Güncelleme Tarihi:
Onunla sözleştiğimiz saatte buluşuyoruz. Röportaja geçmeden keyifli bir sohbet gerçekleştirirken sol kolundaki t- shirtinin altında göz kırpan dövmeyi görünce t-shirtinin kolunu kaldırıyorum. Veeee o da ne! Kızı Zeyno’nun adını dövme yaptırmış. ‘Acımadı mı’ diyorum. ‘Acıdı ama ona değer’ diyor. Ve laf lafı açıyor. Tamer’le; yönetmenliğini yaptığı filminden, kariyerinden, motosiklet tutkusundan, kızından, aşktan ve hayatından konuştuk.
Tamer Karadağlı, bu kez oyunculuğunun yanı sıra yönetmen koltuğunda. ‘Süpertürk’ten bahseder misiniz?
Olağanüstü güçleri olan Ekber adındaki bir süper kahramanın hikayesi… Uzayda patlayacak olan gezegenden dünyaya gönderilen iki kapsülden biri, çocukları olmayan çiftin bahçesine düşüyor. Çift de, kapsüldeki bebeği sahipleniyor. 17 Şubat'ta vizyona girecek.
Filmde sizden başka kimler var?
Arzu Balkan, Suna Keskin ve Atilla Arcan, Buket Dereoğlu, Necmi Yapıcı, Cem Emüler ve Murat Serezli ile rol alıyoruz.
‘Çocuklar Duymasın’ dizisiyle sezon devam ediyor. Peki çocukluğunuza dönüp baktığınızda…
Ben mutlu bir çocukluk geçirdim. Annemle sinemaya giderdik. Sinema sevgim o zamanlardan… Büyük bir aileyiz biz; kuzenler, amcalar, hafta sonu Pazar yemekleri…
ÇOCUKKEN UZUN SAPSARI SAÇLARIM VARDI!
Sizin çocukluğunuz Amerika’da geçiyor ve ilkokul 3. sınıfta Türkiye’ye dönüyorsunuz. Döndüğünüzde iki kültür arası geçişte bir travma yaşadınız mı?
Ciddi bir travma yaşadım aslında. Çünkü Türkiye’ye döndüğümde uzun sapsarı saçlarım vardı, kesildi. Kolejde, forma olarak takım elbise, kravat filan… Bunlar ciddi bir travmaydı benim için. Liseye geldiğimde ailemden beni tekrar Amerika’ya göndermesini istedim Lisede Amerika’ya gittiğimde de bu sefer Türkiye’yi özledim. Çünkü her ne kadar burada uyum sorunu yaşasam da bana katmış olduğu o kadar çok şey vardı ki… Liseden sonra geri döndüm. Ama her yıl gidip geliyorum Amerika’ya.
ÇÖLLERİ SEVİYORUM
Bu yaz da kuralı bozmadınız ve Amerika’ya gittiniz. Orda çölde jeeple gezmeyi seviyormuşsunuz. İyi de neden çölde? Genelde Amerika’ya gidenler eğlence ve macera için gider. Siz de çöllere…
Bazıları çöl sever, bazıları deniz… Ben çölleri seviyorum. Denizden nefret etmiyorum tabii ama çöl bana daha bir huzur veriyor, daha bir hoşuma gidiyor. Yapı meselesi her insanın yapısı farklıdır.
Peki bu Amerika dönüşlerinizde heybenize attıklarınız neler?
Kendimle yalnız kalmak hoşuma gidiyor. Bir süre vakit geçirdikten sonra Türkiye’ye dönüşü çok güzel oluyor. Her ne kadar Amerika’ya sık sık gitsem de, Türkiye’ye dönüşü çok seviyorum. Özlemiş oluyorum. Ne kadar güzel bir ülkede yaşamış olduğumu görüyorum. Bunu hissetmek için ille de Amerika’ya mı gitmek gerekiyor? Değil aslında ama arada küçük kaçamaklar güzel olabiliyor.
ŞOV DÜNYASININ İÇİNDEYSENİZ DERİNİZİN KALINLAŞMASI VE DE HİÇBİR ŞEYİ CİDDİYE ALMAMANIZ GEREKİYOR!
Bir dönem başınıza gelen tatsız olaylar sonrasında tekrar su yüzüne çıkabilme gücünü size veren nedir?
Bu güç insanın kendi içinde saklı olan bir güç. Zaman zaman hayat size farklı yansımalarda bulunabilir. Hayat her zaman açık hava, güneşli hava demek değil. Hepimiz zaman zaman hayatta bazı krizler yaşıyoruz. Ama önemli olan yaşanan krizlerden ziyade onlarla baş edebilme gücünü kendinde bulabilmek ve gösterebilmektir. Eğer o fırtınalarda ayakta kalabiliyorsanız, okyanuslarda yüzmeye alışmışsanız o zaman derelerde boğulmuyorsunuz. Bu da başka bir güç yaşatıyor size. Tabii ki insanın çok üzüldüğü zamanlar oluyor ama şov dünyasının içindeyseniz bu baş ağrılarına alışmanız gerekiyor. Derinizin kalınlaşması ve de hiçbir şeyi ciddiye almamanız gerekiyor.
İNSANIN DOĞASI SU GİBİDİR!
Peki, sevdiğiniz, güvendiğiniz bir insanın sadakatsizliğiyle karşılaştığınızda tepkiniz ne olur?
Ben olaylar karşısında, şöyle davranırdım, böyle yapardım demeyi çok doğru bulmuyorum. Çünkü bir olayla karşılaştığınızdaki o anki halet-i ruhiyeniz önemli. Şimdi ben şöyle yaparım derim ama karşılaşınca tepkim öyle olmayabilir. İnsanın yaşı ilerledikçe galiba biraz daha sakinleşmeyi ve biraz daha mantıklı adımlar atmayı öğreniyor. Bende de öyle oldu. Özellikle de kızım olduktan sonra o kadar fevri davranmayabiliyorum. Hayatı aslında çok fazla ciddiye almıyorum. İnsanın doğası su gibidir aslında. Önünüze bir taş çıktığında, onun çevresinden dolanır ve kendi yolunu bulur. Önemli olan taşın şekli değil senin o taşı nasıl aştığın…
TELEVİZYONDA YAPTIĞIMIZ İŞLERİN SANATSAL DEĞERİ YOK!
Roller çok sevildiğinde oyuncuların üzerine yapışıyor ya, hal böyle olunca da aynı tarz roller geliyor çoğu oyuncuya. Ve oyuncu her rolü oynar diye bakılan bir mantık da var. Ne diyeceksiniz?
Bir rolün inandırıcı olması için çalışırsınız. O rol üzerinize yapışır, ama inandırıcıysa, sevilirse. Ben ‘Taşfırın erkeği Haluk’ rolü üzerime yapıştığı için bundan rahatsızlık duymuyorum. Dediğin gibi ‘Oyuncu her rolü oynar’ gibi bir mantık da var sektörde. Hayır, oyuncu her rolü oynamaz. Ya da oynayabilir ama ben her rolü oynamak istemem. Televizyonda yaptığımız işlerin sanatsal bir değerinin olduğuna inanmıyorum.
Dizi devam ediyor. Şimdi yönetip rol aldığınız filmden önce, en son geçen yıl ‘Memlekette Demokrasi Var’ filminde rol aldınız. Güzel yemekler tadını damağında bırakır ya insanın. Peki rol aldığınız filmleri düşünürseniz sinemanın ruhunuzda bıraktığı tatlar?
Sinema filmlerini çok seviyorum. Geçen sene ‘Memlekette Demokrasi Var’ filminde çok kısa bir kaymakam rolü oynadım. Hem filmin yapımcısı - yönetmeni çok yakın bir ağabeyim. ‘Çocuklar Duymasın’ın ilk yapımcısı Süleyman Nebioğlu. Süleyman ağabey hem sohbeti çok keyifli hem çok dolu bir adamdır. Bana telefon ettiğinde, böyle bir projesi olduğundan bahsetti ve ‘Kısa bir rol, senin oynamanı istiyorum’ dedi. Ben de seve seve kabul etmiştim. Müjdat ağabeyle karşılıklı oynadık. Çok keyifli geçti.
Siz 2007 yapımı, Jon Keeyes tarafından yönetilen Living & Dying (Ölümle Dans) filmde, daha önce onu ‘Rezarvuar Köpekleri’nde seslendirdiğiniz Michael Madsen’le rol aldınız. Nasıldı onunla bu deneyimi yaşamak?
Güzeldi, çok keyifliydi. Onunla oynamak kadar o filmde olmamdaki asıl amacım Amerikalıların filmlerini hep seyrediyoruz, onlar nasıl çalışıyor’ bunu görmek, yaşamak ve deneyim için gittim. Çok da keyifliydi.
HOLLYWOOD’DA OLABİLMEMİZ İÇİN ERMENİ LOBİSİNİN KIRILMASI GEREK!
Peki sizce Türk oyuncuları Hollywood’da görmek neden bu kadar zor?
Çok zor. Çünkü bir kere orada yani Amerika’da sıfırdan başlaması gerek. Ermeni lobisini kırmak gerek. Çünkü Amerika’da yaşayan Ermeniler Türkiye’ye çok hoş bakmıyor. Oradaki yapım sektöründeki en büyük hissedar olan Ermeni asıllı yapımcıyla tanıştım ve bana nefretle baktı. Dolayısıyla bizim orada bir şeyler yapabilmemiz için daha çok çooooookkkk beklememiz gerekiyor. Lobinin yanı sıra Amerika’da Türkiye’nin tanıtımı da yetersiz.
İLLA EĞİTİMLİ OLACAK DİYE BİR KURAL YOK!
‘Eğitim bizdeki fazlalıkları, çapakları temizliyor’ diyorsunuz. Peki ya, eğitim almayan oyuncularla ilgili düşünceleriniz…
Eğitim ille de okulda olacak diye bir mecburiyet yok. İlla da okula gidip de eğitim almak değil, belli bir disiplini kendi içinde oluşturabilmek, hem iş disiplinini hem iç disiplinini… Eğitimin tabii ki önemli bir rolü var ama eğitim imkanı olmamış çok yetenekli oyuncular var. Kendini çok iyi yetiştirmiş oyuncular var. Dediğim gibi, illa eğitimli olacak diye bir kural yok. Öyle bir kurala inanmıyorum.
KENDİMİ O KADAR YAKIŞIKLI BULMUYORUM!
Oyunculukta yakışıklılığın dezavantajını yaşadığınız oldu mu hiç?
Bunu yakışıklı oyunculara sormak lazım. Kendimi o kadar yakışıklı bulmuyorum!
‘Dublajda rol yapmazsınız, yapılmış olan role hizmet edersiniz. Tabi ki tonlamanın Türkçe'ye uyması gerekir ama en önemlisi karakterin ruhuna zarar vermemektir." diyorsunuz ya. Bu cümlenizden yola çıkarak; nelerin size iyi geldiğini, nelerin ruhunuza zarar verdiğini söylüyor iç sesiniz?
Birçok şey vardır zarar veren ama ruhumu okşayan, ruhuma hoş gelen şeyler de vardır. Dolayısıyla ikisi birbirini her zaman dengeliyor. En önemlisi kızım. Kızımı düşündüğüm zaman hiçbir şeyin fazla önemi olmuyor. Ne işimin, ne oyunculuğun, ne dizinin, ne kariyerin… Önceliklerimin başında benim kızım var.
Motosiklet tutkunuzu biliyoruz. Motosikletin hayatınızın bir parçası olması nasıl…
Ben yaklaşık 25 yıldır motosiklete biniyorum. Özgürlük hissi, açık havanın verdiği haz, çimenin kokusu, ağacın, toprağın kokusunu ciğerlerinizde hissetmeniz… Rüzgarı yüzünüzde, vücudunuzda hissetmeniz çok keyifli bir şey o özgürlük hissi. Bunun yanında da benim için bir terapi gibi. Çünkü hayatın koşuşturmasından kendime ayırdığım zaman, stres atmak için birebir… 13 – 14 yaşında izlediğim, Peter Fonda’nın oynadığı 1969 yapımı ve Cannes Film Festivali’nde ‘En İyi yönetmen Ödülü’nü alan ‘Easy Rider’ filmini izleyince başladı bende motor aşkı. Ondan sonra bu tutkuya dönüştü ve gelişti. Şimdi de vakit buldukça, iki tane Harley Davidson motosikletim var, onlarla geziyorum.
HER ŞEYİ TAKMAMAYI ÖĞRENDİM!
Kendinizle ilgili neleri çok sonra keşfettiniz?
O kadar çok şey var ki… Mesela ben hep ‘Çocuğum olsa bir gün nasıl bir baba olurum? İyi bir baba olur muyum’ diye düşünürdüm. Çocuk sevgisi çok büyükmüş, ben kendimden böyle bir performans beklemiyordum açıkçası, bunu keşfettim. Her şeyi bu kadar takmamayı öğrendim. Zamanla öğreniyorsunuz bunu. İnsanın bir şeyleri kendinde keşfetmesi, yerleştirmesi kendi zamanıyla ilgili. Herkesin zamanı farklı.
HAYAT MUALLAK! YAPTIĞINIZ PLANLARLA SİZE DÖNMÜYOR!
Hayatınızla ilgili neler yerli yerine oturdu? Neler hala muallakta?
Güzel bir soru. Bir çok şey oturdu, birçok şey de muallakta. İkisi de birbiriyle iç içe girmiş durumda. Hayat zaten bir muallak! Hayatta hiçbir zaman plan yapmamayı öğrendim ben. Planlar tabii ki yapılabiliyor ama çok büyük planlar yapmamayı öğrendim. Çünkü o planlara göre hareket edilmiyor yahut hayat size öyle geri dönmüyor. Ama yerine oturan şeyler, yine kızımla ilgili örnek vereceğim; kızımın hayatımdaki yeri oturmuş durumda.
KARİYERİ ÖNEMSEMİYORUM! OYUNCUNUN KARİYERİ OLMAZ!
Peki ya kariyer…
Kariyeri çok önemsemiyorum. Dizide oynuyorum, dizi tutarsa para kazanıyorum. Oyuncunun kariyeri olmaz ki zaten, yaptığı işler vardır.
Şöyle bir düşündüğünüzde; hayatınızı en belirgin şekilde etkileyen olay nedir?
Kızımın hayatıma girmesi!
HESAPLI BİR ŞEKİLDE KONUŞMAM. HİÇBİR ŞEYİ LAF OLSUN TORBA DOLSUN DİYE SÖYLEMİYORUM
Neden Tamer Karadağlı’nın söylediği her söz gündem, attığı her adım olay oluyor?
Bilmem, ben gündem yaratmak için bir şey söylemiyorum. Hiçbir şeyi laf olsun torba dolsun diye söylemiyorum. Hesaplı bir şekilde konuşmadım, konuşmam da. Öyle algılanıyorsa ne mutlu. Söylediğim şeyler bir şekilde artı veya eksi değer veriliyor ki, bir cevap verilip gündemde oluyor.
O KADAR ÇOK ÇILGINLIK YAPTIM Kİ… HAYATTA ÇOK CİDDİ DÖNÜŞLER YAPTIM!
Hep sakin, ağır ve makul duruyorsunuz. Öyle misiniz gerçekten? Hiç çılgınlık yapmak, taşmak, ruhunuzu salmak istemez misiniz?
O kadar da sakın değilim aslında. O kadar çok çılgınlık yaptım ki… Hayatta çok ciddi dönüşler yapmışımdır. Yani hiçbir zaman stabil yaşamamışımdır.
EGO BİZİ KAMÇILAYAN BİR ŞEY! ŞOV DÜNYASINDA OLUP DA EGOSU OLMAYAN YOKTUR!
Hırslarınız ve egolarınız ne alemde peki?
Hırs ve ego… Oyuncu olup da, şov dünyasında olup da egosu olmayan yoktur. Ama egoları törpülemek önemlidir. ‘Aman, beni kimse tanımasın – etmesin’ diyemezsiniz. İşin doğasına ters olan bir şey o. Ego bizi kamçılayan bir şey! Ama dozunu çok iyi ayarlamak lazım. Törpülemek lazım ki, size zarar vermesin. Hırslar geri dönüp size zarar verecek hale gelmesin.
Peki her zaman her şeye karşı bu kadar cool musunuz? Delirdiğiz, zıvanadan çıktığınız olmaz mı hiç? Ne yaparsınız o zaman?
Teşekkür ederim öyle görünüyorsam, ama benim de delirdiğim zamanlar olmuştur, oluyordur da. Çıkarım yürürüm, yemek yaparım. Düşünür, sonra o konu ya da sorun neyse masaya koyar, üstesinden nasıl geleceğime karar veririm. Yani oturup bir köşede ağlamam.
Size neyi asla yaptırmak mümkün değil?
Parmak arası terlik giymem. Brokoli sevmem ama hayatta ağzıma sürmem değil… Erkekler için de gerekmiş.
EVLİLİĞİ BECEREMEDİM. EVLİLİK AŞKI ÖLDÜRÜYOR DİYE BİR ŞEY YOK!
‘Evlilik bana uygun değil’ diyorsunuz. Neden ki?
İşte beceremedim. Evlilik aşkı öldürüyor diye bir şey yok. Aşkı öldürecek çok fazla şey var aslında. ‘20 yıldır biz aşığız’ durumuna çok inanmıyorum açıkçası. Zaman içinde o aşk başka boyuta geçiyor. Sevgi, saygı şekil değiştiriyor. Güven duygusu başka bir şey… Aşkı kendi başına değerlendirmek lazımdır.
AŞIK OLURSAN OLURSUN, BUNUN HESABI YOKTUR! BURADA DA ‘ASLA’ DEMEMEK LAZIM!
‘Aşk nedir bilmiyorum’ diyorsunuz. Nasıl yani? Aşık olmadınız mı hiç? ‘Belki olmuşumdur da farkında değilim’ de başka bir cevabınız. Neler oluyor Tamer’in aşk cephesinde yani yürekte?
Olmuşumdur. Mutlaka olmuşumdur. Tarifi gayri tabirdir. Ayakların yerden kesilmesidir. Bunu hissediyorsan eğer aşık olmuşsundur. Hayatında aşk var mı yok mu, olunca anlıyorsun. Şu an daha sakin yaşıyorum. Aşka gönlüm kapalı. İşte beylik laflar vardır ya ‘Gönlümü kapattım’ derler ya. Benimki öyle bir şey değil. Onu kırmak da çok kolay, büyütmek de… Aşık olursan olursun, bunun hesabı yoktur. Burada da ‘Asla’ dememek lazım. Yarın öbür gün ne düşünürüm, evlenir miyim – evlenmez miyim bilemem. Buna kesin cevap vermek çok zor.
Aşkta; severek, sevilerek, ayrılarak, üzülerek bir şeyler öğreniyoruz ama çok küçük adımlarla ilerliyoruz. Nedeni ne olabilir bu küçük adımları büyütmemenin?
Kendime baktığımda ben kendimden çok memnunum. Aynaya baktığım zaman karşımda gördüğüm insanla çok barışığım. Beni ben yapan her türlü şey benim yaşadığım bütün güzellikler ve yaşadığım krizler, üzüntüler hepsi beni ben yapan unsurlar. Dolayısıyla üzülsek de, gülsek de her şey bize bir şey katıyor. Küçük adımlarla ilerliyoruz. Ne kadar yaşasak da hayat aslında çok kısa. Hiçbir şeyi fazla dert etmemeye inanıyorum. Hayatı doyasıya yaşamanın çok önemli olduğuna inanıyorum. Her şey insanlar için. Bu hayatı güzel yaşamak önemli. Geri dönüp baktığımda ‘Yahu keşke…’ demek istemem.
HAYATA DİKİZ AYNASINA BAKARAK GİTMİYORUM!
Hayatınızın dikiz aynasına baktığınızda neler size tebessüm ettiriyor?
Çok şey tebessüm ettiriyor. Bir kere artık ben hayata dikiz aynasına bakarak gitmiyorum uzun süredir. Ama arada bir gözüm takılırsa, zaten güzel şeyleri görüyorum. Beyin o kadar enteresan ki size hüzün veren şeyleri silip atıyor. Ve ben hep güzel şeyleri hatırlıyorum. Ailemle olduğum güzel zamanlar, sevgililerimi, karımı. Hep güzel şeyler var arkada. Sadece dikiz aynasına değil, ileriye bakarak ilerlemek daha önemli. Çünkü onlar orda, onları orda muhafaza etmek gerekiyor. Ama ilerde gülerek baktığımız gelecek var.
“İnsanın hayata bakışını gerçekten değiştiriyor çocuk. Bu kadar değişeceğimi tahmin bile etmezdim ben. Keşke daha önce bir çocuğum olsaydı! En büyük pişmanlıklarımdan biridir bu.” diyorsunuz ya. Başka pişmanlıklarınız?
Benim pişmanlıklarım yok artık. Ne yaşadıysam bilerek olmuştur. Üzülmüşümdür ama hayatın ve bunların bana verdiği her şeyde benim olgunlaşmama sebep olmuştur, beni ben yapan unsurlardır. Pişmanlıklara inanmıyorum.
ZEYNO BENİ BÜYÜTTÜ!
Zeyno, bir yaş daha büyüdü. Neler yapıyor bu aralar baba – kız?
Baba kız çok eğleniyoruz, şarkılar söylüyoruz, birlikte dolaşıyoruz. Zeyno, çok güzel resim yapıyor. 6 yaşında. Her günüm bir hazine her günüm ayrı bir keyif. Allah’ın bana verdiği en büyük mutluluk, en büyük hazine, en büyük güç. Bundan daha güzel bir duygu ben daha yaşamadım. Hayatımın mutluluk kaynağı, hayata bakışımı değiştirdi. Beni büyüttü Zeyno. Biz beraber büyüyoruz Zeyno’yla ben onu büyütüyorum zannederken o beni büyütüyor.
Röportajı deşifre ederken Tamer’in yönetmenliğini sormam gerektiğini fark ederek Arzu Balkan’ı aradım. “Tamer’in yönetmenliği nasıl?’ diye sordum.
Arzu Balkan: Tahminimden çok daha sabırlı ve sakin. Onun gözüne her zaman çok güvenmişimdir. En iyisini yapmaya çalışıyor. Umarım bu çabasının ve emeğinin karşılığını alır.