İngiliz sir, bana tecavüz edecekti

Güncelleme Tarihi:

İngiliz sir, bana tecavüz edecekti
Oluşturulma Tarihi: Nisan 10, 2005 01:12

Gazeteci Altemur Kılıç, hatıralarında yıllar önce İngiltere'de ciddi bir gazetenin yöneticisinin kendisine tecavüze kalktığını yazdı. Kılıç’ın ifadesine göre olaylar şöyle gelişiyor...

ROBERT Kolej’de okurken, derslere Nazi selamı eşliğinde ‘Heil Hitler-Yaşasın Hitler’ diyerek girdiğini belirten Altemur Kılıç, DP’nin son yıllarında Basın Yayın Genel Müdürü olduktan sonra, İngiltere’nin en önemli gazetelerinden birinin üst düzey yöneticisinin tecavüz girişimine nasıl maruz kaldığını anlattı. Kılıç kendisine tecavüze kalkan İngiliz Sir’ünün adını da kitabında yazdı. Kılıç’ın ifadesine göre olaylar şöyle bir seyir izliyor:

Kılıç, Başbakan Adnan Menderes’le görüşmek amacıyla Ankara’ya gitmek için beklerken, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu kendisini çağırıp ‘... gazetesinin yöneticisi Sir ....’ı davet etmişiz. Adam sahipsiz kaldı. Onu Hilton’da bul ve haklı davamızı anlat!’ diyor.

Kılıç, Hilton Oteli’ne giderek bu kişiyi buluyor ve öğle yemeğine davet ediyor. Yemekte de İngiliz Sir’üne Kıbrıs’tan başlayarak Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu sorunları anlatıyor. Ama Sir’ün aklı başka yerdedir ve birdenbire, ‘Türk erkekleri nasıldır?’ diye soruyor. Şaşıran Kılıç, ‘İyidirler’ diye geçiştirmeye çalışsa da Sir ısrarlıdır:

‘Ben erkeklere meraklıyım. Sen hiç denemedin mi? Eğer denemedinse neleri kaçırdığını bilmiyorsun.’

Aradan iki ay geçtikten sonra Altemur Kılıç görevli olarak Londra’ya gidiyor. Sir ..., Türkiye Büyükelçiliği Basın Müşaviri Yusuf Mardin aracılığıyla akşam yemeği için şatosuna davet ediyor. Kılıç atlatmaya çalışırsa da Mardin, ikna ediyor. Gerisini ise kendisinden dinliyoruz:

‘O gece hayatımın en müşkül anlarını yaşadım. Adam ‘Bütün hizmetçilere izin verdim, baş başayız’ diyordu. Yemekte, ben ‘haklı davalarımızı’ anlatmaya çalışırken, o cinsel tercihini bana satmaya çalıştı. Sonra da ‘Sana nadide kitaplarımı göstereyim’ diye ikinci kattaki kitaplığa çıkardı ve orada bana, salyaları akarak tecavüze kalkıştı! Adamı ya dövmek ya da anlamazlıktan gelmek gerekiyordu; ben ikinci yolu seçtim ama kendimi güç kurtardım, daha doğrusu, kapıdaki Yusuf Mardin’in zili beni kurtardı. Aynı durumda kalan hanımların ne kadar müşkülat çektiklerini de anlamış oldum. Türkiye’ye döndüğümde bu olayı Fatin Bey’e anlatınca merhum, ‘Yahu, ülkemizin áli menfaatleri için neden yapmadın?’ diye latife etti.’

Babası astı, o bağrına bastı

İNGİLİZ
okulunda (High School) okuyan Altemur Kılıç’ın en yakın arkadaşlarından birisi Şiar Yalçın’dır. Şiar Yalçın, Altemur’un babası Kılıç Ali’nin İstiklal Mahkemeleri’nde idam hükmünü verdiği Cavit Bey’in oğludur. İki çocuğun arkadaşlığı pek çoklarını şaşırtır, başta Şiar Yalçın’ın annesi olmak üzere pek çok kişi de bu arkadaşlığa karşı çıkar. Ama onlar vazgeçmezler birbirlerinden:

‘Sonradan öğreniyorum ki, Şiar’ın annesi Aliye Hanım, başlangıçta bizim bu dostluğumuzdan bir hayli tedirgin olmuş. Fakat Şiar’ın velisi Hüseyin Cahit (Yalçın), ‘Bırakın dost olsunlar!’ diye Aliye Hanım’ı ikna etmiş. Bizimkiler de o zamanlar bana ‘Şiar’ın evine sakın gitme! Aliye Hanım seni zehirler!’ derlerdi. Şiar’la dostluğumuza şiddetle karşı çıkan Çerkez asıllı Aliye Hanımefendi zaman geçince sevgili Aliye Hanım Teyzem oldu. Son yıllara kadar babamın-babasının konusunu, İstiklal Mahkemesi olaylarını Şiar’la hiç konuşmamıştık. Yalnız, bir akşam vakti Taksim’deki apartmanlarına gittiğimde, babasının Şiar’ın 18’inci yaş gününde açılmasını vasiyet ettiği bir paketi masa üzerinde açılmış buldum, babamın ve babasının karşı karşıya fotoğrafları o zamanın gazetelerinde önümüzde idi! İkimiz de bu rastlantıdan dolayı biraz rahatsız olduksa da hiç belli etmedik.’

Kolejde sınıfa ‘Heil Hitler’ diye giriyor

‘Nefis klasik piyano çalan ve evinde çok zengin bir plak koleksiyonu bulunan Profesör McNeal ve eşi bizi evlerine çaya davet ederler, piyano veya gramofonda, klasik müzik ziyafeti çekerlerdi. Bu çaylarda adabı muaşereti de öğrenirdik.

Şimdi düşünüyorum da bu büyük insanı özelikle ben çok üzmüşüm. Sabahları ilk ders onun dersiydi. Sınıfı da yatakhanemizin içine bakardı. Tunç Yalman ve ben geç uyanır, geç hazırlanır ve sınıfa ders başladıktan 10-15 dakika sonra girerdik. O kürsüsünden, herhalde bizim lağarlığımızı izlerdi. Sınıfa girdiğimizde, çoğu zaman benim tahta çantamın kapağı açılır, içindekiler büyük gürültüyle yere saçılırdı. Profesör McNeal de döküntümü toplamamı sabırla bekler ve büyük terbiyesizlikle ‘Heil Hitler!’ demem karşısında yaptığı gibi, sadece hafif sesle: ‘Must you Mr. Kılıç!-Bunu yapmalı mıydınız?’ demekle yetinirdi.’

Marlon Brando’nun marifetleri

EN yakından tanıdığım Marlon Brando oldu. 1968’de Paris’te, 2 ay kadar, tabir caizse ona hamilik ettim. Onu Finlandiya’ya götürdüm. Ben o yıl, Paris’te UNICEF, BM Çocuklara Yardım Teşkilatı’nın Paris’teki Enformasyon Bürosu’nun başında idim. Birçok ünlü yıldız UNICEF’in ‘iyi niyet elçileri’ olarak tertip ettiğimiz galalarda ‘sahne alırlardı.’ Brando, UNICEF ‘elçiliğine’ kendisini fazlaca adamıştı ve galaların organizasyonunda, diğer yıldızları bulmamıza yardım ediyordu. Eşiyle Paris’e gelmiş ve benim tuttuğum apartmana yerleşmişlerdi. Çok yumuşak, güç işitilebilen bir tonda, adeta Godfather (Baba) filmindeki mafya babası gibi kısık konuşurdu. Hele telefonda anlamakta güçlük çekerdim. Parasının hesabını bilmez, cebinde para taşımazdı. Bir gece yarısı telefon çaldı. Kısık sesle, ‘Altemur, param bitti bana lütfen para getir’ dedi. Birisi şaka yapıyor sandım. Ama o idi. Parayı istediği yere götürdüm. Apartmanının adresini unuttuğu olur, ben gidip onu evine götürürdüm.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!