İngiltere yanarken

Güncelleme Tarihi:

İngiltere yanarken
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 13, 2011 22:03

Neredeyse iki parçaya ayrılmak üzere olan yumurta kabuğu kucağıma düştüğü zaman pek umursamadım. Çünkü gözlerim başka bir yere odaklanmıştı.

Haberin Devamı

Karşımdaki adam buzdolabından aldığı sütle doldurduğu bardağına önce cömertçe vodka, daha sonra da kabuklarını bana yolladığı yumurtayı koydu. Johnny ‘Rooster’ Byron denilen adam içeceğini büyük bir iştahla içtikten sonra sahnenin diğer ucuna gitti ve oradaki kuyuya başını daldırdı. Sırılsıklam olan saçlarını sallayarak kurulamaya çalıştığı zaman saçlarından akan su da diğer seyircileri ıslattı. Kimseler umursamadı, çünkü herkes sahnede zamanımızın belki de en büyük aktörünü seyretmekle meşguldü...
Zor, mükemmeliyetçi bir adam olarak tanınan Mark Rylance şeytan tüyüne sahip oyunculardan biri. Tam bir sene önce ilk kez bu sayfada 51 yaşındaki Mark Rylance’dan bahsetmiş ve ‘Büyük Mark’ı izleyin’ demiştim. ‘La Bete’ oyunuyla adından söz ettiren oyuncu Londra’dan sonra New York izleyicilerini de kendine hayran bırakacaktı... ‘La Bete’ oyunu izledikten sonra ocak ayında yine bu sayfada ‘Dünyanın En İyi Aktörü Mark Rylance mı?’ başlıklı bir yazı yazmıştım. Bu yazıda 2011 Tony ödüllerinde bu sene Al Pacino’nun iki ciddi rakibi olacağını yazmış ve rakiplerden birinin ‘La Bete’ oyunundaki rolüyle Mark Rylance, diğerinin ise ‘Jerusalem’ oyunundaki rolüyle yine Mark Rylance olacağını yazmıştım.
Haziran ayında beklenmeyen bir şey gerçekleşti. Broadway sahnesine çıktığı ilk oyun ‘Boeing Boeing’le sadece üç yıl önce Tony ödülünü kazanan Mark Rylance çok kısa bir süre geçmesine rağmen bu yıl Al Pacino’yu geride bırakarak 2. Tony ödülünü kazanmayı başardı. Bir sezonda iki ayrı oyunda iki büyük performans sergileyen İngiliz oyuncunun başarısı her akşam Broadway’de Music Box Tiyatrosu’nu dolduran 998 izleyici içinse sürpriz değil... Mark Rylance ‘Jerusalem’ oyunundaki Johnny Byron rolüyle hayatının rolünü oynuyor.
ÇÜRÜME Mİ BAŞLIYOR
Günümüz İngiltere’sinde Wiltshire’de bir ormandayız. Johnny Byron bir karavanda yaşayan,  gençlerle eğlenen, su gibi içki içen ve partiler veren yetişkin bir adam. Kendisine sorsanız Johnny gelecek için umutlu olduğunu, gençleri ve tabiatı çok sevdiğini anlatır. Oysa bu adam çocuk denecek yaştaki gençlere uyuşturucu satan, 6 yaşındaki oğluyla hiç ilgilenmeyen sorumsuz biri aslında...
Johnny evini ve doğayı ne kadar sevse de oyunun başında polisler kendisine bu mekanı boşaltması için sadece 24 saati olduğunu söylüyorlar. Yıllar önce gözüpek bir motorsikletçi olan ve motorsikletiyle yaptığı gösterilerle küçük çapta bir üne sahip olan Johnny bir gün geçirdiği ciddi bir kaza sonucu topallamaya başlamış. Mark Rylance bu engele rağmen Johnny Byron karakterini büyük bir enerjiyle canlandırıyor. Zaman zaman sahnedeki adamın koyu, şeytani gözlerine baktığımız zaman içinde yanan ateşin hiç sönmediğini düşünsek de Mark Rylance bu adamı bir kahraman olarak oynamayı reddediyor.
‘Jerusalem’ oyunun yazarı Jez Butterworth ülkesinin geleceğinden kaygı duyuyor. İngiliz toplumunda bir çürümenin başladığını düşünen yazar büyük şirketlerin ormanları yok edip taş yığınlarını inşa etmek istediklerini ve bu yaratılan yeni şehirlerde insanların bireyselliklerini kaybedeceklerini düşünüyor. İngiltere’yi anlatan bu oyunun Amerika’da da en az İngiltere’deki kadar başarılı olmasının sebebi belki de benzer endişelerin dünyanın dört bir yanında duyulmasından kaynaklanıyordur...
Jez Butterworth oyununda böyle mi yaşamalıyız, yoksa bu adada daha farklı bir amaç için yaşanabilir mi sorusunu soruyor. Bu hafta İngiltere’nin çeşitli şehirlerinde çıkan isyanlar, kundaklamalar ve yangınlar bir şeylerin yolunda gitmediğini ve sınıf farklılıklarının büyük trajedilerle sonuçlanabileceğini gösterdi. Çağdaş İngiltere’nin manevi değerlerinden uzaklaştığını düşünen yazar Butterworth oyununda yeni evlere hapsedilecek gençlerin küreselleşen bu dünyada tabiattan uzak bir hayat yaşamakta zorlanacakları eleştirisini getiriyor. Peki, bu gençler için kaçış noktası o zaman çılgın, sorumsuz, hatta saatli bir bombaya benzeyen Johnny Byron gibi adamlar mı?
Yaşadığı kasabada her bardan kovulmuş olan, eski hatıralarıyla yaşayan, karavanı yerle bir edilmesine karar verilmiş olan Johnny Byron’ın ormanı terk etmesi için kasabanın yüzde 80’inin imza verdiğini öğreniyoruz oyunun sonlarına doğru. Oysa Johnny kasabanın sakinlerini tek tek tanıyor. Ormanda aşk mektuplarını yakan kadınlardan, ilk ve son öpücüklerini paylaşan aşıklara kadar herkesi hatırlıyor Johnny. Üç saat süren oyunda Mark Rylance’a eşlik eden John Gallagher Jr. ve Mackenzie Crook gibi oyuncuların da çok başarılı olduğunu söylemeliyiz ama ‘Jerusalem’ tek başına Mark Rylance’ın oyunu...
Johnny Byron, oyunun sonunda bir şiddet olayına maruz kaldıktan sonra oğlundan kimliğiyle gurur duymasını istediği sahnede tükenmiş ama yıkılmamış bir adam olarak karşımıza çıkıyor. Mark Rylance’ın yüzünde korku, şefkat, öfke ve gururu aynı anda görüyoruz. Jonny ‘Rooster’ Byron karakterinde Shakespeare’in Falstaff karakterinden izler de var... Oyun yazarı bu rolü Mark Rylance’tan başka hiçbir oyuncunun oynayamayacağını söylüyor. Karizmatik, korkusuz, tüyleri ürperten Mark Rylance bu trajik oyunda seyircileri düşündürdüğü kadar güldürüyor da... Mark Rylance büyüleyici, inanılmaz ve uzun yıllar unutulmayacak performansını 21 Ağustos tarihine kadar Broadway’de, 8 Ekim-14 Ocak tarihleri arasında ise yoğun istek üzerine oyunun ilk sahnelendiği Londra şehrinde Apollo Tiyatrosu’nda sergilemeye devam edecek.

Haberin Devamı

MOZAİK PROJESİ

Haberin Devamı

12 Temmuz akşamı İstanbulluların ilgisini çeken Terri Lyne Carrington, Angelique Kidjo, Dianne Reeves ve Lizz Wright’ın sahneye çıktıkları ‘Sing The Truth’ konserinde sadece davul çalmakla kalmadı, aynı zamanda gecenin müzik direktörüydü. Caz dünyasının saygın müzisyenlerinden Carrington ‘The Mosaic Project’ adını verdiği yeni albümü için davet ettiği 20 kadın sanatçı albümde enstrümanları çalıyor, şarkıları seslendiriyorlar. Aralarında Nona Hendryx, Sheila E., Patrice Rushen, Gretchen Parlato, Geri Allen, Dee Dee Bridgewater ve Esperanza Spalding’in de bulunduğu sanatçılar caz müziğin en başarılı isimleri ve bu projenin en önemli özelliği albümün yapımında sadece kadınların yer almış olması. ‘The Mosaic Project’de öne çıkan şarkılardan ‘Echo’yu Dianne Reeves, ‘Simply Beautiful’u ise Cassandra Wilson seslendiriyor.

Haberin Devamı

PUERTO RICO YAKIN MI?

2000’li yıllarda Belçika’ya gelen Gabriel Rios 1978 doğumlu. Belçikalıların çok sevdiği müzisyen pop müziği türündeki son albümü ‘The Dangerous Return’le Belçika ve Fransa’da ilgi görüyor. Sadece piyano, davul, perküsyon ve gitarın çalındığı albümün en iyi şarkıları ‘You Will Go Far’ ve ‘Dauphine’. Oysa bence Puerto Rico’da doğan ve bu yıl New York’ta yaşamaya başlayan Gabriel’in en iyi şarkıları ‘Ghostboy’ albümündeki ‘La Gran Siesta’ ve ‘Angelhead’ albümündeki ‘Tu No Me Quires’. Yoksa Puerto Rico bizim için Belçika’dan daha mı yakın?

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!