İnsanları seyrediyorum...

Güncelleme Tarihi:

İnsanları seyrediyorum...
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 07, 2004 18:02

İnsanları seyrediyorum. Buradakiler orta halli insanlar, öyle Allah Allah zenginlerin geldiği bir yer değil, eh fakir fukaraya da birkaç beden büyük, öyle olunca da işte bizim gibi insanlar bu tesisin müşterileri. Belli ki ‘kredi kartına on eşit taksit’ imkanını da kullanmış hepsi. Oturduğum yerde onları seyrediyorum...

Haberin Devamı

Yandaki masada oturan, 50-55 yaşlarındaki çift mesela. Belli ki epey ‘klas’ insanlar, zenginlik taşmıyor üstlerinden ama giyimleri kuşamları şık, zevkli. Onları fark etmemin sebebi, beyin beni, Yüksel’in muhteşem tabiriyle ‘birisi’ zannetmesi. Başımı başka tarafa çevirerek insanları izlemeye alışık olduğumdan, gördüğümü bilmiyorlar ama olup biteni ben izliyorum. Adamcağız beni birine benzetiyor, karısına soruyor alçak sesle, kadın bir halta benzetemiyor, adam sinirleniyor karısına, ‘Yahu çıkaracağım, dilimin ucunda hani şey’ diye sinir yapıyor. Utanmasam dönüp ‘Ben sizin tanıyabileceğiniz biri değilim beyim, boşuna yormayın kendinizi’ diyeceğim, diyemiyorum. Neyse unutuyorlar zaten biraz sonra... Zaten bey asabi bu akşam. Ama bu sefer haklı. Tesiste yarım pansiyon kalıyoruz, sabah kahvaltısı ve akşam yemeği dahil, öğle yemeği ve içecekler hariç. Yani su içsen para!.. Bey, bir duble rakı istiyor, geliyor rakı ama su yok yanında. Hani suyu, deyince garson soruyor ‘Küçük su mu, büyük su mu istersiniz?’ Adam da haklı olarak kızıyor. ‘Dünyanın neresinde rakı istesen, suyu da yanındadır. Rakıyı ayrı suyu ayrı sipariş edeni hiç duymadım...” Kadınların kaderidir ya bu, mesele büyümesin diye münakaşayı kendi sürdürmeye çalışıyor kadın, topu adamdan alıp... Neyse ki tesisin yeme-içme görevlisi onlara hak veriyor. Hanım da rahat bir nefes alıyor. Ben de başka masaya geçiyorum bu sayede...

Haberin Devamı

MERAKLISINA...

Havuz başında, tek başına oturan şu kadın. 43-44 yaşlarında olmalı. Fiziği epey düzgün. Başında minik bir ‘şapo’, beyaz keten düşük belli pantolonu, oturduğunda Hürriyet yazı işlerini tahrik edecek gibi göz alan G-sting mi diyorlar G-sittirink mi neyse öyle bir ip-mayo ve hele hele o pembe bluzu. Önü, göğüslerini az buçuk ‘ima edecek’ kadar dekolte, omuzları düşük bir tişört aslında. Nasıl tarif etsem, böyle şeylerin adını da bilmem ki ben, hani... Durun kız kardeşime sorup da öğreneyim, bir dakika. ‘Karpuz kol’ denirmiş öyle kısa fırfır kola. ‘Kayık yaka bazen geniş olur, öyle olunca bluzun kolu omuzda durmaz düşer’miş. İşte böyle bir pembe bluz. Omzu açık bırakarak düşük durması gereken kol yukarı çıkınca, bizimki çaktırmadan etrafa bir göz atıyor, kimse görmeden hoop... kolu yine indiriveriyor aşağı, böylece güneş yanığı şeftali tüyü omuz görüş ve emirlerinize amadedir yeniden. Avlunun ortasında, minik havuzun başında inatla tutunuyor tek kişilik masasıyla. Uzun döner kuyruğu etrafından dönüyor, diğer masalardan tecrit ediyor onu, ama inatçı, terk etmiyor merkezi pozisyonunu. Arada oynaşan çocuklara fırça atıyor, ama çok gürültü ediyorsunuz, diye, bakıyorum ‘Ay aman, çocuk mocuk, kim uğraşacak benim vaktim bana yetmiyor zaten’ tipi var hakikaten. Ertesi sabah, yine tek başına, yüzme havuzunun kıyısında güneşlenir görüyorum onu. Fosforlu pembe bir bikini. Biraz ‘gör-beni’ renginde hani. Bu sefer bir de bandana başında... Kitabını okuyor. Ama gözü kitapta değil. Hayır hayır, hemen ‘aranıyor’ filan demeyin sakın, Allah için yok öyle bir şey. Zaten bir kaşı havada, yüzünde küçümseyen bir ifade, üstelik hani şimdi çok moda ‘mürebbiye’ tipi ince uzun gözlükler var ya, kalın çerçeveli, böyle kızıl bir gözlük yüzündeki ifadeyi daha da sertleştiriyor... Hem dikkat çekiyor hem de ‘dokunmayın bana’ diyor, yani hem gaza hem frene basıyor. Erkekler için zor iştir. Uğraşmaya hem değer, hem değmez. Hani otomobil ilanlarında derler ya, ‘Meraklısına!..’

Haberin Devamı

SEYREDEBİLSEM, ANLATACAĞIM DA...

Bazı çiftler vardır, ‘Yahu bunlar nasıl birbirini bulmuş böyle’ diye hayret edersiniz. Köşedeki aile öyle. Karı koca, kardeş de olabilirler, o kadar benziyorlar birbirlerine. Haliyle çocuklar da aynı fabrikadan çıkma. Hani Turgut Özal fizyonomisinde, kalın ve kısa (güdük diyelim kısaca), boyunsuz, bol kara kıllı, koca ve çocuklar da anne kadar memeli, kilodan ve (söz konusu) uzuvların kısalığından kollarını ve bacaklarını bitiştiremeden, paytak paytak yürüyorlar. Açık büfe yiyoruz ya sabah ve akşam, Trigano’nun ‘ne yersen ye’ felsefesini ‘ne kadar yiyebilirsen ye’ şeklinde yorumluyorlar ailece. Büyük tabakların alabildiği kadar, hepsi birbirine karışmış zeytinyağlı, salçalı, kremalı, etli, börekli... yedi sekiz çeşit yemek, üç tabak, dört tabak, ulan artık tatlı da yiyemezler herhalde derken her çeşidinden birer tane... Uzatmayacağım, ‘beslenme’ fiilleri çok iştah açıcı değil. İnsana ‘Hayvanlar Çiftliği’ndeki Napolyon’u hatırlatıyor!

Haberin Devamı

MERDİVEN ISRARI DİKKATİMİ ÇEKİYOR

Şakaklarına kar mı yağmış ne, o uzun boylu, eskiden çok yürekler yakmış ayağındaki bey de, yanındaki ince uzun Slav kadınıyla gurur mu duysun, ‘Bu yaşta demek ki hâlâ adamda iş var ki...’ diye düşünenler olur, olmadı ‘Demek ki herifte iyi para var...’ diyenler çıkar hiç olmazsa, bu ihtimaller iyi de, ya kadına ayıptır söylemesi ‘nataşa’ gözüyle bakan olursa diye de huzursuz... Genç garsonların güler yüzlü alakasına ondan tepkili biraz... Daha doğrusu ben huzursuzluğunu buna veriyorum, benim bilmediğim fizik sebeplerden dolayı bir keyifsizliği de olabilir karnını içeri çekerek dolaşan ve belli ki her sabah mekik çeken bu beyin, zaten dikkat ediyorum merdiven çıkamadığı için asansörü bekliyor devamlı. ‘Merdiven çıkamaması’ ... acaba? Anlarsınız ya...

Haberin Devamı

VE CANLARIM BENİM!

Ve son olarak duvar dibine sipere girmiş bir genç çift. Ya balayı, ya ilk ‘kendi paralarıyla’ tatil... Sabah kahvaltılarını utana sıkına bol tutuyorlar, biliriz biz de geçtik bu yollardan, öğlen çok acıkmasınlar diye. Genç kadının mayosu, hani içindekinin güzel gönlünü, mütevazılığını göstermek ister gibi, tek parça çiçekli ve altı etekli... Gözünüzün önüne geldi mi? Biraz kocaman poposunu da örtüyor böylece. Öğlenleri acıkmamış gibi yapıyor, ama genç kocanın ağırına gidiyor karısına adam gibi bir yemek yedirememek, hamburger mönüsüne uzun uzun bakıyorlar. Mahcup olacaklar, yoksa içimden geçiyor, ‘Biz de sizin gibi genç evlilerdik bir zamanlar, biz de mönüye bakıp cebimizdeki yetiyor mu diye hesabını yaptık... Hadi gelin, bu öğlen de Serdar Abiniz’in misafiri olun’ demek, cesaret edemiyorum. Genç kadın kelebek kanadı gibi kırılgan, genç koca henüz rahatlamamış, gergin...

...

Haberin Devamı

İnsanları seyrediyorum. Tatil yapmak için fedakarlık etmiş insanları. Tatillerini ‘ne olursa olsun’ güler yüzle, keyifle geçirmeye karar vermiş insanları.

“Bak Melahat, kırk yılda bir tatil yapıyoruz, cimrilik etmeyelim bu sefer. Bok canına olsun, bir yerden kısarız sonra, ağzımızın tadıyla bir tatil yapalım çocuklarla...”

... da, güzeller güzeli Melahat gerçekçi. Hem karısı ve çocukları için para harcamak isteyen kocasına ısınıveriyor yüreği, hem de ... cebindeki parayı biliyor Melahat!

Oyunun kuralı bu. O güzel adam ‘Hadi gel, öğlen bir yerde balık yiyeyim’ diyecek, o güzel kadın ‘Sabah çok kahvaltı ettik vallahi, ben bir meyve yiyeceğim o kadar...’ ve çocukların kulağına fısıldayacak babaları banyoda traş olurken, ‘Bana bakın, burada Cola’ydı Aysti’ydi filan ateş pahası. Devamlı bir şeyler istemeyin babanızdan...”

İyi kötü, böyle mükellef bir tatil yapabildikleri için mutlu...

Ama o tatilin nelere mal olduğunu unutmadıkları için hüzünlü insanlarım...

Benim insanlarım...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!