Güncelleme Tarihi:
Sergideki eserleriniz ve Gezi Parkı direnişi arasında ilişki kuruluyor. Eserleri ne zaman üretmiştiniz? Siz direnişi nasıl yorumluyorsunuz?
- Evet, tamamıyla benim dışımda gelişen bir şey oldu. Resimleri 2012’de bitirmiştim. Serginin tarihi, Galeri Siyah Beyaz tarafından 2012’de belirlenmişti. Sergiyle ilgili davetiye ve gazete de olaylardan çok önce basılmıştı. İlginç bir tesadüf oldu. Neyse ki fikirlerime karşı bir durum söz konusu değil. Kendimi, hiçbir zaman belli bir grup ve düşünce içinde hissetmedim. Ama anladığım kadarıyla, Gezi Parkı’ndaki herkes de böyle. Bu yüzden de uzaktan kalbim onlarla beraber. Ağaçların kesilmesine, ormanların yakılmasına, ülkemizin beton yığınına dönüşmesine, kültürel varlığımız ve tarihi yapılarımızın uzun yıllardan beri talan edilip, yakılıp, yıkılmasına, birçoğumuz gibi ben de çok üzülüyorum. Çeşitli kuruluşların tepkilerine rağmen, buna seyirci kalmak adeta bir suçluluk kompleksine kapılmamıza neden oluyordu. Kısacası, bu tepki, bu birikimin de bir sonucu diye düşünüyorum.
Bu süreçte direnişe destek veren sanatçılar eylem karşıtları ve hükümet tarafından olaylardan sorumlu tutuluyor. Siz bu tavrı nasıl yorumluyorsunuz?
- Sanatçılar, dünyanın her yerinde, her dönemde halkın ve yönetimlerin önünde olmuştur. Gerçek sanatçı duyarlıdır ve bu duyarlılığını sanatı vasıtasıyla paylaşma şansına sahiptir. Ve bu rolünü de sahiplenmelidir...
Siz ağaç figürü üzerinden neler anlatıyorsunuz?
- Ağaç resimlerine, bu sergide bulunmayan dört küçük resimle başladım.. İnsanla ağacın birbirine çok benzediğini ve sembolik olarak ağacı kullanıp, insanı düşünmek istedim. Tek başına resim yapma eylemi beni tatmin etmiyor. Hep bir düşüncelere dalıp, onları takip ederek çalışmak, daha odaklı kalmamı sağlıyor, beni daha çok tatmin ediyor. Ana temalarım ‘zaman’ ve ‘ışık’ geçmişteki sergilerimde olduğu gibi yine aynı olduğu için de insan hayatının gelmişini geçmişini, gelişimini düşünmek istedim...
Sergideki resimlerin dünyada ve Türkiye’deki sorunların baskısına ve yaşadığımız şizofrenik atmosfere rağmen resim yapmaya devam etme isteğinizin parçası olduğunu söylüyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?
- Sanatçı duyarlıdır, demiştim. Buradan devam edeyim. Sanatçı, sadece kendi kişisel sorunlarını, hislerini değil, aynı zamanda içinde bulunduğu devrin atmosferini de soluyan bir birey olarak, diğer grupların da hislerine tercüman olmak durumundadır. Dünyadaki, Türkiye’deki ve yakın coğrafyamızdaki sorunların baskısını hissetmemek imkânsız. Bütün bunlar, şizofrenik bir atmosferde yaşamamıza neden oluyor. Medyadan tahammül sınırlarımızı aşan haberler, fotoğraflar görüyor, aynı anda yaşamımıza devam ediyoruz. Ben bu şizofrenik durumu, serginin bir tarafında, akan zamanı ve bizim bilgimiz dışında gelişenleri sembolize eden dönen çarklarla, diğer tarafta da geçen/biten yaşamları sembolize eden ağaçlarla ifade etmek istedim.
17 adet çark resmettim. Bunları, yaşamın cilveleri nedeniyle, birbirini takip etmeyen 17 ayrı ayda tamamladım. Hepsini, ellerimi ve aynı renk boyaları, aynı fırçaları kullanarak, hiçbir yardım olmadan yaptım. Birbirine benzeseler de hepsi elle yapıldığı için çeşitli farklılıklar gösteriyor. Bu da benim resmin tekniğiyle ilgili ilgi alanlarımdan birisi.
Bir başka triptik resimde, ortada dallarıyla, gövdesiyle, kökleriyle bir ağaç var. Ağacın iki yanında da iki ayrı tuvale yapılmış parantezler. Bu parantezler, yaşamdaki sınırlarımızı görselleştirmek için bulduğum bir çözüm. Parantezler var ama çıkış noktaları da var.