Güncelleme Tarihi:
PRODÜKTÖR ARİF MARDİN’İN PİYANO SÜİTİ İSTANBUL’DA SAHNELENECEK
DHA: Çok çok teşekkür ediyoruz. Bize zaman ayırdınız. Müthiş bir efsanesiniz. Tabi sadece Türkiye’de değil, dünyada öyle. Ama artık emeklisiniz. Özlüyor musunuz?
A.M: Hayır. Belki 1-2 proje yapıyorum oğlum Joe ile beraber, fakat sağlık durumum da o kadar iyi değil. Onun için çok memnunum çalışmıyorum. Anılarımı yazıyorum. Yeni müzikler hazırlıyorum. Bir şekilde güzel vakit geçiriyorum.
DHA: Ne zaman duyacağız inşallah?
A.M: Belli değil daha. Hazırlanıyor.
DHA: Peki başka projeleriniz de var mı? Konserler mesela?
A.M: Konserimiz var, evet. İşbank’ın hazırladığı, İstanbul’da 13 Mayıs’ta bir konserimiz var. Benim bir piyano süitim ve yaylı sazlar quartetim çalacak. Piyano suitimi Hüseyin Sermet çalıyor. Hüseyin Sermet’in ben doğumunda bulundum. Babası Cüneyt Sermet benim eski arkadaşım. Öyle bir eskiye gidiyoruz. Benim suitimi çalacak. Maalesef biraz yoğun olduğum için bu seyahati göze alamdım. Onun için oradaki bütün organizatörlere teşekkür ediyorum. Bilhassa Hüseyin’e ve Boğaziçi yaylı saylarına çok çok teşekkür ederim.
DHA: Böyle bir müzikal yeteneğiniz var, ama kendiniz fiilen müzisyenliği düşünmediniz galiba değil mi?
A.M: Hayır, hayır düşündüm, fakat hiç iyi bir piyanist değilim. İki cins piyanist vardır. Bir tanesi hakikaten icra eder. Biri de notalarla uğraşıp da beste yapar. Ben büyük Motzartlardan bahsetmiyorum. İşte ben böyle küçük küçük notalar yazıp, parçaları seçerim. Belki bir davette de birkaç kokteyl parçası çalarım. Yani benim klasik piyano icram kuvvetli değil.
EKONOMÄ°YE NÄ°YET CAZA KISMET
İstanbul’da ekonomi eğitimi almasına rağmen hayatının en büyük riskini alan ve ideallerinin peşinden giden Mardin ailesinin endişelerine rağmen eşi Latife Hanım ile birlikte soluğu Boston’da alır.
Mardin, Burçun İmir'e konuştu. |
ARİF MARDİN’DEN GENÇLERE TAVSİYELER: İDEALLERİNİZİN PEŞİNDEN GİDİN
DHA: Gençlere vereceğiniz bir nasihat var mı bu anlamda?
A.M: Ä°deallerinizi takip edin.
DHA: Bir yere götürür mü mutlaka?
A.M: İdeal götürür, ama bana çok telefonlar, yazılar geliyor. ’Efendim ben bunu yaptım. Ne olur bana yardım edin.’ Adamın CV’sini okuyorsunuz, ya da genç hanımın. Bir rezalet. Uğraşma. İngilizce bir tabir vardı. ’Keep your day job’ ’Yani rutin işinizi devam ettirin.’
DHA: Peki hiç korkmadınız mı? Amerika’da yalnız bir Türk.
A.M: Çok korktum, çok korktum. Bir de İstanbul’da babama ve aileye rezil olacağız. Eyvah, işte gittiler başarılı olamadılar. Bir de o var. Fakat Boston’da çok arkadaş kazandım, çok yardım gördüm. İşte bu arada Nesuhi Ertegün benim meğerse koruyucu meleğimmiş. O da perde arkasında beni takip ederdi Atlantic’e beni aldıktan sonra hayatım değişti.
DHA: Çok büyük bir şirket değil mi?
A.M: O zamanlar büyük değildi. O zaman idealist müzik şirketiydi. Caz ve iyi icra eden sanatçılar o kadar.
CAZ RUHUNU, POP MÃœZÄ°K KARNINI DOYURMUÅž
Arif Mardin’in büyük tutkusu Caz müziği. Çocukluğundan beri caz dinlemiş ama profesyonel hayatta bu müzik dalından ekmek yemenin zor olduğunu söylüyor. Pop müzisyenlerine prodüktörlük yapmaya da zaten böyle başlamış. Ancak pop müziğinin de yerini hip hopa bırakmasından çok rahatsız.
DHA: Siz aslında caz kökenlisiniz, değil mi?
A.M: Benim küçüklüğümden beri caz merakım vardı. 15-16 yaşımdan beri. O zamanın en önemli caz dahilerini dinlerdim. Ben çocukluğumdan beri hem caz, hem klasik müzik dinlerdim.
DHA: Nasıl oldu da sonra pop müzik prodüktörlüğü yapmaya başladınız?
A.M: 1963 yılında Atlantik şirketine girdim. Ahmet Ertegün’ün ağabeyinin asistanı olarak girdim ve ilk çalışmalarımızdan birinde dediler ki; ’Raskel diye bir grup var. Sizi ona tayin ettik’. Girdik stüdyoya çalıştık. Bir numara oldu. Dedim ki, ‘Bu işte galiba daha iş var. Caz biraz arka perdeye indi ve pop müziğine girdim, ama yine de hep devam ediyor. Hep caz parçaları yazıyorum. Avrupa’da Alman caz radyo istasyonlarının özel caz toplulukları vardır. Büyük orkestraları. Onlara çok parça yazdım. Onlar kaydedildi. Sonra ben burada da yeni projelerde çok caz yapıyorum.
DHA: Caz aslında kalıplarla ölçülebilen, değerlendirilebilen bir müzik dalı da değil galiba?
A.M: Caz hiç satmıyor Amerika’da.
DHA: Neden böyle?
A.M: Hep öyleydi.
DHA: Teknolojiye mi yenildi.
A.M: Hayır, teknolojiye yenilmedi. Kimsenin merakı yok. Hip hop istiyorlar.
DHA: Siz nasıl buluyorsunuz?
A.M: Rezil.
DHA: Türkiye’de bir dans yarışması var. Bilmiyorum hiç görme şansınız oldu mu? ’Benimle dans eder misin’ diye. Kanal D’de yayınlanan bir program. Burada da bütün tarz müziklerle genç çocuklar eğitmenlere haftalarca yarışıyorlar. Her hafta başka bir müzik eşliğinde dans ediyorlar. Orda da müthiş bir hip hop var. Herkes yapabiliyor. Ellerinin üzerinde dönebiliyorlar. Başlarının üzerinde dönüyorlar, ama bir vals yapan çıkmıyor aralarında.
A:M :Bu çok enteresan. Burada da bazı programlar var. Hip hop’la alakası yok. Fevkalade güzel dans eden insanlar çıkıyor. Yarışmalar filan, tangolar şunlar bunlar. Yani televizyonda belki daha fazla seçim var burada.
İNGİLİZCE ŞARKI SÖYLEMEKLE DÜNYA STAR’I OLUNAMAZ
Mardin’e göre uluslararası platformda sesini yükseltmek için gereken iki özellik profesyonellik ve gerçekçilik. Ä°ngilizce bilmenin Ä°ngilizce ÅŸarkı söylemek için yeterli olmadığını savunan Arif Mardin, ’kültür sindirimi’ gerekliliÄŸine inanıyor.Â
A.M: Arada bir Ahmet Ertegün ve beni eleştirirler. Kimsenin elini tutmadı. Bu dil, lisan meselesi. Tarkan bunu aştı. Dans parçalarından. Çünkü Tarkan çok yetenekli bir sanatçı. Fakat Türkçe söyleyen bir insanı ben burada lanse edemem. Bitti, yok, bitmiştir.
DHA: Sizin yaptığınız işi Türkiye’de yapan var mı?
A.M: Çok var
DHA: İyi yapıyorlar mı?
A.M: Tabi prodüktörler var. Muaf Abdullah var. Benim talebelerimden biri. Çok yetenekli, çok güzel parçalar yapıyor. Piyasa kelimesini kullanmayayım. Durumu bilmediğim için isim falan veremeyeceğim. Fakat çok var. Sezen fevkalade plaklar yapıyor.
DHA: Ama hiç kimse Grammy almıyor.
A.M: Yine dil meselesine geliyorsunuz. Bir Fransız artist Fransızca söyleyerek Amerika’da meşhur olmuş mu? Soruyorum size. Bir Alman, yalnız Almanca bilen birisi Amerika’da meşhur olmuş mu. İngilizce söyleyecek. Burada yaşayacak. Burada küçük gece kulüplerinde çıkacak.
TARKAN’IN YURDIŞINDA HER ZAMAN ŞANSI VAR
DHA: Türkiye’de Tarkan da İngilizce albüm yaptı. Piyasaya sürdü. Fakat özellikle Türk piyasasında Türkçe albümleri kadar tutulmadı. Yurt dışında şansı var mı sizce?
A.M: Tarkan’ın her zaman yurtdışında şansı var. Çünkü aynı zamanda Avrupa’da da tanınmıştı. Dans müziği yapar. Dans müziği bir kapıdır. Kapı açılır. Tarkan’ın şarkılarından biri Latin Amerika ülkelerinden birinde bir numara olmuştu.
HER ÇALIŞTIĞIM SANATÇIDAN BİRŞEY ÖĞRENDİM
DHA: Tornanızdan muazzam isimler geçmiş. Sizde en çok iz bırakan kimdir?
A.M: Hepsi. Çünkü ben onlarla hem çalışıyorum hem de onlardan öğreniyorum. Aretha Franklin’den black müziğin esaslarını öğrendim. İstanbul’dan gelmiş bir insan ’black churh’ müziğini nereden bilecek. Miller çok yetenekli. Hem çok güzel şarkı söyler, hem de aynı zamanda sanatçı, aktör. Oradan bir bestenin bir kelimesi üzerinde belki 10 yorum yapar. Bu kelimeyi böyle mi söylesem, böyle mi söylesem. Neşeli miyim bugün, hüzünlü müyüm bugün. Oradan neler öğreniyorum. O bakımdan, bütün bu sanatçılardan ben çok şey öğrendim. Bana çok kattı. Tabi Bee Gess, Phil Collins, bunlar muazzam sanatçılar. Ve yaptığım parçalar, sanatçılarla hepsinin özel bir yeri var.
DHA: Bir röportajınızda Norah Jones’u ben keşfetmedim diyorsunuz?
A.M: Etmedim. Bana getirdiler.
DHA: Ama herhalde bir farklılık getirdiniz ki daha sonra Norah Jones, ’Norah Jones’ oldu.
A:M: Norah Jones da çok yetenekli. Güzel bir çalışmamız oldu. Beraber çalıştık. Yani ben oturup ’ben bu kadını yarattım’ diyemem. Yok öyle bir şey. Norah Jones nasıl meşhur olmuş. Annesiyle otomobillerin içinde uyuyaraktan. Küçücük barların önünde gitarının alıyor. Şarkı söylüyor. Oradan oraya, en sonunda bir plak şirketi anlıyor, ’a bu kızda iş var’ diyor. Bunlar senelerce sürünüyorlar annesiyle otomobillerin içinde.
DHA: Norah Jones, Onunla çalışmak nasıldı?
A.M: Norah Jones. Evet. 2001-2002-2003 yıllarında çalıştım. Çok çok yetenekli, çok şeker bir hanımdır. Şimdi benim bir hayat projem var. 1955 yılında, yani bundan 50 yıl evvel rahmetli Sevinç Tevsin İstanbul’da İstanbul Radyo Orkestrasıyla rahmetli İsmet Sıral’ın yönetiminde bir şarkı yazmıştım ’No get for you’ diye. 50 yıllık şarkı. Yeni bir CD hazırlıyorum. Eski şarkılarım, yeni şarkılarım. Norah Jones onu söyledi. Oğlumla beraber ağlıyorduk. Yani öyle bir projem de var.
DHA: İlk baktığınıza anladınız mı? Bu kız olur dediniz mi?Mardin'e göre Norah Jones aynen basit küçük bir minyatür gibi oldu.
A.M: İlk bana Bruce Lundvall dedi ki, "Bu kızdan bir plak yaptılar, ama benim büromda dinlediğim gibi çıkmadı. Yalnız gitar kullanmışlar. Ben hatırlıyorum benim büromda çaldığı zaman piyano ve ses da ağır basmıştı." "Onun için bu albümü ben sileceğim ve sesi ve piyanosu ortaya çıkmış şekilde yeni bir albüm yap" dedi. Bana o günden kalan birkaç demoyu çaldı, büyülendim. Ne kadar güzel, hakkı var adamın. unutmuşlar gitarları kurmuşlar. Bu basit, güzel bir prodüksiyon olarak ortaya çıktı. Zaten Norah Jones şeyi sevmez. Şuraya yaylı sazları koyalım, Hayır efendim. Belki bir keman. Yani ben 20 kişi istiyorum, o bir kiş diyor. karma karışık birşey istemiyor. ben biliyorsunuz bütün plaklarda birçok yaylı ve nefesli sazlar kullanırım. Norah Jones aynen basit küçük bir minyatür gibi oldu.
BÄ°LGÄ°SAYAR Ä°CAT OLDU SES BOZULDU
DHA: Dışarıda mesela barlarda daha keşfedilmemiş çok yetenek vardır değil mi? Keşfedilmek neye bağlıdır? Yeteneğe mi şansa mı?
A.M: Bugünlerde çok deÄŸiÅŸti. Ahmet Ertegün’ün devrinde Ahmet bey bir bara gider bu çocukta iÅŸ var derdi. Ertesi gün gelir imzalar ve bir plak kontratı verilirdi. Çünkü ses ve yazdığı ÅŸarkılar.... Åžimdi bunları bilen insan yok. Åžimdi genç 25 yaşında ’A and R’ ( Artist ve Repertuvar) plak ÅŸirketlerinin genç müdürleri bundan hiçbirÅŸey anlamıyorlar. Ancak iÅŸte göğsünü açan bir kız olursa onlara. MüziÄŸin durumu o kadar iyi deÄŸil.Â
DHA: Yani artık ses bitti, müzik bitti gösteri mi başladı?
A.M: Zaten ses şimdi affedersin isim vermeyeceğim. Amerika da büyük sanatçılar var. Hiçbiri şarkı söyleyemiyor. Bilgisayarla bütün yanlış notalar düzeltiliyor.
DHA: Türkiye’de de bununla ilgili tartışmalar var. Bazı sanatçılara diyorlar ki aslında hiç sesi yok. Başka mesela fonda vokal olan kişilerin sesleri bildiriliyor ve ses düzeltmeleri yapılıyor deniyor. Nereye kadar gider? Böyle gerçekten kalıcı bir sanatçı oluna bilinir mi?
A.M: Şimdi şöyle söyleyeyim. Britney Spears falan gibi genç kızlar güzel dans ediyorlar ve gençler bunları bir eğlence, İngilizce ’entertainment’ dedikleri, yani gidiyorlar, işte iyi vakit geçiriyorlar bir akşam. Onlar ne şarkıyla ne sesle ilgili. Bu tür dansöz diyelim, sahnede iyi hareket etmesini bilen. Sesleri düzeltilmiş önemli değil benim için. Bunlar gençleri eğlendiriyorlar. Bunları bir tiyatro olarak düşünüyorum. Bu bakımda prodüktör gelmiş, bilgisayarla bazı notaları değiştirmiş. Ne yaparsa yapsın beni ilgilendirmez zaten ne seyrediyorum onları ne de dinliyorum.
DHA: Mesela Madonna dünyadaki en büyük isimlerden biri.
A.M: Madonna’nın sesi vardır. Madonna’nın sesi vardır. Madonna şarkı söyler.
DHA: Ve şov da yapıyor aynı zamanda.
A.M: Tabii ki. Şimdi bir şey daha var. Çok hareketli dans sahneleri. Zıplıyorlar. Aynı anda da besteyi söylemesi lazım. Orada arkada playback yapılmasını kabul ediyorum. Yoksa nefes nefese kalacaklar söyleyemeyecekler. Müsama gösteriyorum, yapılabilir. 1930’lu 40’lı yıllarda bildiğimiz Fred Aster dahi çok büyük bir step yaptığı zaman arkada orkestra çalarmış. Bu bakımdan dinleyiciye seyirciye bir eğlence veriyorsunuz. nefes nefese kalan bir atlet gibi.
’TÜRK MÜZİĞİ İNSANI ALIR OKYANUSLARA SÜRÜKLER’
Arif Mardin’in hayatı caz ve pop müziği ile geçmiş ama onun için Türk müziğinin, makamlarının yeri bambaşka. Türk makamlarını dinlerken kendisini bir okyanusa sürüklenir gibi hissettiğini söyleyen Arif Mardin, benzer bir müzik ruhunu bir de Amerikan zenci kilise müziği olan Gospel’da bulduğunu söylüyor.
DHA: Türk müziğiyle aranız nasıl?
A.M: Türk müziÄŸine bayılırımÂ
DHA: Türk Sanat müziği mi?
A.M: Tabii tabii...
DHA: Türkü sever misiniz mesela?Â
A.M: Herşeyi severim . Şimdi öyle bir şey ki Türk müziği hele bizim makamlarımız, tempolarımız sanki zannedersiniz ki derin bir okyanusun içinde gibi... Türk müziğinin, bildiğimiz piyano gibi değil, Batı müziği gibi değil. Onun bir incelikleri var. Böyle dinliyorsunuz, insan onun içinde bir okyanussa girmiş gibi oluyor.
DHA: Bu derinlik diğer müzik dallarında, yabancı, mesela Amerikan müziğinde yok mu? Belki Gospel’da biraz var?
A.M: Var. Söyleyeyim. Gospel’da var, bir de bilhassa eski saksofoncuların bir notasında çıkar. Ben Conner Walkins ve ya Ben Webster gibi bir nota çalarlar o da bizim rahmetli Aka Gündüz’ün bir ney notası gibi böyle hayatında geçirdiği tüm hüzünler ve ya mutluluk o notanın içinde. O bakımdan eski cazcıları da arıyoruz. Bu günlerde gençlerde öyle bir notayla sizi mest eden bir insan pek yok.
‘KÖKENİM KARIŞIK AMA BEN TÜRKİYELİ DEĞİLİM. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE’
DHA: Gelelim Türkiye’ye. Özlüyor musunuz Türkiye’yi?
DHA: Haberleri seyrediyorsunuz. Türkiye’nin gündemini takip ediyor musunuz? Buradan bakınca nasıl görünüyor?
A.M: Türkiye’nin gündemini takip ediyorum. Hürriyet’e aboneyim. Ben şimdi politik bir cevap vermeyeceğim.
DHA: Sanata, kültüre dair büyük bir yatırım var, eskisine oranla.
A.M: Çok memnunum ,ama hala ’Sen artist misin lan’ diyen insanlar da var.Şimdi benim damarlarımda Türk, Arap, Arnavut, Kürt hatta Fransız kanı var, ama ben Türk’üm. Türkiyeli değilim. Ben Atatürk çocuğuyum. Eskinin iyisini alarak ileriye bakıyorum. 7’nci asra yüzyıla körü körüne bağlanmıyorum. Ne mutlu Türk’üm diyene.
BİR DUVARIN ANLATTIKLARI: BİRAZ ÇİVİ, BİRAZ ÇEKİÇ, BOL BAŞARI
Mardin’in hemen hemen tüm zamanı çalışma odasında geçiyor. Her bir duvar, yılların boşa geçmediğinin göstergesi gibi. 12 Grammy ödülü evlatlarının fotoğrafları ile kütüphaneyi süslerken, boydan boya bir duvar altın, platin plaklarla dolu.
DHA:Bu ne muazzam bir başarıdır. Şu duvara baktığınızda ne görüyorsunuz?
A.M.: Şöyle söyleyeyim, merdiven, çekiç ve çivi. Çünkü ben astım bütün bunları. Hayatım burada aşağı yukarı, ama hayaım burada aslında (fotoğrafları gösteriyor) benim sevdiklerim. Eşim, oğlum. Bu Ömer Dormen’in kızı. Büyük dayısına afedersiniz bir işaret verdi. Ömer ve Ayşe Arman’ın.
DHA: Sizi en çok ne gururlandırıyor? Grammyler mi? Altın plaklar mı? Platin plaklar mı?
A.M.: 1990 yılı mı idi, unuttum. Wind beneath my wings, Bette Midler’ın parçası bir numara oldu ve Grammy kazandı. Grammy’yi aldık, birkaç tane mektup geldi. Ben karımdan ayrıldım, bu parçayı dinledim, tekrar buluştuk. Annem hastalıktan ölüyordu, bu parçayı dinledi çok rahat etti. Bunlar beni çok etkiledi. Yani aldığımız o metal parçası değil o yazılar beni çok etkiledi. BEn doktor muyum? Papaz mıyım neyim? Sanki bu insanlara yardım etmişim gibi hissettim. Şarkıyı da Bette Midler söyledi. Buna rağmen bana gelen o üç mektup beni çok etkiledi.