Otonom Bölgesi’nin merkezi olan Urumçi’nin 1.5 milyon nüfusu ise tam ters oranda. Etnik Çinlilerin ezici ağırlığı kentin mimarisi, kültür ve yaşamını şekillendiriyor. Uygur kültürünün öğeleri yok olurken kent bir ufak Pekin’e benzemeye özeniyor. En ilginç yanı Taklamakan Çölü’nde son 40 yılda bulunan 500 kadar mumyayı barındıran Sincan Müzesi. Çöl kumunun rutubetten arınmış kızgın sıcağının 3.800 yıl boyunca giysileri, takıları ve mimikleriyle koruduğu, bulunduğu bölgeye atfen ‘Loulan Güzeli’ diye tanınan mumya Uygurların etnik kökenlerinin simgesi haline gelmiş. O ve yanında uzanan diğer mumyalar uzun boyları, ince yüz hatları, kızıl ve açık kahverengi saçları, erkeklerin gür sakalları ile Çinlilerden çarpıcı biçimde farklılar. Anatomileri kadar giysilerinin şekil ve desenleri de Avrupalı kökenlerini vurguluyor.
ESKİ KAŞGAR
Renkler, sesler, kokular 19. yüzyılı çağrıştırıyorKaşgar’ın İ.Ö. 2000’den 15. yüzyılda Hindistan’a deniz yolu açılıncaya kadar Çin’in ipek, baharat, değerli taşlar, kürk çeşitleri gibi zenginliklerini Antakya ve İstanbul üzerinden Avrupa’ya taşıyan İpek Yolu’nun incisi diye bilinmesinin nedeni, Taklamakan Çölü’nü de bağrında barındıran Tarım Havzası’nı Çin’den gelip Kuzeyde Aksu, güneyde ise Hotan üzerinden geçen iki ana yolun burada birleşmesi.
19. yüzyılda Alman coğrafyacı Baron Ferdinand von Richtofen’in ‘İpek Yolu’ diye adlandırdığı dünyanın en eski ve uzun atardamarının dörtbin yıllık tarihi boyunca taşıdığı sadece ticaret emtiası veya Macar ovalarından Anadolu’ya, Çin ve Hindisan’dan Orta Doğu’ya uzanan, Türk ve Moğol ordu ve kabileleri değil. İslam, Hıristiyan ve Budist dinleri ve kültürleri de bu damardan yayılıp, birbirlerini etkiliyor. Sincan’ın birçok yerinde bu etkileşimin ve karışımın örneklerini görmek mümkün.
11. yüzyılda yaşamış, Türkolojinin kurucusu Karahanlı soyundan gelme büyük bilgin Kaşgarlı Mahmut’un türbesi, kentten 60 kilometre mesafede ve yaşı kadar, yani tam 97 basamaklı bir merdivenle ulaşılıyor. Huzurdayken Balkanlardan Çin’in içlerine kadar binlerce kilometre bir coğrafyaya yayılan ve 1500 yıllık bir tarihi kapsayan Türk varlığının tutkalı Türkçe’nin önemini bir daha hissediyorsunuz.
Labirent gibi dolanan daracık yolların etrafında kerpiç tuğlalardan inşa edilmiş bir iki katlı ufacık evlerden oluşan Eski Kaşgar’da zamanın akışı durmuş gibi. Kapı eşiklerine yayılıp bir taraftan yün ören, diğer taraftan komşularına laf yetiştiren anneler, çelik çomak oynayan çocuklar, işportacı tezgahı büyüklüğündeki arabasını bir eşeğe çektiren seyyar manav, renkler, sesler, kokular 19. yüzyıl ve öncelerini çağrıştırıyor. 1300 metre irtifada kurulu Kaşgar’a biraz da yukarıdan bakan bu tepeye tırmanıp zamana yolculuk yapmak şart.MUTLAKA ZİYARET EDİN
Apak Hoca TürbesiKaşgar’dan ayrılmadan önce ziyaret edilmesi gereken en önemli yerlerden olan Apak Hoca Türbesi, Uygur mimarisinin bir incisi. 17. yüzyılda yaşamış Kaşgarlı bu din büyüğü ve ailesinin türbelerinin yanında çok önemli bir Çin efsanesine de bekçilik yapıyor. Hocanın soyundan olan ve çevresine yaydığı rayihayla meşhur olan ve ‘Hoş kokulu kuma’ diye anılan İparhan adlı güzele aşık olan Çin imparatoru Qianlong, onu Pekin’e götürür. Mutlu edebilmek için 28 yıl boyunca hizmetkarları, yemekleri, giysileri, musikisiyle Uygur ortamında yaşatmaya çalışır. Her şeye rağmen mutsuz ölen İparhan’ın son arzusunu kıramayan İmparator naaşını 124 kişilik bir kervanın 3,5 yılda tamamlayabildiği bir yolculukla türbeye ulaştırır. Bu hüzünlü yolculuğu yapan araba da türbenin önünde efsanenin bekçiliğini sürdürüyor.