Nuran ÇAKMAKÇI/ncakmakci@hurriyet.com.tr
Oluşturulma Tarihi: Aralık 13, 2009 00:00
Hilmi Emekli, 25 yıllık imam. Son iki yıldır, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da zaman zaman gittiği, Kasımpaşa’daki Büyük Piyale Paşa Camii’nde görevli. Fakat Hilmi Hoca’nın imamlık yanında birkaç meşgalesi daha var: Filipinler’de dalış yapan bröveli bir dalgıç, dereceleri olan kara kuşak bir Kung-Fu’cu, Doğa Okçuları grubunun has elemanı ve Türkiye’nin sayılı sedef kakma ustalarından.
Bu kadar çok kimliğinizin olması karışıklık yaratmıyor mu?- Hem sanatçı, hem sporcu, hem de imam olmam sıkıntılar yarattı. Geçmişten gelen gelenek... Hoca camide kalıp, sosyal hayata pek müdahale etmeyecek, hoplayıp zıplamayacak. Yani spor yapmayacak! İster istemez haksız, olumsuz eleştiriler aldık. Ama hoca namazı kıldır bir kenara çekil olmaz. Bizler sürekli toplumun en önünde yer almalıyız. Camiye anaokulu öğrencisi de, lise talebesi de gelmeli. Benden faydalanmalı, ışık almalı. Ona yol göstermeliyim. Biz kendimizi topluma ifade edemedik, yeni nesille kucaklaşmada zorluk çektik. Bizden sonraki nesiller daha şanslı. Daha hoşgörülü ortamda yaşadıkları için daha mutlu.
Diyanet çevreniz nasıl karşılıyor bu durumu?- Ben hep şunu söylerim: İmam, toplumun önündeki değerleri bilmeli. Hiçbir şey konuşmasını bilmeyen, yaşamasını bilmeyen, sanattan anlamayan, kendini ifade edemeyen, sindirilmiş bir kişi olursa kendi bindiği dalı keser. Sadece imamlar değil, öğretmenler, askerler, polisler de toplumun temel direkleri. Bu direklerin sağlam ve zinde olması lazım ki inşa ettiğimiz bina ayakta dursun.
Yani sanat için sanat değil, toplum için sanat diyenlerdensiniz...- Sanat, bana hep huzur kazandırdı. Mutlu olduğunuz işi yapmak kadar keyif veren bir şey olamaz. Sanat bana güzel bir çevre ve dostluklar kazandırdı. Allah bana böyle unutulmaya yüz tutan bir sanatın sorumluluğunu yükledi, bunu böyle başarıyla götürmenin keyfi de bir başka doğrusu... Bizim toplumumuzda en büyük eksiklik özgüven. Toplum olarak başarılı olabilmemiz için bu korkaklığı üzerimizden atmamız lazım. Uzakdoğu sporları, yüzme, dalgıçlık ve diğer sporlar da insanlarda özgüven sağlar.
Sanat dünyasını ne kadar takip edebiliyorsunuz? - Çok uyduruk eserler yüksek rakamlara gidiyor. Bazı alışveriş merkezlerinde Çin’den gelen tahta, tenekeler görüyorum. Evlere bile sokulmaz ama satılıyor. Bizim sanatkarlarımız, kültürümüzün derinliklerinden gelen güzellikler önemsenmiyor. Mobilya sanatkârları, oymacılar perişan. Çünkü yıllarca ihmal edilmiş.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu size tam destek veriyormuş, doğru mu?- Camide tek görevli olarak hizmet veriyordum. Koca camide tek başınıza bir iş yapabilme imkânınız yok. Bir yere gidemezsiniz. Arkanızda bir sorumluluk var. Tam meslekten ayrılma noktasına gelmişken Diyanet İşleri Başkanımız Ali Bardakoğlu, “Sen, bizim sanatımıza sahip çıkıyorsun, biz sana sahip çıkmalıyız” diyerek bana destek oldu. Beni iki görevlisi olan bu camiye atadılar. Sanatla uğraşanların her teşkilatta desteklenmesi lazım. Sadece Diyanet’te değil, polis, asker, öğretmen, doktorlar arasından da sanatkârlar çıksın.
Üzerinde çalıştığınız yeni bir projeniz var, öksüzler ve yetimler için...- Büyük bir atölye kurmak istiyorum. ÜSİAD (Üretken İş Adamları ve Sanayiciler Derneği) Başkanı Ahmet Ortatepe ile bir proje hazırladık. Yetiştirme yurtlarından alacağımız öğrencileri sedefkâr olarak yetiştireceğiz. Böylece onların hayata daha özgüvenli sarılmalarını ve mutlu olmalarını sağlayacağız.
1- SEDEFKÂR HALİHilmi Emekli’nin ailesi 1960’ta Sinop’tan İstanbul’a göç etti. Ailenin dört çocuğundan biriydi. Gültepe’deki Harmantepe İlkokulu’nu bitirince fabrika işçisi olan babası onu Şişli İmam Hatip Lisesi’ne kaydettirdi. Emekli, daha lisedeyken Mimar Sinan Üniversitesi’nin hat hocalarından Mahmut Öncü’den hat dersleri aldı. Bir dostunun yanında sedefkârlığı gördü. Sapı kırık kıl testereyi ilk kez eline aldığında 26 yaşındaydı. Tutku halinde bağlandığı bu sanat için gece gündüz çalıştı. Şu anda Türkiye’nin sayılı sedef ustalarından. 2.5 sene önce kurduğu Hazer Antik’te 14 kişiyle bu sanatı icra ediyor. Cemaate namazı kıldırıp, vaazını verdikten sonra atölyesinin yolunu tutuyor. Şu sıralar Selçuklu dönemine ait 90’ı aşkın eserin temizlenmesi ve tamiriyle meşgul. Ama ünü Türkiye’yi aştı bile. Katar Emiri’nin kız kardeşi Hessa al Thani, sanatının en önemli hayranlarından. Dubai ve Suriye’deki saray mobilyaları için kapısı çok çalınıyor, yurtdışından sipariş üstüne sipariş geliyor.
2- DALGIÇ HALİSedefkarlığı öğrenmek için dalgıçlığa da adım atan Emekli, hazırladığı eserlerde kullandığı fildişi, mercan ve sedef gibi malzemeleri bulmak için Filipin Adaları’nın yolunu tuttu. Bu sıcak denizlerde bröveli olarak dalış yaptı. Bu kez de dalgıçlığa merak sardı. İstanbul’a gelir gelmez soluğu özel bir kursta aldı. Brövesini aldıktan sonra tekrar gittiği Filipinler’de bu kez Cebu ve Maktan adalarında dalış yaptı: “Filipin Adaları’nda 20-25 metreye kadar indim. Çok daha derini bizi aşıyor. Can hepsinden kıymetli, daha fazla risk almadık. Dalarken bambaşka âleme geçiyorsunuz. Sedeflerin çıktığı o güzellikleri görmek için biraz mücadeleci olmak lazım. Korku, endişe, kaygıyla o âleme giriş yaptım. Ama o denizin altındaki güzellikler müthiş.
Balık sürülerini ellerimizle besledik. Bu güzelliklerden insan kaçmamalı, imkânı olan herkesin cesur olması, diplere dalıp o güzelliklerle buluşması lazım.”
3- OKÇU HALİ
İmam Emekli’nin son zamanlardaki tutkusu okçuluk. İki yıl önce yine bir arkadaşının etkisiyle başlamış. 15 günde bir grubuyla beraber antrenman yapıyor. Özellikle kış günleri diş hekimi, avukat, esnaftan oluşan ekiple Belgrad Ormanları’nın yolunu tutuyor. Kendilerine “doğa okçuları” diyorlar. Çay demleyip, sucuk ızgara yapıyorlar. Hilmi Hoca “Ok takımları sürekli atölyemde bulunur. Arkadaşlarla toplanıp Belgrad Ormanı’na gideriz. Kaynaşır, stres atarız. Millet olarak okçuluk konusunda ciddi eksiğimiz var, üzülüyorum. Okçuluk semt adlarında kaldı. Okmeydanı’nda yaşıyoruz, Nişantaşı’nın dibinde büyüyoruz. Ama ata sporu okçulukta dünya çapında bir sporcu yetiştiremiyoruz” diyor.
4- KUNG-FU’CU HALİOrtaokul yıllarında Türkiye’yi kasıp kavuran Uzakdoğu filmlerinin de etkisiyle, bir savunma sporu olan Kung-Fu dersleri almaya başladı. Zeki, çevik ve ahlaklı: 1983-1984 yıllarında Türkiye 2’nciliği ve İstanbul 3’üncülüğü var. Vus-Hu dalında 2. Dan’a kadar yükseldi. Dövüş sporları tutkusu imam olunca da devam etti. İmamlıkla Kung-Fu’yu bağdaştıramayanlara cevabı şu oldu: “Kung-Fu, kişinin hem kendini, hem de bedenini kontrol altına almasıdır. Bu dövüş sporu değil, müdafaadır. Bir beden terbiyesi, kontrollü adım atma sanatıdır. Bu sporda attığınız her yumruğun nereye gittiğini düşünürsünüz. Sabrı öğrenirsiniz. Kağıthane Sular İdaresi’nde açılan spor salonunda çocuklara da bu sporu öğretti. Sonraki yıllarda kendi kızları da babalarının yolundan gitti, kahverengi kuşağa kadar yükseldi. “Kızlarımın kahverengi kemere kadar gelmelerine müsaade ettim. Fazlası zarar. Biraz hanım gibi durmak, çok hırçın olmamak lazım. Sokakta aklımıza gelmeyen şeyler başımıza gelebilir. Feryat edip oturmak yerine bir şeyler bilmeleri daha doğru olur” diyor.